“Halide Edib, İstiklal harbinde iki roman yazmıştı:
“Ateşten Gömlek” ve “Vurun Kahpeye”. Ateşten Gömlek kıymetli bir eser değildi,
yalnız adı güzeldi, zira Anadolu hakikaten ateşten gömlek içinde idi.
İkinci romanı “Vurun Kahpeye” hakikaten çok mühimdi.
Zira, zafer elde edildikten sonraki rota ve tandans gösteriliyordu. Din
düşmanlığı, fanatizmi, tutulacak sakat yolun önderliğini bu kitap yapıyordu.”
(Gördüklerim, işittiklerim, bildiklerim, sayfa:87)
“Atatürk’ün ölümünden sonra Halide Edib – Adnan Bey
memlekete avdet ettiler. Adnan bey artık erişilmez bir ilim adamı kisvesinde
idi. Dinler hakkında eserler de yazıyordu. Adnan beyin kitabını okuyan Refet Paşa:
-“Biz Halide hanımı Müslüman ettik zannediyorduk, meğer Halide Hanım Adnan beyi
Yahudi etmiş” demişti." (age. Sayfa: 88)
Bu cümleleri okuyunca doğal olarak irkildim; Millî
Mücadelenin meşhur kadını da mı Yahudi’ymiş. Biraz araştırdım, meğer baba
tarafından Yahudi imiş.
Şalom Gazetesi yazarı Tilda Levi de Halide Edip Adıvar’ın babasının
Yahudi olduğunu yazmış. Levi’nin, İpek Çalışlar’dan naklettiğine göre; “Selanik
kökenli Edib Bey, Bursa’da yaşamış, sonra İstanbul’a yerleşmiş. Yahudi olan
Edib Adıvar 25-30 yaşlarında Müslüman olmuş.” **
Şöyle düşünülebilir: - Ne olmuş Yahudi olmuş ise; bundan ne
zarar gelebilir ki?
Özellikle Osmanlının son dönemlerinde, devlet
mekanizmasında, bürokratlar içerisinde Yahudileri çok görmekteyiz; Yahudiler de
Ermeniler, Rumlar gibi Osmanlı’da Devleti aliyenin tebaalarıdırlar.
Zaten, Halide Edib’in babası da Müslüman olmuş. Ayaşlının ifadeleriyle;
“saraya mensup küçük bir memurdu. Yani Yıldız’da ufak, fakat uzun süren bir
memuriyet hayatı vardı.” (Age. Sayfa: 81)
Şahsen, benim için de Halide Edib’in etnik kimliği cihetiyle
Yahudi kızı olmasından ziyade, ülkemiz için yaptıkları daha önemlidir.
Ayaşlı hatıratında şunları yazmış: “Kızı ise saraya karşı
idi. Türkçü ve Turancı idi. Semitik bir Turancı, yani ırkçı! Bu günkü deyimle,
bir kafatasçı idi.” (Age. Sayfa: 81)
Halide Edib Suriye’ye vazifeli olarak gönderiliyor; Türk
kültürünü yaymak için mektepler açmak, Arap çocuklarına Türkçe öğretmek,
Türklüğü sevdirmek ve bu suretle Suriye Türkleşecek yani bir nevi Türk
misyoneri ve iyi niyet elçisi olarak çalışacak…
Mektep açılıyor fakat talebesi bulunmuyor. Cemal paşanın telkini
ve babasının zorlamasıyla, Münevver Ayaşlı 3 ay kadar bu mektebe gidiyor, kendi
ifadesi ile bir gün dahi ders görmüyor. Bu 3 ay zarfında, mevzusu tamamıyla Tevrat’tan
alınma, müziği de Lübnanlı bir bestekar Vedia Sabra tarafından bir opera
besteleniyor. Operanın ismi “Kenan Çobanları”. Bu opera sahneleniyor ve
valiler, kumandanlar, polis müdürleri huzurunda oynanıyor.
Ayaşlının, “gördüklerim işittiklerim bildiklerim” adlı kitabından,
bu hadisenin yorumunu noktasına, virgülüne dahi dokunmadan aynen aktarıyorum: “Bu
Kenan Çobanları operası benim içimi çok burkmuştu ve acı acı düşündürmüştü.
Zira bu temsil, memleketin mukadderatını ellerinde tutan kimselerin önünde
fütursuzca ve küstahça oynanıyordu. Bu temsil İsrail’in bir habercisi, bir
müjdecisi idi… Allah hiçbir milleti, kaba saba, kültürsüz, idraksiz, cahil idarecilerin
eline koymasın, zira izmihlal muhakkak…
Avanak avanak hepsi bu operayı seyrettiler, hiçbirinin aklından
bir şüphe bile geçmedi. İdarecisi olsun, kumandanı olsun, aydını olsun, hiç
birisi Halide Edib hanıma nezaketle olsun şöyle bir sual soramadılar: -
Hanımefendi, niçin başka bir mevzu değil de Tevrat’tan alınma bir mevzu
seçtiniz? Siz yüklenmiş olduğunuz bir vazifenin tam aksi istikamette bir
yol, bir gidiş tuttunuz ve İsrail propagandası yapıyorsunuz.
İşte gafiller, ahmaklar, korkaklar, küçücük bir kadından
bu kadar bir soruyu bile soramadılar.
O gün, Halide Edib, her zamandan daha kendinden emin,
daha gururlu ve daha mesafeli idi. Çok derinde, çok çok gizli de olsa, o gün
Halide Edib gerçek benliğini saklayamamış, kim bilir, ekabirin ahmaklığından o
kadar emindi ki, gelenlerin gaflet ve anlayışsızlığı ona cesaret ve cüret
veriyordu. Üstün zekasıyla bu gelenlere ne kadar yüksekten bakıyordu.”
Yıllar yıllar sonra, bu hanımefendi milli kahraman diye
birileri tarafından parlatıldı. Eserleri muhteşem eserler diye ders kitaplarına
konuldu, filmler, diziler çekildi. Hal bu ki; Ayaşlı’nın ifadesiyle, “Din
düşmanlığı, fanatizm ve tutulacak sakat yolun önderliğinden” başka bir
şey yapmıyordu”.
Tarihimizi doğru öğrenmez isek; geleceğimizi istikamet
üzerine, doğru bina edemeyiz.
Ne yazık ki, özellikle yakın tarihimiz diye bize
anlatılanlar, çoğunluk itibarıyla uydurma ve çarpıtmalardan ibaretmiş. Ayaşlı’nın
şahitliği bu nedenle çok önemlidir. Ayaşlı ile benzeri yerli ve milli insanları
bulup, onların bizzat işittikleri, gördükleri ve bildiklerini açığa
çıkartmamızın önemli bir vazife olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, gerçek tarihi
öğrenme yolunda kararlı, küçük adımları atmaya karar vermiş bulunmaktayım.
Yalana tahammülüm kalmadı. Yeter artık, gerçek tarihimi
öğrenmek istiyorum. Eğrisi büğrüsü, doğrusu yanlışı ile hakikatleri bilmek
istiyorum. Geleceğimizin hakikatler üzerinden oluşturulmasını istiyorum…
Çok basit ve fakat hayati öneme haiz bir soru soralım; İsrail’in
İran kapışmasında İran’ın içine sızmış İsrail ajanlarının neler yaptığını
gördük. Allah göstermesin, İsrail ile biz kısa vadede kapışırsak (ki uzun
vadede kesinlikle kapışacağız) acaba içimizde İsraillilere yardım edecek
hainlerimiz var mıdır, yok mudur? Eminim ki İran’dakinin en az 100 katı
hainimiz şu an içimizde mevcuttur.
O halde kritik görevlerdeki gizli Siyonistleri temizlemek,
en az FETÖ mensuplarını temizlemek kadar elzem ve mühimdir.
Allah yar ve yardımcımız olsun.
Gürcan Onat, 18. 07. 2025, Üsküdar.
Dipnot:
*Bu yazıdan önce kaleme alınan; Gerçek Tarihimizi Öğrenme
Yolunda Kararlı küçük Adımlar-1’in linkini, okumamış olanlar için burada
paylaşıyorum:
https://gurcanonat54.blogspot.com/2025/07/gercek-tarihimizi-ogrenme-yolunda.html
**https://www.salom.com.tr/arsiv/koseyazisi/75859/halidenin-yahudi-babasi
Yazınızdan çok istifade ettim. Çalışmalarınızın devamını merakla bekleyeceğim.
YanıtlaSil