4 Aralık 2021 Cumartesi

ASDER'e DÖNÜŞ


27 Kasım 2021 Cumartesi günü ASDER'in 9. Genel Kurulu yapıldı, yeni yönetim seçildi. Dört beş yıllık aradan sonra ben de tekrar yönetimde yerimi almış oldum. Bu sefer Genel Sekreterlik de omuzlarıma yüklendi.

2000 yılında, 28 Şubat'ın fırtınalı günlerinde, BÇG çetesi astığı astık, kestiği kestik zulüm rüzgarlarını tüm şiddeti ile estirirken, TSK'lerinden disiplinsizlik (!) nedeniyle YAŞ kararlarıyla re'sen emekli edilen irticacı (!) kardeşlerimle kurmuştuk, Adaleti Savunanlar Derneğini.

Ben de 40 yaşımda, Binbaşı rütbesiyle, tam TSK'lerine en güzel hizmeti edebileceğim yaş ve tecrübede iken, Batı Çalışma Grubu çetesinin amansızca savurduğu kör kılıcına başımı kaptırmamak için, kendi isteğim ile emekli olmuştum.

Az değil, 21 yıl geçmiş, bugün 9. Genel Kurulumuzu yaptık.

Derneği kurarken bugünleri hayal dahi edemiyorduk. Rabbim ne büyük lütuflarda bulunmuş, elhamdülillah.

O yıllarda arkadaşlarımızın tek isteği yargılanmaktı. Çünkü yargılanma hakkından dahi mahrum bırakılmışlardı. Yargılanmadan yalan, yanlış bilgi ve iftiralar ile sorgusuz, sualsiz kapı dışına bırakılıvermişlerdi. Oysa en temel insan hakkı değil miydi, yargılanmak? Demokrasinin olmaz ise olmazı değil miydi, yargılanmak?

Disiplinsizlik ile suçlanan bu arkadaşlarım, kışlaların en disiplinli, en güvenilir, en çalışkan personeliydi, halbuki. Bu durumu, bu arkadaşlarımı ihraç eden BÇG çetesi de çok iyi bildiği halde, minareye kılıf olsun diye, bu yalanı bulmuşlardı. O yıllarda dernekte ilk yaptığımız işlerden biri "Ben Disiplinsiz Değilim" kitabını hazırlamak olmuştu. Genelkurmay Başkanlığı da bir Asteğmen gönderip dernekten bu kitabı satın aldırmıştı. Laf aramızda muvazzaf personel bulamamış da yedek subay göndermiş (Yorumu size bırakıyorum). Bir arkadaşımız da "Yargılanmak İstiyorum" kitabını yazıp, yayınlamıştı. Her türlü imkandan mahrum, evinin maişetini bile temin edemeyen harabe gönüller, yıkık dökük viranelerden yeni meskenler kurmaya çalışıyorlardı. Çok acı günlerdi. Üstelik sadece TSK'nde değil, her yerde yaşanıyordu zulümler. BÇG çetesi kabus gibi çökmüştü Müslümanların üzerine. Kızlarımız Üniversite ve imam-hatip kapılarında başörtülerini muhafaza edememenin ızdırabını yaşarken, devletin tüm kurumlarında dindar insan avı sürek avı gibi sürdürülüyordu. TBMM dahi bir başörtülü milletvekiline sahip çıkamamış, din ve vicdan hürriyeti BÇG emrine girmiş militanların saldırıları karşısında can çekişiyordu.

Biz bu şartlar altında ASDER'i kurmuş ve beş on aslan yürekli dernekle birlikte eylem ve etkinliklerimize devam ediyorduk.

Marmara İlahiyat Fakültesi öğrencilerine yaptığımız destek ziyaretini müteakiben Dernek Başkanımıza ve Yönetim Kurulu üyelerimize soruşturmalar açılıyor, faaliyetlerimiz engellenmeye çalışılıyordu.

Yılmadık, sinmedik, korkmadık.

İstanbul Belediye Başkanlığından hukuksuz bir şekilde alaşağı edilen Tayyip beyi cezaevinde ziyaret ettik.

Fiili darbe söylentilerinin yayıldığı o yıllarda, darbeye karşı durma planımızı yaparak, BÇG çetesine sıkıysa kışlalarınızdan çıkın mesajını gönderdik.

İnançları nedeniyle TSK içerisinden, muvazzaf görevlerinden uzaklaştırılan vatan evlatları milletin içinde teşkilatlanarak, milletin evlatları olarak BÇG çetesinin karşısına dev bir sur gibi dikilmişti.

Öyle böyle yıllar geçti, 28 Şubat'ın o ihtişamlı BÇG çetesi yakayı ele verdi. Darbeciler yargılandılar, hak ettikleri cezaları aldılar, rütbeler söküldü. BÇG çetesinin yalan ve iftiraları ile yargılanmadan üniformalarından mahrum edilen vatan evlatları ise dua, sabır ve mücadelelerinin karşılığını alarak, iadeyi itibarlarına kavuştular. Üniformaları verilmese de bir çok haklarına kavuştular. Kaybettikleri kimliklerini aldılar.

O gün içte din ve demokrasi düşmanları ile mücadele eden milletimiz bugün dış tehdit ile çevrelenmiş bir vaziyettedir. Dışarıdan düşmanlar, içeriden kişiliğini ve ruhunu satmış hainler topyekun saldırılarına devam etmektedir. Çok büyük umut bağladıkları FETÖ kalkışması da hüsran ile neticelenince, bildikleri tüm kepazeliklerini ve ekonomik darbe planlarını yürürlüğe sokan bu düveli muazzamaya karşı yine milletçe mücadele etmenin bilinciyle ASDER üzerine düşeni yapmaya devam edecektir.

Bir taraftan da eksik kalmış olan hakların alınması için çalışmalar yürütecektir. Orgeneral rütbeleri sökülerek er seviyesine indirilmiş olan Çevik Bir ve Çetin Doğan ile avanelerinin  yaptıkları hasarın henüz yarısı bile onarılmamıştır.  Emekliliğe zorlananlar haklarını almamıştır, üçlü kararname ile atılanlar haklarını almamıştır, askeri okullardan atılanlar haklarını almamıştır, uzman erbaş iken atılanlar haklarını almamıştır, 6191 sayılı kanundan istifade eden YAŞ'zedelerin dahi bazı hakları eksik kalmıştır.

ASDER bir taraftan üyelerinin hak mücadelesini hukuki yollarla sürdürürken, 28 Şubat yıllarında olduğu gibi, ülkenin selameti için üzerine düşen her türlü vazifeyi kuşanmaktan geri durmayacaktır.

28 Şubat yıllarından itibaren yazdığımız, söylediğimiz daha güçlü orduya sahip olmak için yapılması gerekenler, 15 Temmuz hain FETÖ kalkışmasından sonra nasıl yerine getirilmek suretiyle, uluslararası arenada harikalar sergileyen, özüne dönmüş ordumuz, bundan sonra darbeci zihniyetten tamamen kurtulmuş olarak, daha da şahlanacaktır. Dışta Siyonistlerin de en büyük korkusu ve kabusu olacaktır. Bu topraklarda düşmüş olan ittihadı İslam sancağı yine bu topraklarda göklere yükselecektir. AB'nin panzehiri olan Türk-İslam Birliği bu topraklarda mayalanacaktır.

ASDER, Adaleti Savunan bir dernek olarak mer'i mevzuat çerçevesinde vazifesini en güzel şekilde yapabilmenin gayreti içerisinde olacaktır. Biz şunu çok iyi biliyoruz ki; Adalet cesaret ister. O cesaret de bizde vardır, elhamdülillah.

Yapılacak iş çok, Allah yar ve yardımcımız olsun.

Gürcan ONAT, 04.12.2021, Fatih. 

27 Ağustos 2021 Cuma

28 ŞUBAT DARBECİLERİNİN AFFI MI, ASLA!

28 Şubat’ın post modern darbecileri bağımsız mahkemelerce yargılanarak, Türk Milleti adına suçlu bulundu ve tüm hukuki prosedür tamamlanarak, cezaları infaz edilmek üzere hapishanelere tıkıldılar.

Ne yazık ki medyada tuzu kuru bazı kimseler ve marjinal bazı vekiller tarafından bu kişilerin ilerleyen yaşları ve sağlık durumları bahane edilerek, Cumhurbaşkanımız tarafından af edilmeleri çağrısında bulunuldu. Bazı darbe sevicileri ve işbirlikçileri tarafından da 28 Şubat darbecilerinin zulümlerini, devlete, ekonomiye ve millete verdikleri zararları basite indirecek, hafifleştirecek yeni algı operasyonları alelacele vizyona sürüldü.

Milletin vicdanındaki tescilden sonra, bir de Yerel Mahkeme, İstinaf Mahkemesi ve Yargıtay Ceza Dairesindeki bu kadar hâkimin inceleme ve kontrolünden geçen, verilen hükmün adil ve hukuka uygun olduğu tespit edilen, böylece suçları bağımsız Türk Mahkemeleri ile de tescil edilen bir yargılama için, 25 yıl sonra, bugün yeni algı operasyonlarının etkisinde kalarak, darbecilerin af edilmeleri için çabalamak, merhamet değil, bilakis vicdanları perişan etmektir.

Suçluların cezalandırılmaları; ülkede zulümlerin önlenmesi, mağduriyetlerin giderilmesi, adaletin tesis edilmesi için hukukun en hayati öneme haiz kuralıdır. Bu kural bir ülkenin birliği ve dirliği için olmaz ise olmazıdır. Suçluların cezalandırılmaları mağdurların yüreklerindeki yangını bir nebze soğuttuğu gibi, bir daha bu tür yangınların olmaması için de icap eden en önemli tedbirlerdendir. Her ne kadar darbeci hain ve zalimlerin şahıslara, ekonomiye, devlete verdikleri zararı yeterince gidermese de hiç olmaz ise küçük bir teselli olmaktadır.

Ne yazık ki; Ülkemiz 1960 yılından beri darbeciler cenneti olmuştur. Kendilerini rejimin koruyucuları ilan eden malum kişiler, sürekli halkın ve halkın seçtiği yöneticiler üzerinde karabasan gibi baskı kurarak, hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir. Ülkemizde devletimizin en büyük sorunu darbeler ve darbecilerdir. Darbelerin son ve en rezili olan 15 Temmuz kalkışmasında ise milletimiz hep beraber, birlik olarak darbeci hainlere unutamayacakları dersi vererek, bir daha asla açılmamak üzere bu defteri kapatmıştır. Eğer şimdi, 28 Şubat BÇG çetecilerinin suçları affedilir ise yine birilerinin bitleri kanlanmaya başlayacaktır. Fakat cezalar aksatılmadan infaz edilir ise bir daha hiç kimse, hiçbir zaman darbe teşebbüsünde bulunmaya cesaret edemeyecektir.

Kaldı ki; 28 Şubat post modern darbecilerinin cezaları, mazlum ve mağdurları yeterince tatmin etmiş de değildir. O yıllarda vefat edenler, o çekilen acılar, ıstıraplar geri gelmeyecektir. O zalim süreçte oluşturulan hak kayıpları da yeterince telafi edilememiştir. Toplumun her kesiminden, 7’den 70’e her inançlı vatandaşımız bu zulümden payını, nasibi miktarınca almıştır.

Ait olduğum kurum itibarıyla, bizzat yaşadıklarım ve şahit olduklarımı dillendirecek olursam; TSK’lerinde yapılan zulümlerin, rezilliklerin büyük kısmı temizlenememiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük katkıları ile 6191 sayılı kanun çıkartılabilmiş, YAŞ kararları ile TSK’dan re’sen emekli edilen subay ve astsubaylar iadeyi itibarlarını ve bir miktar haklarını geri almış, lakin tazminatlarını alamamışlardır. Halbuki Ergenekon mağdurları çatır çatır tazminatlarını almışlardır. Zulüm kıyaslaması yapılırsa; Ergenekon mağdurlarının yaşadıkları BÇG mağdurlarının yaşadıklarının yanında çerez bile sayılmaz.

Hele üçlü kararname mağdurları, hala büyük bir umut ile mağduriyetlerinin giderilmesini beklemektedirler. 28 Şubat’ın o dehşetli, baskıcı, zulüm yıllarında emekliliğe zorlanarak, TSK’dan ayrılanlar da hala haklarının verilmesini beklemektedirler.

Sadece tek kurumda bu kadar mağdur varken, diğer bütün kurumları, öğrencileri ve halkı hep birlikte değerlendirdiğimiz zaman, verilen cezanın Himalaya sıra dağlarının yanında Konya'nın Alaattin tepesi kadar kaldığı anlaşılır. Tek amacı vatanına, milletine hizmet etmek olan, memleket sevdalısı rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan'a Başbakanlığı süresince yapılanlar hala gözlerimizin önündedir. Aşağılık darbeciler alavare dalavere ile başarılı bir hükumeti yıkmadılar mı? Sonrasında memleketi perişan hale getirip, uçan kuşa borçlandırmadılar mı?

Bu kadar mağdur ve mazlumun hakları orta iken eğer rezil, aşağılık, vatan ve millet düşmanı BÇG çetecilerini sadece yaşları ilerlemiş diye affetme oyununa kapılırsanız, bu; zulüm üstüne zulüm olur, kapanmamış yaranın üstüne tuz basmış olursunuz.

Göklerin, yerin ve tüm canlıların yaratıcısı, sahibi, Rabbi ve müdebbiri olan Allah Teala dahi kul hakkını affetmeyip, zalimi helallik için mazlum kuluna gönderiyorsa, hiç kimsenin kul hakkını affetmeye salahiyeti ve yetkisi olmasa gerek.     

Henüz yeni yeni yerleşmeye başlayan milli birlik ve beraberliğimizin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi temin edilmek isteniyorsa düşünce ve fikir özgürlüğünü, din ve vicdan hürriyetini engellemeye çalışan alçak darbecilere ve darbe severlere asla taviz verilmemelidir.

Hiç kimsenin kendisini milletten üstün tutmasına asla müsaade edilmemelidir.

Unutulmamalıdır ki; Adalet cesaret ister. Cesaret ise infaz ile tezahür eder.

Binaenaleyh darbeciler cezalarını çekmeli, hakları verilmemiş olan diğer tüm mağdurların hakları da en kısa zamanda verilmelidir.

Hakkın hatırı alidir, hiçbir hatıra feda edilemez.

                                                                                    Gürcan ONAT, 27 Ağustos 2021 19.00, Fatih.

14 Temmuz 2021 Çarşamba

EN LANET DARBE, FETÖ KALKIŞMASI

Darbelerin hepsi lanetliktir, ama 15 Temmuz FETÖ kalkışması en lanet olanıydı.

FETÖ kalkışmasını diğerlerinden farklı kılan neydi?

Aradan 5 yıl geçmesine rağmen, aklımızdan çıkmayan ve hala kalıntılarının temizlenmeye çalışıldığı FETÖ kalkışması neden en hain ve lanet olanıydı?

Gözlemlerimin ve incelemelerimin neticesinde tespit edebildiklerimle, değerlendirmelerimi yazıp, paylaşmaya çalışayım.

Baştan dedim ya, bir türlü unutamadık diye, unutamayız çünkü ilk defa millet olarak hiç ummadığımız bir yerden, hiç ummadığımız bir şekilde, çok kötü hançerlendik. Önceki darbeler hep aynı yerden; TSK içerisindeki kendini Laik Kemalist diye adlandırmış, ancak belli yerlere angaje olmuş hizipler tarafından yapılıyordu. Son darbe öyle olmadı; halkın içerisinde yuvalanmış, kendini dindar maskesi ile halka kabul ettirmiş, hatta daha da ileri giderek halkın çocuklarını hiç sezdirmeden devşirmiş, mankurt haline getirmiş bir yapı tarafından icra edildi. En önemli farkı bence buydu.

Seçmiş olduğu metot da diğerlerinden çok farklı idi. Sızma metodu. Tarihte Hasan Sabbah tarafından uygulanan ve başarılı olan; kendine ölümüne bağlı haşhaşiler yetiştirme, devlet kademelerine, hatta melikin, vezirin en yakınına kadar sinsice yerleştirme ve zamanı geldiğinde hain suikastını gerçekleştirme, sonra da arkada iz bırakmamak için intihar etme metodu.

70'li yılların sonlarından itibaren Harp Okulları, Astsubay Okulları ve Polis Akademilerine öğrenciler sokup, onları uyuyan hücreler haline getirip, fark edilmemek için her türlü tavizi verdirerek gizleyip, son vuruşa kadar sürekli haşhaş verir gibi güya dini (!) telkinlerle diri tutup, kendine sorgusuz sualsiz teslim olmuş, sümüklü kağıt mendillerini zevk ile yiyecek kadar beyinleri dumura uğramış, Allah ve Peygamberden daha fazla, taparcasına kendine bağlanmış, ailelerinden kopararak ruhsuz ve vicdansız robotlar haline getirilmiş, 1 dolarlık fedailerine darbeyi yaptırtmak...

Taktik aslında mükemmeldi. 40 yıl boyunca ilmik ilmik örülmüştü. Başarıya ulaşmaması imkansızdı. TSK tutulmuştu, Emniyet Teşkilatı tutulmuştu, Yargı mekanizması tutulmuştu, medya büyük ölçüde kontrol altına alınmıştı, iktidar partisi içine sızılmış, muhalefet partileri büyük ölçüde ele geçirilmişti. Öyle ki; Cumhurbaşkanının yaverlerine kadar her yer zapt u rabt altındaydı. Yani bu darbenin başarılamaması için ancak bir mucize gerekiyordu.

Lakin tek hesaba katmadıkları Allah Teala olmuştu.

Allah Teala bu necip milleti küresel sömürgecilere yedirmeği murat etmedi.

" وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ "

"Hatırlar mısın? İnkâr edenler seni etkisiz hale getirmek veya öldürmek ya da yurdundan çıkarmak için tuzaklar kuruyorlardı; onlar tuzak kuruyorlardı Allah da bozuyordu. Tuzak bozma işini en iyi yapan Allah’tır." Enfal Suresi: 30

Tuzak bozma işini en iyi yapan Allah Teala 2. Hasan Sabbah ve haşhaşilerinin tuzaklarını kendi başlarına geçiriverdi. 40 yıldır en ince detayına kadar, kurmay kafasıyla planladıkları tuzakları son dakikada küçücük bir oynamayla; kalkışmanın saati erkene çekilip, gündüz saatlerine alınmakla, ters yüz oluverdi. Her münafık gibi kalpleri zaten korku içerisinde, panik halinde olan bu rezil ve sefil FETÖ ekibi, bir duyum ile darbeyi biraz erken başlatınca her şey ellerine yüzlerine bulaşıverdi. Diz çökmeye alıştırılamamış olan milletimiz o muhteşem şahlanışıyla hainlere günlerini gösteriverdi. İstiklal savaşından sonra halkımızın bu ikinci destanıydı.

Oysa arkasına ABD derin devletini almış olan bu vatan, millet ve din hainleri o kadar kendilerinden emindiler ki; bir kaç yıl öncesinden güya Cumhurbaşkanın yurt dışına kaçma tarihini vererek tehditlerini savuruyorlar, kontrollerindeki birilerine Cumhurbaşkanı makamına geleceğini bile söylettiriyorlardı.

Bu kadar hazırlıktan sonra, böylesine bir hezimeti ve milletin adeta Osmanlı sillesine benzeyen muhteşem şamarını, FETÖ'nün asıl sahibi olan Amerika derin devleti ve uzantıları bile beklemediği için, ABD ve diğer dünya ülkeleri büyük şok yaşadılar. Üstelik, kaylulesinden uyanmış olan, tekrar tüm mazlum ülkelerin umudu haline gelmeye başlayan Osmanlı torunlarını ve liderleri Erdoğan'ı durdurabilmek için son ve en önemli silahlarıydı bu, FETÖ.

İkinci İstiklal savaşını destan yazarak kazanan devletimiz o günden beri, 5 yılda her alanda çok büyük atılımlara imzalar atmaya başladı. Ayaklarındaki en büyük prangalardan, devletin en küçük birimlerine kadar sızmış olan haşhaşi rezil ve sefillerinin takoz olmalarından kurtulmuş, adeta tıkanan kan damarlarının açılması ile ayağa kalkan kalp hastası gibi silkinip, dirilerek Küheylan gibi koşmaya başlamıştır. Devletimiz, dış politikadaki başarılarından, Savunma Sanayindeki üretimlerinden, terörü bitme noktasına getirmesinden, halka hizmetine kadar her alanda, taktire şayan işler sergilemeye devam etmektedir. Gelecek bu necip milletin olmaya mahkumdur. İstiklal Savaşının o meyus ve meş'um yıllarında:

"Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak,

Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak."  

Diyerek, milletin rehavetini atmaya çabalayan milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy bugün bu necip milletin nasıl tozları üzerinden silkelediğini ve nasıl bir diriliş ile ayağa kalktığını görse, ufkun nasıl muhteşem bir aydınlık ile parlamaya başlamış olduğunu iftihar ile dile getirirdi...

Peki, İngiliz'in, Siyonist'in ve Amerika derin güçlerinin sömürge hırsları, tamahkar hamleleri biter mi? Türkiye'deki en büyük ümitlerinin, en has kullarının rezil bir şekilde hezimete uğramasından sonra yeni taktik ve stratejiler geliştirmezler mi?

Elbette bu emperyalist kafaların saldırıları bitmeyecektir. Ancak biz içte birliğimizi sağlarsak, 15 Temmuz gecesi tek vücut halinde sokağa inen halkımız gibi, tankın önünde yere yatan yiğidimiz gibi, alçaktan geçen F 16'ya ayakkabısını fırlatan delikanlımızın ruh heyecanı gibi, Jetlerin havalanmasını önlemek için tek geçim kaynağı olan tarlasını yakan çiftçimiz gibi, üzerine sağanak halinde yağan mermilere rağmen mevzisini terk etmeden direnen Çanakkale şehitlerinin torunları evlatlarımız gibi, tüm emperyalistlere ve uşaklarına karşı her zaman birlik içinde tek yumruk olursak, değil üç beş işgalci devlet, yedi düvel üzerimize gelse yine destanımızı yazarız, evelallah.

Bir değil bin FETÖ oluştursalar vız gelir, tırıs gider...   

Onlar istese de istemese de Allah nurunu tamamlayacak, İslam Birliği oluşturulacak ve dünyaya adalet dağıtılacaktır.

Ha bugün ha yarın ne fark eder, biz bu aşk ile gözlerimizi yumacağız, nasıl olsa...

Sonuçta her zaman olduğu gibi, Allah'ın dediği olacaktır.

Gürcan Onat, 14 Temmuz 2021, 17.00. Fatih.                                      

2 Haziran 2021 Çarşamba

MÜMİN KAFİR MÜNAFIK

Allah Teala bir gayrimüslime hidayet nasip ediyor, bu zat imana geliyor. Lakin, İslam dini hakkında pek fazla bilgisi bulunmamaktadır. Tabii ki, detaylı bir şekilde öğrenmek istiyor. İlk iş olarak, Kur'an ı Kerimin kendi diline tercümesini bulup, okumaya başlıyor.

(Fatiha suresini çok özel ve hususi bir sure olması  hasebiyle bir mukaddime ve kitabın bir özeti olarak değerlendirip, ayrı tutarak, Bakara suresinin ilk ayetlerinden başlayalım.)

Bu kişi kitabın başında ne görecek?

Rabbül alemin kitabına ; "Zalikel kitap, la raybe fihi" diye başlamış. Kitaba başlarken verilen ilk mesaj; ondan asla şüphe etme. Bu konu üzerinde uzun uzun tefekkür etmek gerekiyor aslında, zannımca Allah Teala diyor ki; bak sana bir kitap verdim, bu kitap hakkında asla, zerre kadar şüphen olmasın. Bu kitabın benden geldiğine ve içindeki bilgilerin doğru olduğuna asla şüphe etme. Bu imandır.

İlk mesaj bu ve ne kadar önemli. Hayat düsturu olarak kabul edeceğin kitaba öncelikle tam bir teslimiyetle bakabilmek, zerre miktar yanlış bir şey olmadığına hulus i kalp ile iman edebilmek. Çünkü bundan sonra her şey bu iman üzerine bina edilecektir.

Sonraki 3 ayeti kerime müminler hakkında, ondan sonraki 2 ayeti kerime kafirler hakkında, ondan sonraki 13 ayeti kerime münafıklar hakkındadır.

Demek ki, Allah Teala ilk 20 ayeti kerimede kitap, mümin, kafir ve münafık hakkında bilgi vermiş. İnsanları kendi tercihlerine göre sınıflandırarak tanıtmış. O halde insan önce bunları tanımalıdır. Çünkü; şehadet alemi denilen dünya hayatı bu üç kesimin arasında cereyan edecek olaylar ile örülmektedir. İmtihan bu şekilde verilmektedir.

Allah Teala bu ayeti kerimelerde mümin, kafir ve münafık tanımlarını nasıl vermiş?

Mümin: "Gaybe iman eder, namazını ikame eder, rızıklarından infak eder, sana ve senden önce indirilenlere iman eder, ahirete iman eder. İşte bunlar hidayet üzeredir, bunlar felaha erenlerdir".

Kafir: "Küfre saplananlar, ha inzar etmişsin, ha etmemişsin onlarca müsavidir, imana gelmezler. Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine perde indirmiştir. Bunların hakkı azim bir azaptır".

Münafık: "Allah'a ve ahirete iman ettik derler de mümin değillerdir. Kalplerinde bir maraz vardır. Bunlara yer yüzünü fesada vermeyin denildiğinde, biz ancak ıslahçılarız derler. Doğrusu bunlar ortalığı ifsat edenlerdir, lakin şuurları yok, farkında değillerdir. Bunlara insanların iman ettiği gibi iman edin denildiği zaman, biz o süfehanın iman ettiği gibi mi iman ederiz, derler. Süfeha kendileridir, lakin bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları zaman iman ettik derler, kendi şeytanları ile halvet oldular mı emin olun derler, biz sizinle beraberiz, biz ancak müstehziyiz. Allah onlarla istihza ediyor. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler."

Kur'an ı Kerimin ilerleyen sayfalarında çok detaylı bir şekilde verilecek olan mümin, kafir ve münafık hakkında kitabın hemen başında, çok öz bir şekilde bu bilgilerin verilmiş olması dikkat çekici. Bu kadar bilgi ile iktifa edilmiş olması elbette bir hikmete mebnidir.

Mümin için gaybe imandan sonra, namaz ve Allah yolunda harcama yapabilmek! O halde, namazsız ve Allah yolunda maddi, manevi harcama yapılmadan, çaba sarf edilmeden İslam düşünülmemelidir.

Allah Teala kafirler için tebliğin fayda etmeyeceğini, çünkü kalplerinin ve kulaklarının mühürlü olduğunu, gözlerine perde indiğini, münafıklar  için de kalplerinin marazlı olduğunu bildiriyor.

O halde bizim; mühür, perde ve maraz kavramlarını inceleyip, anlamamız icap ediyor.

Elmalılı Hamdi Yazır mührü; "gerçeği kendiliklerinden sezip, düşünüp bulmaya, olmadığı halde dinleyip işitmeye, güzel kabul göstermeye kabiliyetleri kalmamıştır" şeklinde izah etmiş. "Kalpleri ilk yaratılışlarındaki sağlamlıklarını yitirmiş, kötü alışkanlıklarıyla kalbi örten ikinci bir alışkanlık kazanmıştır. Artık onlar kendiliklerinden; şahsi istek ve arzularından, nefsi gayelerinden başka hiçbir şeye dönüp bakmazlar." Gözlerinin üzerindeki perdeyi ise; "gaflet, şehvetler, kötülükler ve bencillik perdesi" olarak açıklamıştır.

Dolayısı ile kafirler gerçeği anlamak için şart olan kalp ve akıl, sağlam duyular, haberi duyma denilen üç ilim sebebinin üçünden de mahrum oldukları için bu kişilere "ha inzar etmişsin ha etmemişsin onlar için aynıdır, imana gelmezler" şeklindeki bildirim ayeti kerimede yer almıştır.

Elmalının tefsir ve tevilinden hareketle günümüzde, çevremizdeki insanları gözlemlersek bazı insanların fıtratlarına ilk yerleştirilen hassayı nasıl bozduklarını, tamamen şahsi arzularının, heva ve heveslerinin peşinden nasıl koştuklarını, şehvetlerinin nasıl kendilerini esir aldığını görebiliriz. Bazı psikiyatrların dediği gibi hazları peşinde koşan insanlar oluvermişler. Haz öyle bir şey ki; ne nasihat, ne ikaz, ne ceza hiç bir şey tesir etmiyor.

Münafıklar hakkında bildirilen kalplerindeki marazı ise Elmalı merhum; "şüphe ve nifak" olarak izah etmiştir. Bu hastalık bütün ahlaksızlığın kaynağı, idrak ve iradenin afetidir. Buna müptela olan nefis hak tanımaz.

Allah'a inanmak fıtridir. Her çocuk doğarken iman ve itikat fıtratıyla doğar, şüphe nedir tanımaz. Allah Teala her insana doğarken bu fıtratı vermiştir ki ileride şüpheye düşmesin, doğru yolu bulsun, geliştirsin diye...

Bazı insanlar hayatlarında; sağlam fıtratlarını gözetmemeleri, kalp sağlıklarını korumamaları, ahlaki hastalıkları tedavi etmemeleri, zevklerine çok düşmeleri, her şeyde kendilerini ve kendi zevklerini görmek istemeleri neticesinde her şeyden şüphe etmeye başlarlar. Hak Teala'nın hükmüne teslim olmak yerine, Allah'a kulluk görevini yerine getirmek yerine benlik sevdası ile şek ve şüpheyi esas alır. Şüpheye inanırlar, şüphe kendileri için hem huy hem gaye olur. Şüphe inancının alıştırıcı ve tecrübeye dayanan karakteri bu gibilere inanç ve sağlam bilgi hakkında kuşku telkin eder. Kitaba, dine bağlanmaktan çekinirler, istidlale (delil ile sonuç almaya), istintaca (delil ile sonuç çıkartmaya), akıl ve mantığa küçümseyerek bakarlar. "Hayat adamı olmalı, hayat gibi her gün değişmeli, hayatta hiç bir örnek takip etmemeli" derler. Ahlaklı bir gidişatı takip eden imanlı ve inançlı kişilere "mahdut fikrili, dar kafalı adamlar" gözüyle bakarlar. Bu insanlar sürekli yalan söylerler, Müslümanları biz de sizdeniz diye aldatmaya kalkarlar, yeryüzünü ıslah ediyoruz diye ifsat ederler. Bu kişilere karşı Rabbül alemin, kitabı keriminde müminleri uyarıyor.

O halde biz de daima uyanık olmaya çaba sarf edelim, aldanmayalım.

Allah yar ve yardımcımız olsun.

                                                       Gürcan Onat, 27.05.2021, 16.00, Fatih.

NOT: Bu yazı hazırlanırken; 

1. Diyanet İşleri Reisliği Hak Dini Kur'an Dili, Muhammed Hamdi Yazır, 1935.

2. Azim Dağıtımın sadeleştirilmiş Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 1992, tefsirlerinden istifade edilmiştir.

2 Mayıs 2021 Pazar

COVID-19 İLE YAŞADIKLARIM

Nihayet Covid 19 ile tanışmak ve birlikte birkaç hafta yaşamak nasip oldu. Covidin başlaması ve devamı süreci bende ibretlik bir durum arz ettiğinden, benim yaptığım hataların örnek olması ve dostlarımın bu tür yanlışlıklar yapmamaları için yaşadıklarımı paylaşma ihtiyacı hissettim.

İlk ve en büyük hatam kendime aşırı güvenmem ile bu hastalığı basit görüp, hafife almam oldu. Bu hastalık küçük görülecek, hafife alınacak, basit bir hastalık değilmiş. Bana bulaşsa da ben sirke ile gargara yaparım, bol su ile ciğerlere indirmeden, geri gönderirim düşüncesindeydim. Halbuki gelmiş işlemeye başlamış, ben farkında olmadan kan değerlerimi alt üst edivermiş.

İkinci büyük hatam; bende herkeste olduğu gibi zahiri görüntüler vermediği için umursamamak oldu. Beni aldatan herkesin yaşadıklarını yaşamam gerektiği düşüncesiydi. Örneğin; halsizlik, dermansızlık, sırt, omuz, eklem ağrıları, tat ve koku kaybı, şiddetli öksürük hiç olmadı. Bu belirtiler olmayınca ilk dört gün virüs vücuda girip işlemlerine başlamış olduğu halde ben soğuk algınlığı yaşadığım zannındaydım.

Virüs vücuda 7 Nisan Çarşamba günü girdi. İlk dört gün ayakta normal faaliyetlerime devam ettim. En ufak bir halsizlik ve dermansızlığım olmadı. Sadece vücudumda kırılmalar oluyordu. Özellikle göğüs kısmım mideme kadar üzerini sıvazlayınca kırılma şeklinde tepki veriyordu. İlk dört gün bütün belirti sadece bu idi. Düzenli ilaç almadım. Aspirin, coraspin bir kaç adet kullandım.

Allah'tan daha işin başında iken Ankara'da yaşayan kıymetli dostum doktor kardeşim ile irtibat haline geçmiştik. Kendisi benim durumumdan şüphelenerek test yaptırmamı istedi.

11 Nisan Pazar günü Özel Fatih Hastanesine giderek Covid testi yaptırdım. Test sonucunu ertesi günü aldık. Negatif idi. Doktor kardeşim negatiflerin yarısının doğru olduğunu söyledi, yani yüzde elli ihtimal ile pozitiftim. Ama ne yazık ki sistem negatif gösterdiği için pozitif işlemleri yaptıramıyorduk.

Benim iki büyük hatam; yani hafife almam ve müdahale etmemem neticesinde 12 Nisan Pazartesi günü virüs beni yatağa düşürdü. Dört gün içten içe sinsi bir şekilde ilerleyip, hiç bir belirti vermeyip, birden tamamen aciz bir şekilde sırt üstü yatırıvermişti. Öyle ki; yatakta oturur vaziyete dahi gelemiyordum. Doktor kardeşim takviye ilaçlar yazdı. Onları eczaneden aldırıp, kullanmaya başladım. Lakin pazar gününe kadar diyebilirim ki, hayatımın en aciz, en perişan yedi gününü yaşadım. İşin ilginç yanı nefes almamda bir sorun yoktu, nefesim kesilmedi, rahat nefes alabiliyordum. İştah tamamen gitti, ilaç alabilmek için üç lokma kuru ekmek yiyor, onu da ağzımda su ile ıslatarak yutabiliyordum.

Bu ikinci evrede Sağlık Bakanlığı en kötü sınavını verdi. Ankara'dan doktor Sedat kardeşim çok uğraştı, ben acil servisle görüşmeler yaptım, hatta aile hekimim telefon ile aradı; Sedat kardeşim ona da ulaşmış, lakin eve bir ambulans getirtemedik. İstediğim şey eve gelip test yapmaları idi. O zaman virüs ortaya çıkacak ve hemen karantinaya alınıp, acil ilaç tedavim başlayacaktı, böylece kısa zamanda iyileşme imkanı bulacaktım. Bakanlık inat etti, eve gelmedi. Gelmeleri için evde bir pozitif vaka olması gerekiyormuş. Israrla benim hastaneye kendi imkanlarımla gelmemi istiyorlardı, oysa yataktan kalkmam hiç mümkün değildi. Anlatamadık. Arkadaşım Reşat kardeşim komşusunun ambulans şoförü olduğunu istersem bana yardıma gelebileceğini söyledi ama benim yatakta kıpırdamam dahi mümkün değildi. Benim tek isteğim eve gelip test yapmalarıydı. Yapmadılar.

Böyle ıstırap ile 7 gün geçti.

Bütün acziyetimle ve çaresizliğimle yatakta perişan bir halde yatmaktan başka bir şey yapamıyordum.

Kritik hamle yeğenim Ayşenur'dan geldi. Nasıl becermiş ise eve ambulans göndermişti.

18 Nisan Pazar günü Ambulans gelerek beni Taksim Eğitim ve Araştırma hastanesine götürdü.

Hastaneye geldiğimde bitik vaziyette idim. Bu andan itibaren Sağlık Bakanlığı personeli çok güzel performans sergilediler. Hastaneye alındığım andan itibaren bütün işlemler son derece süratli ve güzel bir şekilde tamamlandı. Hemen maske takıldı oksijen almaya başladım, kan tetkikleri güzelce yapıldı, kalp EKG, ciğer tomografi ne gerekiyorsa hızlı bir şekilde yapıldı, serumlar peş peşe veriliyordu. İkindi saatlerinde hastaneye varmıştık, akşam olmadan covid servisine yatışım tamamlandı.

Böylece 10 gün sürecek olan üçüncü evreye geçmiş olduk.

Ciğerimin yarısı kaplanmış, kan değerlerim çok kötü, oksijen satürasyonu 80'lere inmiş, yani aslında yolun yarısını geçmişim farkında değilim. İlk günler hastalık seyri kötü gidiyor. Biraz daha geç kalmış olsaydım, yoğun bakıma alınma ihtimalim çok yüksek idi, oradan da çaresiz bir şekilde dünyayı terk etmeye doğru yollanış. Israrla kronik rahatsızlıklarımın olup olmadığını soruyorlardı. Böyle bir rahatsızlığımın olmaması benim için büyük bir lütuf oldu, çünkü bu tür rahatsızlıklar tedaviyi çok güçleştiriyormuş.

Allah Teala bana insanoğlunun aslında ne kadar aciz, ne kadar zayıf, ne kadar güçsüz ve çaresiz olduğunu bu virüs vasıtasıyla hakkel yakin müşahede ettirdi. Zaten malumat olarak aciz, zayıf, güçsüz yaratıklar olduğumuzu bilirdim. O malumatın hakikatini, bizzat yaşayarak, iliklerime kadar, ruhumun her zerresinde Rabbim bana gösterdi. Sırt üstü yatıp beklemekten başka hiçbir şey yapamıyorsun. Sadece bekliyorsun. Vücut bir yerlere gidiyor, sen sadece izliyorsun, çok acayip bir hal.

Ben, kendi hatamla bu duruma düştüğüm için, zaten günahlarım ve gafletim sebebiyle Rabbime dua etmeye de yüz bulamıyordum.

Tek çarem vesilelerdi. Ben de onlara sığındım. Yaşlı annem ağlıyordu, göz yaşı döküyordu. Annemin o annelik merhameti ile döktüğü gözyaşlarını Rabbime sundum, o gözyaşlarına rahmet ile şifa diledim. Üstadım, hocalarım, kardeşlerim, ağabeylerim, arkadaşlarım, akrabalarım, dostlarım haberi olan herkes dua etmeye başlamıştı. Ben bütün bu duaları topladım, ismen tek tek hepsini Rabbime arz ettim, o dualar ile şifa talep ettim. Elhamdülillah Rabbim benim için yapılmış olan duaları kabul etti. Vücut tedaviye müspet tepki verdi. Dördüncü günden sonra iyileşme başladı.  

Sekizinci günden sonra kan değerleri normal hale gelmeye başlamış. Oksijen satürasyonu 99'ları göstermeye başladı. Oksijen miktarını azalttılar. Ertesi günü maskeyi tamamen kaldırıp, makineden çıkarttılar. Bütün gün bir sorun yaşamadık, oksijen satürasyonu 94'ten aşağı inmiyordu.

Dokuzuncu gün doktor artık kan değerlerimin düzeldiğini taburcu edebileceklerini söyledi. Lakin ben acele etmek istemedim, bir gün daha gözetim altında kalmak istediğimi belirttim. Kabul ettiler. Böylece 10 günü tamamlamış olarak çarşamba günü öğlenden sonra hastaneden ayrıldım. Hastanenin güzel bir hizmeti de varmış, hastane arabası ile beni eve kadar getirdiler. Allah Teala devletimize zeval vermesin. Bütün odalar doluydu ve görevliler ihtimam ile vazifelerini gayet güzel yapıyorlardı.

Reçetemdeki ilaçları aldım, evde ilaç tedavisini devam ettiriyorum. Ciğerdeki virüsün atılımı bir kaç aylık mevzu imiş.

Bu seviyeye geldik ya, çok şükür, bundan sonrası da hallolur, Allah'ın izniyle.

Neticeyi kelam; aman dostlar bu virüsü asla basite ve hafife almayın, geldiği anda ciddi tepki gösterin, hemen acil tedaviye başlayın. Herkeste farklı tezahürleri olduğunu da unutmayın. Belirtiler kişiye özel. Etkisi de kişiye özel.

Allah Teala muhafaza eylesin. Amin.

Gürcan ONAT, 02.05.2021, 15.00, Fatih, ev. 

4 Nisan 2021 Pazar

104 EMEKLİ AHMAK MI

Yine bir gece yarısı bildirisi.

Yine darbe hevesi, yine darbe heveslileri...

Bitmedi güzel ülkemin güzel insanlarının kutlu yürüyüşlerinde destek yerine köstek olmaya çalışanları, ayaklarına pranga vurmak isteyenleri...

Bitmedi güzel ülkemin ahmakları, hainleri, dangalakları...

Evet, 3 Nisan 2021 Cumartesi günü gece yarısı 104 emekli amiral bir bildiri yayınlıyorlar. Tamamen siyasi ve hükümete gözdağı niteliğinde...

Şimdi biz bu 104 emekli amiral için; "vay ahmaklar" deyip, geçiştirecek miyiz, bu bildiriyi?  Hiç umursamayacak mıyız? Elbette hayır.

Üzerinde uzun süre çalışılmış, çok ince ayarlar yapılmış, zekice planlanmış, son derece bilinçli ve organize bir muhtıra. Bir yerlerden destek aldığı ve bir yerlere derin mesajlar gönderdiği çok aşikar...

Bu 104 emekli amiral öyle ahmak falan değiller, kendilerini çok zeki zanneden narsist kişilikler.

Darbeci oldukları ve darbe hevesinde olduklarında hiç şüphe yok. 28 Şubat postmodern darbecilerine selam çakıyorlar, adeta; sizin tamamlayamadığınızı biz tamamlayacağız, mesajı veriyorlar.

Ülkemizde demokrasi tüm kurum ve kuralları ile işlemektedir. Bu 104 emekli amiral eğer gerçekten vatansever ve gerçekten ülkenin menfaatlerini düşünen insanlar idiyseler yapılacak şey, izlenecek yol belliydi. Ya bir siyasi partiye üye olup, hukuk çerçevesinde, demokratik yollarla istedikleri gibi muhalefet yapacaklardı, ya da yasal bir dernek kurup, dernek faaliyetleri olarak; sempozyumlar, paneller, incelemeler, araştırmalar, raporlamalar ne isterlerse yapıp, kamu ile paylaşacaklardı. Ama böyle gizli gizli bir araya gelip, gece yarısı muhtıra vermeye, kendince kruvazörlerinden salvolara hiç bir hak ve salahiyetleri yoktur. Yaparlarsa, ben de o zaman; "sen kimsin ulan!" derim.

Kimsin lan sen?

Her aklına esen bir orduevi çetesi oluştursun, sonra gece yarısı muhtıra versin.

Oh ne ala memleket.

Cumhuriyet savcılarımızı göreve davet ediyorum. Bu adamlar hakkında soruşturma başlatılmalıdır. Hatta yurt dışına çıkışları kontrol altına alınmalı, kaçmalarına fırsat verilmemelidir.

Bu 104 emekli amiralin son 6 ay içerisinde yaptıkları bütün görüşmeler incelenmelidir. Kimlerle ne zaman, ne toplantıları yapmışlar, yurt içinden ve yurt dışından kimlerle ilişki içerisine girmişler, her şey ortaya dökülmelidir. Ondan sonra Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinde hesaplarını vermelidirler.

Lakin şu da göz ardı edilmemeli ki; bu darbe heveslisi 104 emekli amiral yalnız değiller. Bunların destekçileri ve artçıları kesinlikle vardır. Bu muhtırayı masum bir fikir özgürlüğü gibi gösteren herkes takip altına alınmalıdır. Bu tür eylemler aynı zamanda yoklama niteliğindedir. Ufak ufak denemelerdir. Yani arkadan gelecek, yine 15 Temmuz nevinden, büyük kalkışma öncesi yapılan nabız yoklamalarıdır. Mesela; dikkatimizden belki kaçtı, geçtiğimiz haftalarda 28 Şubat postmodern darbesinin mimarlarından biri olan, eski rütbesi ile orgeneral ancak yeni rütbesi ile Er Çetin Doğan ile güya bir röportaj yayınlandı. Darbeden suçlu bulunmuş ve müebbet hapis cezasına çarptırılmış, rütbeleri sökülmüş bir suçlu, sanki hiçbir şey olmamış gibi gayet rahat ve yüzsüz bir şekilde konuşturuldu. Bunlar hep nabız yoklamaları ve denemelerdir. Bunu da asla unutmayalım.

Darbenin kökünü tam anlamıyla kurutmak ve bir daha asla darbe olmamasını istiyorsak, bataklığın da kurutulması gerekmektedir. En büyük bataklık hala açık ve sivrisinek üretmeye devam etmektedir. Fenerbahçe Orduevinden bahsediyorum. Özellikle Fenerbahçe Orduevi ve büyük şehirlerdeki orduevleri darbecilerin buluşma ve organizasyon yerleri olarak işlev görmeye devam etmektedir. Öncelikle Orduevlerinin müdürleri muvazzaf subay değil sivil müdür olmalıdır. Sivil Müdürler MİT tarafından özel istihbarat eğitimine alınmalı, orduevlerinde toplantılar, buluşmalar takip edilmelidir. Başka türlü bitirilemez.

2. Abdülhamit devrinden beri, ne acıdır ki ülkemizde satılmış paşalar çıkmış, kendi ülkelerinin değil yabancıların menfaatleri için çalışmışlardır.

Onlar vazifelerini yapacak biz de vazifemizi yapmaya devam edeceğiz.

Onlar yıkmaya, bozmaya çalışacaklar, biz de yıktırtmayacak, bozdurtmayacağız, Allah'ın izniyle.

Yazımı ASSAM Genel Başkanı Emekli General Adnan Tanrıverdi'nin sözleri ile tamamlamak istiyorum: "Bu açıklamaya imza koyanlar, farklı medeniyetlerin ülkemizdeki uzantılarıdır. Çağın gerisinde kalmış, demokrasiden ve milletin manevi değerlerinden nasibini almamış kişilerin oluşturduğu, bu milletin kendilerine sağladığı rütbe, makam, mevki ve maddi imkanı millete karşı kullanmaya çalışan zihniyetin sahipleridir. Milli iradeye saygıları varsa yetkiyi milletten alma cesaretini göstermelidirler. Ülkemiz,kuru gürültüye pabuç bırakacak, gölgesinden korkan kukla idareciler dönemini çoktan geçmiştir. Millet Devletinin arkasındadır".

Nokta.

Gürcan Onat, 04.04.2021, 18.00, Fatih, Ev. 

8 Mart 2021 Pazartesi

KADINLAR GÜNÜYMÜŞ

Onu önce anne olarak bildik ve sevdik. Rahmine düştüğümüz andan itibaren kalbini kaplayan şefkat ve rahmet duygusu ile aklımız ermeye başlayıncaya kadar bizi koruyup kollaması, merhametiyle sarıp sarmalaması, son nefesini verinceye kadar evladım duygusu ile üzerimize titremesinin bitmemesi ancak ve ancak annelik idi.

Kadın önce anne olarak çıktı karşımıza, onun şefkatine mukabil, biz de en aciz ve en masum halimizde sığınılacak en emin yer bulduk şefkatli kucağını. Rahmet çeşmeleriyle beslenip büyüyebildik.

Ardından bir abla veya kız kardeş olarak çıktı karşımıza; merhametli, rahmet dolu duygularıyla korudu, kolladı ve en sıcak kardeş sevgisini tattırdı bizlere...

Yaşımız ilerleyip, delikanlılık zamanlarımıza gelince de bu sefer farklı duygular yaşamaya başladık, kadınla. Aşkı, sevdayı hayat arkadaşımızı bulduk, onda.

En son olarak da kızımız olarak çıktı karşımıza. Bu bambaşka bir duygu idi. Canımızı istese hemen oracıkta verebileceğimiz baba şefkati ile sevdik biz, onu.

Kadını dört farklı konumu ile sırasıyla, bu safahatta tanımış olduk, biz insanoğlu.

Lakin; ister anne, ister kardeş, ister zevce, ister kızımız olarak ne olursa olsun, hep şefkat ve merhamet olarak karşımıza çıkmış olan kadın, neden yaşantımızda gerçek değerini bulamamıştır bir türlü, anlayabilmiş değilim.

Allah Teala'nın lütfetmiş olduğu imanımızın mükemmel düsturlarını, alemlere rahmet olarak yaratılmış olan rahmet nebisinin örnek yaşantısını terk edip, rezil ve sefil batının nefsaniyetinin peşine takılmakla, elbette doğru yoldan çıkarak, dalaletin bataklığına saplanıp, debelenmek zorunda kalacağımız aşikardır.

Kadın evimizin nadide bir çiçeğidir. Evimizi süsleyen ziynettir, o. Evimizi ısıtan güneştir, o.                                                            

Evimizi canlandıran, neşelendiren, kuru ve soğuk dört duvar arasına hayat getiren mutluluğumuzdur, huzurumuzdur, o.

Onsuz bir yaşam düşünülemez. Yarım olan hayatımızı bütünleyen, tam elma kılandır, o.

O narindir. İncitmemek için okşayarak sevilmek ve ruhumuzun genişlemesi için, ferahlamamız için, derin derin ciğerlerimize çekilmek için yaratılmıştır, o

Evimizin sultanıdır, o.

Erkek, evinin sultanına ve çocuklarına bakabilmek, her türlü ihtiyaçlarını giderebilmek için akşama kadar koşturup, çırpınıp dinerek, çalışmak için yaratılmıştır.

Akşam kapının zilini çaldığında; tüm yorgunluğunu gideren sıcacık bir çift göz, ruhunun derinliklerine işleyen tatlı bir tebessüm ve kemiğinin iliğini eriten "hoş geldin beyim" sesiyle, seni yeniden var etmek için yaratılmıştır o. 

Siz bakmayın yalancı, riyakar, sefil ve rezil, batmış batının jelatinli sözlerine. Kadını ailesinden kopartıp, sultanlık makamından indirip, sömürülecek meta haline getiren zihniyetine.

Yılda bir sefer kadınlar günü kutlayıp, 364 gün aşağılayan müptezel pespayelere.

Benim kadınımın günü yılda bir gün değil, 365 gündür. Ben kadınımı 365 gün severim ve sayarım. 365 gün başımda taç diye taşırım.

O benim evimin sultanı, hanı. Ben onun hadimiyim.

Allah Teala'nın bana emanet olarak lütfettiği kadını önce anne olarak bildim, ölünceye kadar ona "öf" bile dememekle emrolundum. Sonra kardeş olarak bildim, korudum kolladım. Sonra kalbimin sultanı olarak çıktı karşıma, hiç tanımadığım duyguları tattırdı bana. Ya bir de kızım olsaydı, sanırım son nefesimi de onun için verecek kadar severdim onu.

Neticeyi kelam; kadını gerçek makamına oturtmaktır, kadını sevmek. O makama en güzel oturtan da, alemlerin sultanı Resulullah efendimiz olmuştur, elbette.

"Beni nasıl seviyorsun?" diyen hazreti Ayşe'ye

"Kördüğüm gibi" iltifatıyla...

Hanımlarına hayatı boyunca bir gün, bir an dahi sesinin tonunu yükseltmeyen Resulullah efendimiz.

Bir Müslüman eğer peygamberinin izinde ise, kadına bırak elini kaldırmak, hakaret etmek, aşağılamak sesinin tonunu dahi yükseltemez.

Böyle bir muhabbetle donanmış evliliği de; ne nefislerimiz, ne şeytan, ne ahlaksız batı, hiç kimse yıkamaz.

Rabbim cümle ümmeti Muhammed'e böyle aşklar, böyle sevdalar, böyle evlilikler nasip eylesin.

Amin.

Gürcan Onat, 08.03.2021, 16.00, Fatih, Ev. 

28 Şubat 2021 Pazar

28 ŞUBAT VESİLESİYLE

Bugün 28 Şubat; yani post modern darbenin 24. seneyi devriyesidir. Bu vesile ile önce darbecileri ve destekçilerini lanetle anmayı insanlık adına vazife telakki ettiğimi ifade etmek istiyorum.

Otuzlu yaşların altında olan gençlerin bihaber oldukları, eğer biraz meraklı iseler, yıldönümlerindeki programlardan anlamaya çalıştıkları, şiddetli zulüm yıllarının üzerinden tam 24 yıl geçti.

Önce Silahlı Kuvvetlerde başlamıştı. Fişlemeler, sorgu sualler, tehditler ve YAŞ kararları ile re'sen emekli edilmeler.

Sonra üniversitelerde kızlarımıza baş örtüsü zulmü olarak devam etti. Olmadık rezillikler, aşağılamalar, ikna odaları ve okullarından kayıtlarının silinmeleri.

Daha sonra tüm kamu alanlarına sıçradı ve en son olarak da seçimle iş başına gelmiş hükümetin alaşağı edilmesi.

28 Şubat post modern darbesi hakkında çok şeyler söylendi, yazıldı, çizildi. Ne kadar yazılsa çizilse azdır, elbette. Hatta şunun da mutlaka yapılması lazım ki; dizi film olarak o yaşananlar işlenmelidir. İyi bir senaryo ile sadece ülkemizde değil, dünyada ses getireceğine inanıyorum.

Ancak ben bu yazımda, en azından kendi adıma, biraz daha farklı bakmak istiyorum.

Darbeyi yapan TSK içinde yuvalanmış olan Batı Çalışma Grubu çetesi mensupları yargılandılar ve hak ettikleri cezaları aldılar. Lakin gözden kaçan çok önemli bir konu var ki; BÇG mensupları bu darbede yalnız değillerdi. En önemli destekçi ve ortakları medya mensuplarıydı. Evet 28 Şubat darbesi diğer darbelerden farklı olarak, kendi ifadeleriyle post modern darbe özelliğini, bu medya ile işbirliği halinden alıyordu. Darbeyi fiilen yapan BÇG çetesi hesabını verdi, lakin ortakları olan medya çetesi hala hesap vermedi! Sadece bu kadar da değil, BÇG çetesinin ortağı olan medyadaki silahşorları da aslında kendi başlarına hareket edebilme imkan ve kabiliyetine sahip kişiler olmadıkları için, bunların tasmasını tutan güçlü iş adamları ve onların da ipleri ellerinde olan yurt dışındaki asıl büyük şeytanları vardı, elbette. İşte bunların hiçbirisinin peşine düşülmedi.

Kendi mütevazı köşemden açıkça ifade ediyorum ki; eğer bütün suçlular açığa çıkartılmaz ise, bu iş yarın tekrar başımıza gelecektir. Şu an hükümetin, milletini arkasına almış olmasından mütevellit gücü nedeniyle, bu aşağılık sefillerin her ne kadar sesleri çıkamıyorsa da, yarın fırsat bulduklarında, kılıçlarını çekeceklerinden hiç kuşkumuz olmamalıdır.

15 Temmuz kalkışması da 28 Şubatın devamı niteliğinde bir darbe denemesiydi. Hatta 28 Şubattan ders alınmış şekliyle; daha sinsi, daha planlı ve adeta ilmik ilmik örülmüş, kılcal damarlara kadar sızdırılmış  haşhaşileriyle son vuruşun indirilip, devleti göçertme projesiydi. Nasıl 28 Şubat artık arşı alaya çıkan mazlumların feryatlarıyla, gayretullaha dokunması nedeniyle, cenabı Allah'ın kalplere tecellisi neticesinde, yeni bir oluşum ile milletin toparlanmasına vesile olduysa, bu sefer de yine Allah Teala'nın, İslam'ın son sancaktarı olan milleti merhumeye rahmet edip, darbecileri paniklettirerek, kalkışmayı erken başlattırmak suretiyle, kendi ayaklarına dolaması neticesinde asrın en  büyük felaketinden kurtulmuş olduk.

Lakin bir olur, iki olur, biz de üzerimize düşeni yerine getirmez isek, başımıza gelenlerden dersimiz almaz isek, bu sefer çok daha büyük felaketlere duçar olabiliriz. Allah muhafaza.

Yapılacak şey bellidir. Tüm belgeler arşivlerimizde mevcuttur. Darbe destekçileri de, ortakları da acilen yargı karşısına çıkartılmalıdır. Kim varsa; zamanın milletvekillerinden, iş adamlarından, kamu görevlilerinden, medya dünyasından, v.s hepsi hesabını vermelidirler. Aslında gerçek darbeci onlardı.

Hep göz önünde olduğu için ve icraatı yapan olarak onlar görüldüğü için, sürekli TSK içindeki küçük şeytan BÇG lanetlendi ve yargılandı. Lakin size belki garip gelecek ama bu darbede belki en saf taraf onlardı. Ben de asker olduğum için iyi tanırım, hatta ciğerlerinin içini bilirim desem, mübalağa etmiş olmam. Bu insanlar Anadolu'nun bağrından çocuk yaşlarında askeri liselere veya harp okullarına gelmiş, memleketin saf evlatlarıydı. Yürekleri memleket için çarpan, fedakar, cesur, yiğit çocuklarıydı. Bir kısmının beyinleri işlendi, zihinleri bulandırıldı, akılları karıştırıldı. Belli makamlara gelince de, dışarıdan gelen iltifat ve riyakar ve hilekar yaklaşımlar neticesinde, güya memleketi kurtardılar. Aslında belki de gerçekten memleketi kurtardıklarını sanıyorlardı, en azından bir kısmı. Çünkü onlara birileri, dostu düşman düşmanı dost olarak görmelerini sağlatabilmişti. Yani ordu içerisindeki BÇG mensubu kahraman Anadolu çocukları ülkelerine hizmet ettiklerini sanıyorlardı. Yani yargılanmış, suçlu bulunmuş ve cezalarını almış bu insanlara, kandırılmış zavallı ahmaklar dersek, tam olmasa bile,  bir miktar isabet etmiş olabiliriz. (Bu durum suçlarını azaltmaz)

Fakat medya mensupları öyle değil. Medya içinde yuvalanmış olan darbe destekçileri kelimenin tam anlamıyla halk düşmanı ve ruhlarını dışarıya pazarlamış; vatansız, kişiliksiz, rezil, sefillerdir.

Hele ki büyük iş adamları içerisinde dış dünyadaki küreselcilerle, mason teşkilatlarıyla ve veya benzerleriyle bağlantıları olan hainler ise, bu milletin tam anlamıyla baş belalarıdır. Asıl büyük musibet bunlardır. Bu beladan kurtulmadığımız sürece, darbeleri bitirmemiz mümkün olamayacaktır.

Son söz olarak sayın Cumhurbaşkanımıza seslenmek istiyorum; Allah rızası için tüm darbe destekçilerini ortaya çıkartın, en azından üzerlerine kararlı bir şekilde yürümeye başlayın, görelim Mevla neyler neylerse güzel eyler.

Allah yar ve yardımcımız olsun.

Gürcan Onat, 28 Şubat 2021. 

17 Şubat 2021 Çarşamba

GARA OPERASYONUNUN ÖNEMİ

 Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan dün, partisinin Trabzon 7. Olağan İl Kongresi'nde konuştu. Konuşmasının içinde belki çok dikkat çekmeyen, ama bence oldukça önemli olan şu cümleleri sarf etti: "Teröristlerin bize gelmesini beklemeyecek, biz gidip onların başını inlerinde ezeceğiz."

Bu cümleler şu anlama geliyor; eski milli güvenlik konseptimiz gereği biz PKK ve benzeri terör örgütleri ile yurt içinde, kendi topraklarımızda mücadele ediyorduk, ama 15 Temmuz kalkışmasından sonra yapılan önemli bazı değişikliklerden birisi olan; "Dış Tehditlere Karşı Mili Güvenlik Konsepti" değişikliği gereği, artık tehdidi kaynağında tespit ve sınırlarımızın ötesinde etkisiz hale getirme konseptini uygulayacağız.

ASSAM Genel Başkanı, emekli general Adnan Tanrıverdi 2015 yılında kaleme aldığı makalesinde, PKK'nın Türkiye için dış tehdit olduğunu ifade etmiş ve aşağıda linkini (1) verdiğim bu yazısında ne yapılması gerektiğini tafsilatıyla açıklamıştır. Bence en önemli ve PKK'ya en büyük darbeyi vuran bölümü terörü kaynağında tespit ve inlerini başlarına yıkmak hususudur.

Nitekim Gara operasyonu da bu amaçla icra edilmiş ve teröristler kendilerince en güvenli mağaralarında perişan edilmişlerdir.

Gara denilen mevki, Hakkari'ye bağlı Çukurca ilçesinden 35 kilometre güneydedir. Gara bölgesi, hem PKK için koridor görevi görüyordu hem de Türkiye'nin Sincar ve Musul'a açılan kapısı niteliğindeydi. Suriye'deki YPG bölgesiyle Irak'taki kampların arasındaki dağlık arazi olduğu için PKK'ya kolay geçiş sağlamaktaydı.

Cumhurbaşkanımız konuşmasının devamında: "Gara önemli, sıkıntılı bir bölgeydi ve Gara düştü, Allah'ın izniyle iş bitti. Önemli mesafe aldığımız harekatlarımızı önümüzdeki dönemde tehditlerin hala yoğun olduğu bölgelere doğru genişleteceğiz. Bir daha benzer saldırılara uğramamak için güvenli hale getirdiğimiz yerlerde ne kadar gerekiyorsa o kadar kalacağız."dedi.

Yine bu konuşmasındaki altı çizilecek cümleler; harekatlarımızın tehditlerin yoğun olduğu bölgelere doğru genişletilmesi ve bizim için güvenli hale gelinceye kadar o bölgede kalma irademizdir. PKK terör örgütünden kurtulabilmenin başka yolu bulunmamaktadır.

Tanrıverdi paşamız 2015 tarihli yazısında bu konuyu detaylı bir şekilde işlemiştir.

Çok önemli başka bir konuya daha dikkat çekmemiz icap etmektedir ki, o da; bölgede çok güçlü ve milli istihbarat kaynaklarımızı oluşturmamızın gereğidir. İstihbarat kaynaklarımız ve harp silah araçlarımız yerli olmadığı müddetçe istenilen başarının alınması çok güçleşecek ve çok uzayacaktır. Allah'a şükür ki; Suriye ve Irak'ın kuzey bölgelerinde son 3, 4 senedir yapılan harekat ve operasyonlarda istihbaratımızın yerli ve son derece başarılı olduğu ispatlanmıştır.

TBMM Genel Kurulunda Irak'ın kuzeyindeki Gara bölgesinde icra edilen Pençe Kartal-2 Harekâtı hakkında bilgi veren MSB'ı Hulusi Akar; Irak'ın kuzeyinde; terör örgütünün, sınır ötesindeki tahkimli mevzilerini ve barınma alanlarını imha etmek, hudut emniyetini ileriden sağlamak ve azami teröristi etkisiz hale getirmek maksadıyla operasyonlar yapıldığını dile getirerek, Mayıs 2019'da Irak'ın kuzeyinde başlatılan Pençe-Kaplan serisi operasyonlar ile harekâtların planlandığı şekilde sürdüğünü söyledi.

Bakan Akar: "Bu operasyonlar sonucunda belirli bölgeler, istikametler ve yerler teröristlerden büyük ölçüde temizlendi, temizlenmekte ve böylece teröristlerin hareket kabiliyetleri kısıtlanmış bulunmaktadır. Böylece hareket serbestisi kısıtlanan örgütün, Gara'da toplanmaya başladığı istihbar edilmiştir. Ancak bulunduğu konum ve arazi itibarıyla, sıradağlardan dolayı, buraya kadar ulaşmanın zorluğundan dolayı çeşitli şekillerde Gara'da harekât, operasyon bugüne kadar icra edilmemiştir. Bu nedenle bu bölgede bulunan teröristlerin büyük bölümünün bir şekilde PKK'nın sözde güvenli bölge olarak Gara'yı seçtiği ve oraya odaklandığı, sözde okul, eğitim merkezi ve toplantı alanı olarak bu bölgeyi kullanmaya başladığı da yine bize gelen bilgiler arasında bulunmaktadır. Bu operasyon kara desteği olmadan 35 kilometre derinlikte icra edilmiştir ve harekâtın kritik ve önemli olması bundan kaynaklanmaktadır. Herhangi bir şekilde karadan irtibat ve destek olmadan yapılan harekât olması sebebiyle, nicelikten çok nitelik olarak diğer operasyonlardan son derece farklıdır. Operasyon için gerekli gizlilik önlemleri içinde geniş bir hazırlık süreci yaşanmış, bu çerçevede; operasyon yapılacak arazi ile ilgili ayrıntılı harita çalışması yapılmıştır. Kuvvet ihtiyaçları belirlenmiş, hedeflere yönelik ayrıntılı çalışmalar icra edilmiştir. Dost ve müttefiklerimizle koordine edilerek yapılan harekât öncesinde; hedefler özenle seçilmiş, harekâtın planlanması ve icrasında sivil halkın can ve mal güvenliği ile çevrenin korunmasına azami dikkat ve hassasiyet gösterilmiştir." dedi.

Bakan Akar, harekât öncesi kara ve hava kuvvetleri, kara havacılık unsurları ile özel kuvvetler arasında ayrıntılı planlamaların yapıldığını ve koordinasyonların gerçekleştirildiğini belirtti.

Bu çalışmalar sonucu, 10 Şubat saat 02.55'te uluslararası hukuktan doğan meşru müdafaa hakları (2) doğrultusunda; Hava Kuvvetlerine ait uçaklar ile İHA/SİHA'ların desteğinde bölgeye harekâtın başladığını anımsatan Bakan Akar, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Harekât alanımızın çapı 75 kilometreye 25 kilometre olacak bir dikdörtgen şeklinde söylenebilir. Planlanan 50'den fazla hedeften 48'i vurulmuştur. Diğer hedefler güvenlik nedeniyle, hem kendi unsurlarımız hem çevre nedeniyle iptal edilmiştir. Hedeflerin vurulmasını müteakip 05.45'te hava hücum harekâtıyla; helikopterler ile özel kuvvet unsurları hedef bölgelerine indirilmeye başlanmış ve böylece bölgeye giriş ve çıkışı önlemek, uygun arazi kesimlerini kontrol altına almak için gerekli uygulama gerçekleştirilmiştir.

Bakan Akar; birçok mağaranın bulunduğu bölgede ateş gelen mağaraya yoğunlaşıldığını ve mağara girişlerinin demir kapılarla tahkim edildiğinin görüldüğünü aktardı. Mağara girişinin fotoğrafını gösteren Bakan Akar: "Arazinin niteliğini görmek bakımından bu fotoğraf önemli. Buraya herhangi bir şekilde hava unsurlarıyla ne uçaklarla, ne SİHA'larla etki etmek mümkün değil. Buraya mutlaka kara operasyonu yapmak mecburiyetimiz var. Diğer bir deyişle, bazı tezviratlara cevap vermek bakımından, buraya herhangi bir şekilde Hava Kuvvetlerimizin bombasının ulaşması mümkün değil, geometrik yapısı itibarıyla." dedi

Gerekli keşif ve araştırmayı müteakip mağaranın diğer iki kapısının da bulunduğunu anlatan Bakan Akar, şunları kaydetti: "Güvenlik tedbirleri alınarak kapılar tahrip edilmeye çalışıldı. Bu esnada içeriden ateş ediliyor; el bombası atılıyordu, bunlara özel kuvvetler unsurlarımız gerekli karşılığı veriyorlardı. Ayrıca bölgede el bombası ve hafif silahlara karşı mağara girişinde sadece ve sadece göz yaşartıcı gazlar kullanılmıştır. Bunun dışında herhangi bir silah mühimmat kullanılması asla söz konusu değildir. Bu uygulamalar sırasında; teröristlere teslim olmaları yönünde sürekli çağrıda bulunuldu. Yaptıkları şeyin yanlış olduğu, herhangi bir şekilde kurtulma imkânlarının olmadığı, dolayısıyla teslim olmaları gerektiği hususu tekrar tekrar hatırlatıldı. Daha sonra mağara içerisinde ilerleme sırasında çok dar geçitlerin ve ilave demir parmaklıkların olduğu görüldü. Bunlar başlangıçta bilinmediği için ilerleme çok zor oldu. Uzun süren bu çalışmalar sonunda akşam saatlerine doğru, birinci terörist Şervan Korkmaz kod adlı Osman Acer 'ateş etmeyin, teslim olmak istiyorum' diye dışarı çıktı ve teslim alındı. Teslim alınan birinci terörist tarafından, içeride 7 terörist ve alıkonulan 12'si Türk vatandaşı, 1'i yabancı 13 kişinin olduğu; alıkonulan 13 kişinin sözde mağara sorumlusu kod adı Sorej olan terörist tarafından hava hücum harekâtının başlangıcında; başlarına birer kurşun sıkılarak şehit edildiği ifade edildi."

Mağaraya operasyon düzenleyen özel kuvvet personelinin anonslarına ilaveten, teslim olan birinci teröristin, "Bana iyi davranıyorlar, korkmayın, gelin teslim olun" çağrılarına rağmen diğer teröristlerden teslim olanın bulunmadığını dile getiren Bakan Akar, ertesi gün sabah saatlerinde de ikinci bir teröristin, mağaradan çıkıp kaçmaya çalışırken askerler tarafından yakalandığını ifade etti.

Bakan Akar, Merkaz kod adlı ikinci terörist Doğan Geçgel'in ifadesinde, alıkonulan 13 kişinin Sorej kod adlı terörist tarafından başlarından vurularak şehit edildiğini tekraren ve teyiden söylediğinin bilgisini paylaştı. Harekât boyunca 4'ü sözde üst düzey yönetici olmak üzere 51 teröristin ölü, 2 teröristin ise sağ olarak ele geçirildiğini bildiren Bakan Akar, istihbarat kaynakları tarafından, etkisiz hâle getirilen terörist sayısının çok daha fazla olduğu yönünde değerlendirmeler yapıldığını, bu hususun önümüzdeki günlerde açıklığa kavuşmasının beklendiğini kaydetti. 

Bakan Akar, harekâta ilişkin şunları kaydetti:
"Bu harekâtla, bölgeye yerleşen, yeniden yapılanmaya çalışan ve bir şekilde hudutlarımıza, güvenlik güçlerimize ve halkımıza saldırı hazırlığında bulunan tüm unsurlar da büyük ölçüde temizlenmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri, terör örgütü PKK'nın kendisini çok emniyette hissettiği Gara'da, 75 kilometreye 25 kilometrelik bir alanda, PKK'ya ağır zayiat verdirmiştir. Terör örgütü dün olduğu kadar bundan sonra da kendini artık burada rahat hissedemeyecektir. Asil milletimizin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin ve milletimizin güvenliği için terörle mücadeleye, en son terörist etkisiz de hale getirilinceye kadar azim ve kararlılıkla devam edecektir. Hiçbir şehidimizin bugüne kadar kanı yerde bırakılmadı, bundan sonra da bırakılmayacaktır. Harekât sırasında hayatını kaybeden aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, Türk Silahlı Kuvvetleri ile asil milletimize başsağlığı ve sabır, yaralı personelimiz için de acil şifalar diliyorum.

Sonuç olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri, asil milletimizin sevgisi, güveni ve desteği ile Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Suriye’de, Irak'ın kuzeyinde, Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Karabağ’da ve daha birçok coğrafyada bölgesel ve küresel barış ve istikrara katkı sağlamak, dost ve kardeşlerimizin de hakkını, hukukunu korumak için büyük bir fedakârlık ve kahramanlıkla mücadelesini sürdürmektedir."

Yani; bu harekat ile ordumuz her türlü şart ve arazide başarı ile operasyon yapabileceğini, PKK ve diğer tüm terör örgütleri için hiçbir güvenli yerin kalmadığını dost düşman herkese göstermiş oldu.

Evet Türkiye eski Türkiye değil.

Bütün dünya şunu artık çok iyi anladı ki; Türkiye rüştünü ispatlamıştır. Ne PKK, ne türevleri, ne DAEŞ, ne benzerleri hiçbir terör aygıtları ile Türkiye diz çöktürülecek bir devlet değildir. Bilakis Türkiye artık oyun kuran ve stratejik planlar yapan bir devlettir. Türkiye güçlü ve büyük bir devlettir.

Terör faaliyetlerinin tamamen bitirilebilmesi için, hain ve bölücülerin oynayabileceği, kullanabileceği etnik ve dini malzemelerin hiç kalmaması, bu alanlarda eksik ve gediklerin tamamlanması da icap etmektedir. Ondan sonra sıra terör sözcülerine gelecektir. Terör sözcüsünün teröristten hiçbir farkı yoktur. İşkence nasıl ki insanlık suçudur, terör faaliyeti ve terörün sözcülüğünü yapmak da insanlık suçudur. Haine, teröriste ve terör seviciye asla merhamet edilmemelidir.

Artık Türkiye kontrol edilecek, tehdit edilecek, üzerinden hesaplar yapılacak, uzaktan kumanda idare edilebilecek bir ülke değildir.

Bölgesinde hakim bir güç haline gelen Türkiye, sadece kendi milli menfaatleri doğrultusunda, kendi milli iradesi ile stratejik yürüyüşünü azim ve kararlılıkla sürdürecektir.

Allah inananların yar ve yardımcısıdır.

Gürcan ONAT, ASSAM Başkan Yardımcısı, 17,02,2021,  18.00. Fatih.

 

DİPNOTLAR:

(1). https://www.assam.org.tr/index.php/bolgeler/islam-ülkeleri/ortaasya/turkiye/pkk-turkiye-icin-dis-tehdittir.html.

(2). Türkiye-Irak sınırı 5 Haziran 1926 tarihli Ankara antlaşması ile belirlenmiştir. Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasından sonra İngiltere ile üç yıla yakın bir süre yapılan görüşmeler ve Milletler Cemiyeti Adalet Divanı Kararı neticesinde Türkiye-İngiltere ve Irak arasında imzalanan ve üç fasıldan oluşan Ankara Antlaşmasının “Türkiye ile Irak Arasındaki İyi Komşuluk Münasebetleri”ni düzenleyen “İkinci fasıl”ın 9, 10 ve 11. Maddeleri, cürüm işleyen silahlı çeteleri, sınırın iki tarafında 75 kilometrelik bir alan içinde tarafların takip ve tedip etme, suçluları bir birlerine teslim etmeyi garanti etme imkânı vermekte idi. Antlaşma gereği ikinci fasıl imza tarihinden itibaren 10 yıl, yani 1936 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.

29 Mart 1946 tarihinde Türkiye ile Irak arasında  “Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması” imzalanmıştır.İki devlet arasındaki sınırları düzenleyen Antlaşmaya ek 6 Numaralı Protokolün 25. Maddesi, 1926 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşmasının ikinci faslını tekrar yürürlüğe sokmuştur. Bu antlaşmayla da sınırların iki tarafındaki 75’er kilometrelik bölümlerde iki devlete birbirine haber vererek takip ve tedip hakkı verilmiştir.

15 Ekim 1984 tarihinde Türkiye ile Irak arasında  bir “Güvenlik Protokolü” daha imzalanmıştır. Bu protokole göre Türk askeri birliklerinin Irak makamlarından izin almaksızın Irak sınırından 5 kilometre içeri girme imkânı sağlamıştır. Bu protokol 1988 yılına kadar her yıl taraflarca uzatılarak devam etmiştir.

Irak’ın 02 Ağustos 1990 tarihinde haksız yere Kuveyt’i işgali üzerine ABD, İngiltere ve Fransa’nın oluşturduğu koalisyon güçleri 17 Ocak / 28 Şubat 1991 tarihleri arasındaki Irak’ı Kuveyt’ten çıkarmış, bu savaş sırasında Irak’ın güneyinde Şiiler, Kuzeyinde de Kürtler ayaklanmış, Irak yönetimi bu ayaklanmaları kanlı bir şekilde bastırınca Kuzeydeki Kürtlerin Türk hudutlarına yönelmesi ve 500 000 kişinin Türkiye’ye iltica etmesi sonucunda, Türkiye’nin talebi ile BM Güvenlik Konseyi harekete geçmiş ve aldığı 05 Nisan 1991 Tarih ve 688 sayılı kararla“Güvenli Bölge” ilan edilmiştir. Bu kararla, Irak’ın askeri gücünün 36. paralelin kuzeyine ve 32. paralelin güneyine geçmesi yasaklanmıştırABD, İngiltere ve Fransa’nın başı çektiği, Almanya, Hollanda, Kanada, İspanya ve İtalya’nın oluşturduğu Birleşik Görev Gücü-Çekiç Güç vasıtası ile 36. Paralelin kuzeyini kontrolleri altına almışlardır. İkinci Körfez Savaşının başlamasıyla, Kuzey Irak’ta BM Güvenlik Konseyinin 688 sayılı kararının uygulayıcısı konumunda olan  Çekiç Güç  Türkiye’den ayrılmıştır.

20 Mart 2003 tarihinde İkinci Körfez Savaşını başlatan ABD ve İngiltere tarafından Irak işgal edilmiş ve işgal 15 Aralık 2011 tarihine kadar devam etmiştir.

28 Aralık 2005 Tarihli Irak Anayasası, Irak’ı Federal Bir Devlet ve Kürdistan Bölgesini ve mevcut organlarını da federal bir bölge olarak kabul etmiştir. Anayasa merkezi hükümetin, “Bölgesel Kürt Yönetimi” Bölgesine, Irak Silahlı Kuvvetlerini sokmasını engellemiştir. Silahlı Kuvvetlerin dışında silahlı milis oluşturmayı da engellemektedir.

8 Şubat 2021 Pazartesi

ASSAM VE İSLAM BİRLİĞİ KONGRELERİ

ASSAM (Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği) 4. İslam Birliği Kongresini geçtiğimiz aralık ayı içerisinde gerçekleştirdi.  Bu kongrenin ana teması  "ASRİKA Konfederasyon Savunma Sistemi" idi.

Yurt içinden ve yurt dışından katılan akademisyenlerin bildirileri ASSAM'ın sitesinden incelenebilir.

Bir stratejik araştırmalar merkezi olarak ASSAM, İslam ülkeleri arasında Avrupa Birliğinin benzeri bir birliğin oluşturulması için, bir mevzuat ortaya koyabilmeyi kendisine amaç edinmiştir.

Bu amaç ile 4. Kongresini de tamamlamıştır.

İlk Kongre 2017 yılında icra edildi. Bu kongrede; "İslam Birliği için Yönetim Şekil ve Organları Mevzuatının Tespiti" değerlendirildi.

Müteakiben 2018 yılında;  "İslam Birliği için Ekonomik İşbirliği Usul ve Esaslarının Tespiti" konuşuldu.

2019 yılında; "İslâm Birliği için Savunma Sanayi İşbirliği Usul ve Esaslarının Tespiti", 2020 yılında ise; "İslâm Birliği için Ortak Savunma Sistemi Usul ve Esaslarının Tespiti" konuları değerlendirilerek, tespit edilen hususlarda deklarasyonlar yayınlanmıştır.

Allah nasip eder ise, 2021 yılının aralık ayında; "İslâm Birliği için Müşterek Dış Politika Usul ve Esaslarının Tespiti", 2022 yılında; "İslâm Birliği için Müşterek Adalet Sistemi Usul ve Esaslarının Tespiti", 2023 yılında ise; " İslâm Birliği için Ortak Asayiş ve Güvenlik Usul ve Esaslarının Tespiti" ana başlıklarında değerlendirmeler yapılarak, kongrelerin nihayete erdirilmesi hedeflenmektedir. Böylece İslam ülkelerinin bir irade altında toplanması için gereken müesseseler ve bu müesseselerin mevzuatının bir hareket tarzı olarak ortaya çıkarılması sağlanmış olacaktır.

Her kişinin bir hayali, her vakıf veya derneğin de bir amacı vardır. ASSAM olarak bizim hayalimiz ve amacımız da; İslam ülkelerinin birliğine imkan verecek bir mevzuatın ortaya çıkartılması, somut olarak bir "İslam Ülkeleri Konfederasyonu Anayasası Modeli" hazırlanmasıdır. Kongrelerimiz tamamlandığı zaman tüm detayları ile mevzuat da tamamlanmış olacaktır.

ASSAM bir dernek olarak, yasal sınırları çerçevesinde inceleme ve araştırmalar yaparak, toplantı ve kongreler tertip ederek faaliyetlerini yürütmektedir. Ne yazık ki içte ve dışta bu faaliyetler kısır akıllar ve art niyetli zihinler tarafından yanlış anlaşılarak veya çarpıtılarak, farklı mecralara sürüklenmek istenmektedir.  Kem gözler, çarpık zihinler ancak sahibini yorar, bizim için hiçbir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır.

AB gibi bir birliğin İslam ülkeleri arasında oluşturulabilmesi bazı kimselerce çok zor olarak görünmektedir. Hiç önemli değil. Zira biz bir dernek olarak böyle bir birlik oluşturma derdinde değiliz. Böyle bir çalışma yapıyor da değiliz. Böyle bir birlik ancak ülkelerin yöneticileri tarafından yapılacak müzakereler neticesinde ortaya çıkacak olan uluslararası bir sonuçtur. Nasıl başlar, nasıl gelişir, nasıl yol alır, ne zaman gerçekleşir, şu an için bizim tahayyülümüzde olmadığı gibi, o hususta kanaat açıklayacak da değiliz. Lakin hükümetlerde böyle bir niyet olunca, elde hazır mevzuat olsun diye, biz şimdiden mevzuat çalışmalarımızı azimle sürdürmeye kararlı olduğumuzu ifade edebilirim.

Biz Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlere ve ahiret gününe iman etmişiz. Bizim imanımızın içinde dünyanın paramparça olacağı ve yeni bir dünya yaratılacağı ve toz toprak olmuş bedenimizin tekrar yaratılacağı ve ruhumuzun iade edileceği ve hesap vereceğimiz vardır. Bunlara iman eden bir insan için küresel güçlerin zayıflayacağına ve şu an dağınık olan İslam ülkelerinin bir araya gelebileceğine inanmak daha zor olmasa gerek. 

Hem zaten ısrarla ifade ediyoruz ki; bizim vazifemiz sadece bu gayeyi dillendirmek ve olabilmesi için gerekli mevzuat çalışmalarını yapmaktan başka bir şey değildir. Bir dernek olarak konumumuz sadece bunu gerektirmektedir.

Bizden başka bu ideale sahip kimseler yok mudur? Elbette vardır. İslam Birliğinin olmasını arzu eden, tüm mümin kardeşlerimizi bu uğurda karınca kararınca çalışmaya davet ediyoruz.

İnşaallah, 5. Kongremiz bu yılın sonunda, aralık ayında icra edilecektir. Deklarasyonu yakın zamanda yayınlanacaktır. İsteriz ki; ASRİKA İslam Ülkeleri Konfederasyonunun model anayasasının oluşumuna, bu hususta sözü olan herkesin katkısı olsun.   Tuğlalar üst üste kona kona bir bakmışsınız Süleymaniye Camisi gibi bir muhteşem eser ortaya çıkıvermiş.

BM teşkilatına üye 193 devletin 61'i halkı Müslüman ülkelerdir. Yüzde olarak bakarsak; %31'e tekabül etmektedir.

7,8 milyarlık dünya nüfusunun 1,894 milyarını Müslüman ülkelerin nüfusu teşkil etmektedir. Yüzde olarak; %24,1.

150 milyon km kare olan dünya karalarının 30,848 milyon km karesini İslam ülke toprakları oluşturmaktadır. Yüzde olarak; %20,6.

Dünya petrol rezervlerinin %55,5'i, üretiminin %65'i, doğalgaz rezervlerinin %64;1'i, üretiminin %40'ı halkı Müslüman ülkelerin topraklarında bulunmaktadır.

Jeopolitik konumu, ortak medeniyet değerleri ve tarihi birikimi ile ASRİKA coğrafyası geleceğin süper gücü adayları arasındadır.

Müslümanlar ve Müslüman Devletler sıkıntı ve sorunlarının çözümleri için küresel güçlerden yardım dilemek yerine, artık kendileri çözüm yolları üretmenin yollarını aramalıdırlar. Çözüm yollarından biri ve bence en önemlisi de AB benzeri bir birlik oluşturmaktan başka bir şey değildir.

Gayret bizden tevfik Allah'tan.

Gürcan Onat, 07.02.2021, 24.00, Fatih.

 

NOT: Kongre bildirgesine aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz.

https://assamcongress.com/tr/kongre/assam-kongre-2020/kongre-bildirgesi.html 

ÇEVİK BİR-28 ŞUBAT-İSRAİL ÖRGÜSÜ

 “Middle East Forum” isimli bir web sitesi var. Bu sitede 2002 yılında “İstikrar İçin Formül: Türkiye Artı İsrail” başlıklı bir makale yayın...