31 Aralık 2019 Salı

YILBAŞI


31 Aralık geldi insanlar birbirlerinin yeni yıllarını kutlamaya başladılar. Bir Müslüman olarak ben biliyorum ki, bu kutlamanın bizim inancımızla, geleneğimizle ya da kültürümüzle hiçbir alakası yoktur. Hıristiyanlara sordum, onlar da; "bizimle alakası yok" dediler. Musevilere sordum onlar da; "bizimle alakası yok" dediler. Peki nereden çıktı bu kutlama?
Bazı kimseler; "takvim yılı değiştiği için, yani bir yıl daha gitti yeni yıl geldi, biz onu kutluyoruz" diyorlar. Bu da bana çok mantıklı gelmedi. Çünkü insan kutlayacak ise kendi yaş gününü kutlamalı çünkü kendisi için giden gelen yıl dönümü yaş günüdür.
Şöyle diyen de var; "efendim hayatımızda yeni bir defterin yeni sayfaları açılıyor, biz kapattığımız eski defteri gömüyoruz, yeni açılan defterin, yeni tertemiz sayfalarına güzel şeyler yazılsın temennisinde bulunuyoruz." Bu hiç de doğru değil, zira takvimde değişen rakamlar senin defterini değiştirmezler, defter değiştirmek istiyorsan onun tek bir yolu vardır, onu da hayrıma haydi ben söyleyivereyim; tevbe istiğfar! Yani bir insan geçmiş hayatına, hatalarına, günahlarına pişman olup, canı gönülden tevbe etse ve bir daha da asla ve kesinlikle o eski hayatına dönmemeye azmetse, işte o zaman eski defter gerçekten tamamen kapatılıp, rafa kalkar ve hayatında yepyeni bir defterin pürüzsüz, tertemiz, bembeyaz sayfaları açılır.
O halde nedir, bu yılbaşı? Biz neyi kutluyoruz?
Anlayabilen söylesin.
Gürcan Onat, 31.12.2019, 23.55, Fatih.

DANIŞMAN PAŞANIN GÜNDEMİ


Birileri yine topluca saldırıya geçmiş.
"Cumhurbaşkanı Başdanışmanının gündemi Mehdi imiş" manşeti atarak, söylediklerini çarpıtıp akıllarınca yeni tezgahtarlıklar yapıyorlar.
Hemen sözün başında ifade edeyim ki, birileri tarafından saldırıya uğramak bizim için bir şereftir, imanımızın ve doğru yolda olduğumuzun bir göstergesidir. Elhamdülillah. Ya aksi olsaydı, Cumhuriyet gazetesi, Sözcü, Odatv ve Fox denilen kanal tarafından iltifat görseydik, Allah muhafaza eylesin, o zaman imanımızı sorgulamamız ve tövbe ederek, gittiğimiz yoldan dönüş yapmamız gerekirdi.
Ahmaklar ve kötü niyetliler için değil de, işin aslı nedir diye merak eden samimi insan evlatları için bir şeyler yazmak icap etti.
Cumhurbaşkanımızın danışmanı Adnan paşam için yazılanlar sözlerinin çarpıtılmasından başka bir şey değildir. Sözlerinin çarpıtılması iki nedenle olabilir, ya ahmaklık ya da kötü niyet.
Ahmak nedir, TDK sözlüğünden bakalım; "Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal". Bu tür insanlarla muhatap olamayız, bunlara söyleyecek bir sözümüz de olamaz, ahmaklıklarına devam etsinler.
Kötü niyetliler ise dine ve dindar insanlara savaş açmış insanlardır. Bu insanlara da söyleyecek sözümüz yoktur, onlar da iftiralarına devam etsinler. Biz de yolumuza...
Bir de Müslüman bir ailede doğup, Müslümanların içinde yetişip, Müslümanları beğenmeyen, kişisel gelişimini tamamlayamamış ve fakat egosu çok yüksek, kendini çok akıllı ve kültürlü zanneden, batı hayranı, solculara özenen ve laikçilere yaranmaya çalışan zavallılar var. Bunlar Müslümanlara saldırmayı kendilerine vazife bilmektedirler. Bu kompleksi insanlara ne diyebiliriz, Allah akıl fikir versin, demekten başka.
Fasığın getirdiği haberi tetkik etmeden yorum yapan Mehmet Metiner gibi kişiler ise, eğer özür dileyip, hatalarını düzeltmezlerse hakkımızı helal etmiyoruz, ahrette iki elimiz yakalarında olacaktır.
Yalan ve çarpıtılmış haberin aslına gelince, Adnan paşam kendisi bir yazı kaleme alarak, basına sundu. Bakın Adnan paşam yazısında ne söylüyor:
"İslâm Ülkelerinin Ortak Savunma Sanayi Üretimi imkân ve Usullerini belirlemek amacıyla planlanan ve 19-20 Aralık 2019 tarihlerinde icra edilen “ASRİKA (ASYA-AFRİKA) ORTAK SAVUNMA SANAYİ ÜRETİMİ” Konulu “3. Uluslararası ASSAM İslâm Birliği Kongresi”nin açılış ve kapanış konuşmaları ile Kongre sırasında yapılan söyleşilerdeki bir söylemim istismar
edilmektedir. Bu söylemim; İslâm Ülkelerinin ittifak için çalışmadıklarını ELEŞTİRMEK üzere, bir hatıramı aşağıda sunduğum kapsamda nakletmek için olmuştur.
“Dünya üzerindeki İslâm Âlimleri ile görüştüğümüzde sorularımıza şöyle cevap alıyoruz:
 Ben "İslam Birliği olacak mı?” Diye soruyorum.
 Muhatabım “Olacak” diyor.
 Ben, “Nasıl olacak?” diye soruyorum.
 Muhatabım, “Mehdi Hz. geldiği zaman” diyor.
 Ben, “Mehdi Hz. ne zaman gelecek?” diye soruyorum.
Bu cevaplar karşısında, “Pekiyi bizim üzerimize düşen bir görev yok mu? Biz ortamı hazırlamadan Allah Mehdi Hazretlerini gönderir mi?” diyerek, İslâm Dünyasının ittifak için duyarsız kalmasına tepkimi dillendirdiğim diyalogumuz, bilinçli veya bilinçsiz olarak yanlış alanlara çekilmeye çalışılmıştır. Bu diyalogu her fırsatta anlatmamın sebebi, İslâm Dünyasının gafletten uyanıp, Mehdi’yi bekleme mazeretine sığınmayıp, İslâm Birliği için gayret göstermesi gerektiğine işaret etmek içindir."
Yani bir konu ancak bu kadar çarptırılıp, tamamen ters yüz edilerek haber yapılır. İşte bunu yapan ya ahmaktır, ya da kötü niyetlidir, var mı başka bir izahı?
Adnan paşam gibi ilerlemiş yaşına rağmen, memleket sevdalısı olarak canla başla çırpınıp, didinen adeta kendisini yurduna vakfetmiş olan bir insan, üstelik naif, ince ruhlu, duygusal ve vicdan sahibi muhterem bir şahsiyet, böyle yarım akıllı ve kötü niyetli üç beş kişi tarafından yalan ve iftiralarla tahkir edilmeye çalışılsın. Zavallılar Adnan paşamı yakinen bir tanımış olsanız ne büyük yanlış içerisinde olduğunuzu  anlarsınız.
Gerçi biz sizin ve yularınızı elinde tutan sahiplerinizin derdinin ne olduğunu biliyoruz. Sizin derdiniz:  ASSAM ve SADAT.
Çatlasanız da patlasanız da ASSAM ve SADAT hak bildiği yolda yürüyecektir.
Nedir ASSAM'ın amacı, hemen yazalım, bu vesile ile ASSAM'ı da tanıtmış olalım.
ASSAM “Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği”, İslâm Ülkelerinin bir irade altında toplanması için gerekli müesseseler ve bu müesseselerin olması gereken mevzuatını araştırarak, yöneticiler için bir İSLÂM BİRLİĞİ MODELİ sunmak üzere kurulmuş, fikri araştırmalar yapan bir Sivil Toplum Kuruluşudur. 2017 yılına kadar fikri alt yapısını oluşturan araştırma merkezimiz tarafından, ilki 2017 yılında olmak üzere, her yıl birini icra etmek üzere, yedi  “ULUSLARARASI ASSAM İSLÂM BİRLİĞİ KONGRESİ” planlanmıştır.  
2017, 2018 ve 2019 yıllarında icra edilen kongreler ve kongre sonunda yayınlanan sonuç raporları ve deklarasyonları ASSAM WEB Sitesindedir.
ASSAM’ın amacı, modern devlet anlayışı ve İslâm fıkhı ışığında, yönetim şekli ve kurumları ile günümüzde uygulanabilen bir BİRLİK MODELİ ortaya koymaktır.
İslâm Birliği için “Geçmişten Geleceğe Yönetim Biçimleri” temalı birinci kongremizden sonra DOKUZ BÖLGESEL FEDERASYON ve bu bölgesel İslâm Federasyonlarının oluşturduğu KONFEDERAL bir yapı ile bir irade altında toplanarak İSLÂM BİRLİĞİNİN oluşturulmasını mümkün gördüğümüzü belirttik.
"İslâm Ekonomisi ve Ekonomik Sistemler" temalı ikinci kongremizden sonra yayınladığımız deklarasyonda özetle;
 İslam ülkeleri arasında gümrük birliğinin tesisini,
 İslam ülkeleri arasında ortak pazarın kurulmasını,
 İslam ülkeleri arasında para birliğinin kabul edilmesini,
 Birlik üyeleri arasında ticaret bölgelerinin kurulmasını,
 Zekât müessesine, ortak bir fon halinde devletlerin kontrolünde kurumsal bir hüviyet kazandırılmasını,
 Birliğe bağlı Ticaret Odasının, Ticaret Mahkemesinin, Vakıfların kurulmasını
 İslami elektronik dinar para biriminin (ASRİKA Dinarı) oluşturulmasını,
 Ortak pazar ve ortak üretim ve AR-GE teşvik fonu oluşturulmasını,
 Ortak yatırım fonu ile kaynak planlama çalışması yapılmasını,
 AR-GE ve İnovasyon faaliyetleri için ortak bir kuruluşun oluşturulmasını,
 İslam ülkelerinin maden, enerji, tarım, ulaşım ve telekomünikasyon ile gıda sektörlerinde İslam ülkeleri arasında kooperatiflerin-el birliği sistemlerinin kurulması ve İslami finans kuruluşlarının desteklenmesini,
 ASRİKA, BANKALAR ARASI FİNANSAL AKTARMA MERKEZİ (ASRİKA- BAFAM)’nin kurulmasını,
 Üye ülkeler arasında dış ticaret hacmini arttırmaya yönelik tedbirlerin alınmasını,
 İslam ülkeleri arasında, Ticaret merkezlerinin kurulması, tercihli ticaret anlaşmalarının yapılmasını,
 İslâm Ülkeleri arasında dil, din, tarih bileşkesinde oluşan kültürel yakınlığın geliştirilmesi, güçlü bir siyasi iradenin oluşturulmasını, önerdik.
ASSAM müşavereye önem veren, halkın iradesini öne çıkaran, demokratik bir sistemin İslâm Birliği için tesisini isteyen ve bu ilkeler doğrultusunda bir MODEL ortaya koymaya çalışan bir MİSYONA sahip bulunmaktadır.
ASSAM mensuplarını ve bu merkezin başında olarak Adnan paşamızı hurafelere inanan, mecnun, sağlam dini akidelere vakıf olmayan düşünce yapısına sahip kimseler zannedenler bilsin ki biz öyle değiliz. Biz Türklere Anadolu kapılarını açan Sultan Alparslan, Konstantiniyyeyi fetheden kumandan Fatih Sultan Mehmet, zor zamanındaki devleti aliyyeyi yedi düvele ve içteki hainlere karşı 33 sene muhafaza eden ulu hakan Abdulhamit Han, 28 Şubatta BÇG çetesine ve 15 Temmuzda FETÖ'ye memleketi teslim etmeyen Milletin ta kendisiyiz.  
SADAT'a gelince yıllarca anlattık ama tekrar söyleyelim, SADAT “Uluslararası Savunma Danışmanlık A.Ş.” bir şirkettir. SADAT'ın kendi Web sitesinde detaylı bilgi mevcuttur.
Sözü İstiklal Marşımızdan bir kıta ile tamamlayalım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
«Medeniyet! » dediğin tek dişi kalmış canavar?
Gürcan Onat, 31.12.2019, 21.50, Fatih.

30 Kasım 2019 Cumartesi

SURİYE'DE GÜVENLİ BÖLGE HALA SICAK


Bugün, 29 Kasım 2019 Cuma, Suriye'den gelen son dakika sıcak bilgileri paylaşalım;
1. Rakka'nın kuzeyindeki Aynisa ilçesi çevresinde aralıklarla çatışmalar yaşanıyor.
2. TSK destekli Milli Ordu Kuvvetleri Telabyad çevresinde bulunan çok sayıda mayını imha etti.
3. Haseke'nin güneyindeki Medeş köyünde kimliği belirsiz kişiler tarafından açılan ateş sonucu 2 YPG/PKK'lı terörist öldü.
4. Muhalif gruplar Lazkiye kırsalındaki Kabine bölgesinde rejime ait bir tankı imha etti ve çok sayıda rejim askerini etkisiz hale getirdi.
5. Afrin'de Raco caddesindeki Nevruz bulvarı yakınlarında patlama meydana geldi.
6. TSK destekli Milli Ordu Kuvvetleri ile rejim destekli YPG/PKK'lı teröristler arasında Münbiç'in kuzeybatısındaki Yalışlı cephesinde çatışmalar yaşandı.
7. TSK'ya ait SİHA'lar Telabyad'ın batı kırsalında terör örgütü YPG/PKK'ya ait 3 aracı vurdu.
8. Aynisa hattında çatışmalar yeniden başladı.
9. Güvenlik güçleri Cerablus'un güneyindeki Camil köyü yakınlarında bomba yüklü bir motosiklet ele geçirdi.
10. TSK destekli Milli Ordu Kuvvetleri ile YPG/PKK'lı teröristler arasında Resulayn'ın güneydoğusundaki Um'ul Keyf köyünde aralıklarla çatışmalar yaşanıyor.
Gelen haberler bölgenin ne kadar sıcak olduğunu ve hala terör örgütünün faaliyet gösterdiğini açıkça gösteriyor. Yani mutabakat yaptığımız ABD ve Rusya kendi sorumluluklarını yerine getirmemişlerdir. Bugün Maltepe Küçükyalı’da düzenlenen Marmara Üniversitesi Recep Tayyip Erdoğan Külliyesi Temel Atma Töreninde konuşan Başkan Recep Tayyip Erdoğan, bu konuya değinerek şu sözleri ifade etmiştir: "Ülkemize verilen ve tutulmayan sözler için ilanihaye bekleyecek değiliz. Hala saldırılar oluyor. Bu duruma seyirci kalacak değiliz. Güvenli bölgeden yönelen tehditler bertaraf edilmezse bu işi kendimiz yapmaktan çekinmeyiz."
26 Kasım Salı günü icra edilen son MGK toplantısında yine bu husus gündeme alınmış ve değerlendirmeler, sonuç raporunun 2. ve 3. maddelerinde şu şekilde yer almıştır; "2....bölgede barış ve istikrar ortamının tesis edilmesi sürecine katkıda bulunan harekâtın, amacına ulaşana kadar sürdürüleceği ve sivillerin zarar görmemesi için her türlü tedbirin alınmakta olduğu vurgulanmıştır. 3. Suriye’de güvenli bölgenin tesisi amacıyla imzalanan mutabakatların tarafı ülkelerden, telrıfat ve münbiç bölgeleri dâhil başlattıkları teröristten arındırma çalışmalarının bir an önce tamamlamasının beklendiği ifade edilmiştir."
Cumhurbaşkanımızın sözleri ve MGK'nda alınan kararlar gayet açık ve nettir. Ben şu şekilde anlıyorum; mutabakat metnine imza koyan ABD ve Rusya taahhütlerini yerine getirmelidir, eğer bu iki devlet vazifelerini yapmazlar ise artık daha fazla beklemeye tahammülümüz kalmamış olup, harekata bıraktığımız yerden devam edeceğiz. Daha önce ilan etmiş olduğumuz derinlikte ve sınır hattımız boyunca temizliğimizi kendimiz yaparız.
Bütün dünya bizim ne kadar kararlı olduğumuzu anlamalı ve bilmelidir. Türkiye hafife alınacak, oyalanılacak ve üzerinde planlar yapılacak bir ülke değildir. Bunu herkes artık çok iyi anlamak ve idrak etmek zorundadır.
Yani sevgili dostlar ben orta vadede yeni bir askeri harekat bekliyorum, çünkü ne ABD ve ne de Rusya'dan sözlerini yerine getireceklerine dair bir emare veya bir tavır görülmemektedir.
Bunda da bir hayır vardır, belki böylesi bizim milli menfaatlerimiz açısından çok daha güzel bir sonuç getirebilecektir. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin dediği gibi:
Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Ârif onu seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Vesselam.
Gürcan Onat, 29.11.2019, 20.00, Fatih.

12 Kasım 2019 Salı

KIRAN OPERASYONLARI PKK ve ASDER-ASSAM RAPORU


İlki 17 Ağustos'ta başlatılan Kıran operasyonları kapsamında, bugüne kadar toplam 103 terörist etkisiz hale getirildi. Güvenlik güçlerince imha edilen 169 mağara, sığınak ve depoda çok sayıda silah-mühimmat, gıda ve yaşam malzemesi ele geçirildi. 19 İşbirlikçi yakalandı.
Kıran 1; Hakkari, Van, Şırnak ara hattında yapıldı.
Kıran 2; Mardin, Batman, Şırnak ara hattında yapıldı.
Kıran 3; Siirt, Şırnak ara hattında yapıldı.
Kıran 4; Kars, Ağrı, Iğdır ara hattında yapıldı
Kıran 5; Diyarbakır, Bingöl, Muş kırsalında halen devam ediyor.
İçişleri Bakanlığının koordinasyonunda yürütülen Kıran operasyonlarının genişleyerek sürdürülmesi planlanıyor.
Diyarbakır Valiliğinden yapılan açıklamada; devam etmekte olan Kıran-5 operasyonunda 11 Kasım 2019 Pazartesi itibariyle, bölücü terör örgütü mensuplarınca kullanılan toplam 20 adet kış sığınağı tespit edildi. Bu sığınaklarda ve toprağa gömülü olarak pek çok mühimmat ve yaşam malzemesi ele geçirildi.
17 Ağustostan günümüze neredeyse 3 ay tamamlanmak üzere. Bu 3 ay zarfında doğrusu epey temizlik yapıldı. Peki üst düzey yöneticilerinden de epey zayiat veren PKK ne durumda; yani bitti mi, bitiyor mu; bitecek mi?
Son sorudan başlayayım; elbette bitecek, hiç çaresi yok. Çünkü o kadar kararlıyız ki, bu kararlığımız karşısında bitmekten başka çaresi yoktur.
Şu an bitti mi? Henüz bitmedi.
Bitiyor mu? Emareleri görünmeye başladı.
Öncelikle şunu kafamıza koymamız gerekir ki terör örgütleri hiç bir zaman sıfırlanmaz. Başka tarafa kaydırılır. Çünkü terör örgütleri artık günümüzde şirket haline gelmiş olduklarından ve bu şirket sahipleri başka bir iş yapamayacaklarından, yani halkın içine girip, aralarına karışamayacaklarından ve daha da önemlisi büyük sahiplerinin dünya hırs ve planları bitmeyeceğinden, bu örgütler bulundukları yerde artık iş yapamaz haline gelince, yeni görev tanımları ile, yeni mekanlarına kaydırılırlar. Biz, son zamanlardaki kararlılığımız ve icra ettiğimiz bütün operasyonlarımız ile PKK için artık bu topraklarda hayat hakkı olmadığını bütün dünyaya; yani hem kendilerine, hem de sahiplerine ispat etmiş bulunduk.
Çok kısa olarak, fazla detaya girmeden silahlı kuvvetlerimizin son zamanlarda icra ettiği operasyonlardaki bu başarılarını neye borçlu olduğumuzu da ifade etmiş olayım; öncelikle silahlı kuvvetlerden ve kamudan FETÖ mensuplarının temizlenmesi diyebilirim, çünkü istihbarat veriyorlardı. İkinci olarak, silah teknoloji ve mühimmatta yerliliğimiz ve ulaştığımız yüksek seviye diyebiliriz, çünkü SİHA'lar göz açtırmıyor. Üçüncüsü, devlet olarak kararlılığımız ve halkın artık bu teröristlerden kurtulmak istemesi diyebilirim, çünkü sahada istihbaratımız çok güçlü. Dördüncüsü, sınır ötesinde yaptığımız harekatlar diyebiliriz, çünkü artık içeri girişler çok zorlaşmıştır. Beşincisi de ABD ve Rusya ile vardığımız  son mutabakatlar diyebiliriz, çünkü onlara yeni Türkiye'nin ne olduğunu ispatladık.
Evet PKK darma duman ama bence asıl önemli olan konu PKK değil, PKK'nın ilk çıktığı seksenli yıllardan bugüne kadar güney doğu bölgelerimizde yaptığı tahribattır. Marksist Leninist ve ateist bir yapıda görünmeye başladığı ilk günden itibaren, Şafii mezhebindeki, dinine ve inançlarına çok bağlı olan bu Kürt coğrafyasında hedeflerini açık bir şekilde dillendirmeye başlayarak, yoğun propaganda ile gençlerin ve çocukların beyinlerini yıkadılar. Bu hedeflerinden birincisi bölgedeki dini inançları yıkarak, (güya) özgürlük getirmek. İkincisi ise kadınları, kızları geleneklerden kurtararak, (güya) hürriyetlerine kavuşturmak. Doğrusunu isterseniz  geçen bu otuz beş senede neredeyse, büyük ölçüde bu hedeflerine ulaştılar diyebilirim. 1981 yılında Cizre'ye ilk seyahatimi gerçekleştirmiştim. O günden bu güne bölge halkı tanınmayacak derecede değişti dersem, mübalağa etmiş olmam.
Bir de, biz ASDER-ASSAM olarak, 09-22 Aralık 2014 tarihleri arasında bölgeye raporlama maksadıyla gittik.
2015 yılında "Çözüm Sürecinin Ulaştığı Aşamada ASDER-ASSAM Raporu" olarak izlenimlerimizi kitap haline getirip, Cumhurbaşkanlığından başlamak üzere, kamuda ve sivil toplumda ilgili tüm birimlere bu kitabı gönderdik. Bir de basın açıklaması yapmıştık.
Bu rapor çok önemli  tespitleri içeriyordu. Bugün hala bölgede kalıcı çözüm isteniyorsa, PKK ve benzeri bütün terör örgütlerinden tamamen temizlenmek isteniyorsa, bu raporda ifade edilmiş olan hususlar tek tek ele alınmalıdır.
Bu raporu bugün dile getirmemin sebebi, Kıran operasyonlarının yapıldığı bölgelerde, biz beş sene önce dörder kişiden oluşan üç tim olarak dolaşıp, en üst kamu personelinden halka kadar, iş adamlarından, odalardan, sendikalardan, sivil toplum kuruluşlarından, belediye başkanları ve kanaat önderlerine kadar herkes ile ayrı ayrı görüşmüş, bölgenin nabzını gerçek anlamıyla tutup, rapora dökmüştük.
Benim de içinde bulunduğum birinci tim, Mardin ve Şırnak illeri ile Kızıltepe, Nusaybin ve Cizre ilçelerindeydik.
İkinci tim, Şanlıurfa, Batman ve Diyarbakır illerindeydi.
Üçüncü tim, Van ve Hakkari illerindeydi.
En önemlisi halkın da nabzını tutmayı becerebilmiştik. Bugün PKK'nın gerçek anlamda bitirilmesini istiyorsak, yöre halkının duygu ve düşüncelerini hakiki anlamda görmek ve anlamaktan başka çıkar yolunuz yoktur.
Rapordan şimdilik, sadece; "Bölgenin Hali Hazır Toplumsal Yapısı-Gruplar" başlığıyla verdiğimiz, "Birinci Bölüm"ünden özetleme yapmak istiyorum:
"Bölgede nüfusun çoğunluğunu teşkil eden; sosyal açıdan dört faklı Kürt topluluğunun oluştuğu tespit edilmiştir. Tespit edilen bu gruplar ve yapıları aşağıdaki gibi açıklanabilir.
Birinci Grup Kürtler: Ehli sünnet ve ümmet anlayışına, İslami düşünce hassasiyetine sahip olan gruptur. Bunlar Türklerle Kürtlerin iç içe girdiği, kız alıp verildiği ve etle tırnak gibi bir birinden ayrılmaz bir birliktelik içerisinde olduğunu savunan topluluklardan oluşmaktadır. Bu grup Türkiye'den ayrılmayı istememekte, silahlı mücadeleyi de asla tasvip etmemektedir. Sorunu rejim sorunu olarak görmektedirler.
İkinci Grup Kürtler: Bunlar da ehli sünnet olmakla beraber, Kürtlerin Kur'an'a göre Allah'ın her millete tanıdığı yaradılış haklarından mahrum edildiklerini belirtmekte, Kur'an ve sünnete uygun temel hak ve özgürlüklerin Kürtlere de tanınması gerektiğini ifade etmektedirler. Devletin Kürtlerle alakalı meseleleri çözmekte yetersiz kaldığını düşünmekte, temel özgürlüklerin verilerek, akan kanın durdurulmasını istemektedirler.
Üçüncü Grup Kürtler: Marksist-Leninist bağlamda PKK sempatizanları olan kesimi oluşturmaktadırlar. Nispeten azınlıkta olan bu silahlı siyasal grup, her durumda Türklerin Kürtlere baskı ve zulüm yaptıklarını, Kürtlere hayat hakkı tanınmadığını düşünmekte ve bu hakların elde edilmesi için silahlı mücadeleyi tam desteklediklerini ifade etmektedirler.
Dördüncü Grup Kürtler: Bunlar Hür Dava Partisi (HÜDAPAR) taraftarlarından oluşmaktadır. Bu oluşum siyasi nitelikte olup, 1990'lı yıllarda "Hizbullah" ismi altında silahlı faaliyet gösteren ancak daha sonra silahlı mücadeleyi terk ederek, devletin sadece HDP'yi değil, bölgede kendilerinin de dikkate almasını isteyen, muhafazakar kesimi temsil eden bir gruptur."
Rapordan şimdilik bu kadar alıntı ile yetinelim, zamanı geldikçe gerekli bölümleri aktarmaya devam ederiz, ama benim bu yazımda asıl değinmek istediğim husus, bölgede terörü tamamen bitirmek istiyorsak, bölge halkını çok iyi tahlil etmek, isteklerini, duygu ve düşüncelerini iyi anlamak gerektiğinin önemini vurgulamaktır. Bu grupların nüfustaki yüzdelik oranlarını şu an tahmin edemeyeceğim, lakin zaman içerisinde değişmeler gösterebileceği de bir gerçektir.
Mercek altına almamız gereken bir konu da, okullardaki eğitim oranının o yıllarda çok düştüğü ve seviyesinin oldukça aşağılara inmiş olduğu idi. Şu an hangi seviyede bilemiyorum.
Dağda, ovada , yaylada silahlı güçlerimiz destanlar yazabilir, ama bölgede, köy ve kent merkezlerinde kalıcı huzur istiyorsak yöre halkının, yani vatandaşlarımızın, yani kardeşlerimizin taleplerini çok iyi anlamak, idrak etmek ve yerine getirmek zorunda olduğumuzun bir hak ve hakikat olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız , vesselam.
Gürcan Onat, 12.11.2019, 01.00, Fatih.

8 Kasım 2019 Cuma

MEVLİT KANDİLİ KUTLANMALI MIDIR?


Mevlit kandili kutlanmalı mıdır?
Bu sorunun cevabını verebilmek için gelin tarihe bir göz atalım.
"Resûl-i Ekrem, İslâm tarihçilerinin çoğuna göre Yemen valisi Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak üzere Mekke’ye saldırdığı ve Fil Vak‘ası denilen olayın meydana geldiği yıl doğmuştur, bu tarih milâdî 569, 570 veya 571’dir. Yine genellikle kabul edildiğine göre Rebîülevvel ayının 12’sinde ve gündüz dünyaya gelmiştir. Doğumun pazartesi günü olduğu ise daha sahih rivayetlere dayanmaktadır. Hz. Peygamber’in sağlığında onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefâ-yi Râşidîn dönemiyle Emevî ve Abbâsî devirlerinde de mevlidle ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır. 
Mısır’da Şiî Fâtımî Devleti kurulunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümü Muiz-Lidînillâh döneminden (972-975) itibaren resmî törenlerle kutlanmaya başlanmıştır. Hz. Peygamber’in yanında Hz. Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin ve o günkü halifenin mevlidlerinin de kutlandığı, aynı zamanda receb, şâban ve ramazan aylarındaki kandiller ile ramazan ve kurban bayramları gibi vesilelerle düzenlenen diğer bazı resmî kutlamaların da ilk örneklerinin yaşandığı bu dönem İslâm tarihinde zengin bir şölen geleneği oluşturmuştur.
Fâtımîler zamanındaki törenlerde rebîülevvel ayının 12. gününde sabahtan başlamak üzere öğleye kadar 300 tepsi helva kādılkudât ve dâidduât başta olmak üzere kurrâ, hatipler ve diğer görevlilere dağıtılırdı. Halifenin öğle namazını kılmasının ardından kādılkudât ve diğer görevliler topluca Ezher Camii’ne gider, burada hatim okunduktan sonra “manzara” adı verilen tören yerine geçerlerdi. Kahire valisi düzeni sağlamak üzere önceden yerini alırdı. Halife de maiyetiyle birlikte gelir, önce kādılkudâtı, ardından  sâhibülbâbı ve daha sonra diğerlerini selâmlardı. Tören Kur’an tilâvetiyle başlardı; ardından sırasıyla Enver (Hâkim), Ezher ve Akmer camileri hatipleri birer hutbe okuyup, halife için dua ederlerdi. Bu sırada kurrâ tilâvetini sürdürürdü. Hutbelerden sonra halife törendekileri tekrar selâmlayınca resmî kutlama tamamlanmış olurdu. Bu kutlamaların üst düzey görevlilerin katıldığı bir devlet töreni çerçevesinde yapıldığı ve halkın geniş bir katılımının olmadığı anlaşılmaktadır. Özellikle Sünnî çoğunluğun kutlamalara iştirak etmediği bilinmektedir. Fâtımîler zamanında Hz. Peygamber’in ve Ehl-i beyt’in doğum yıl dönümlerinin kutlanması dinî hassasiyet yanında siyasî meşruiyet açısından da önem taşıyordu.
Eyyûbîler zamanında birçok bayram ve tören kaldırıldığından mevlide de özen gösterilmediği ve halkın bunu evlerinde kutladığı anlaşılmaktadır. Ancak Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kayınbiraderi Erbil Atabegi Begteginli  Muzafferüddin Kökböri (1190-1233) mevlidi büyük törenlerle yeniden kutlamaya başlamıştır. Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin bir kutlama sırasında 5000 koyun, 10.000 tavuk ve 100 at kesildiğini, 100.000 tabak yemek ve 30.000 tepsi helva dağıtıldığını kaydetmesi törene katılanların sayısı hakkında bir fikir vermektedir. Ulemâ ve tasavvuf ehlinin ileri gelenleri bu törenlerde hazır bulunur, Kökböri kendilerine hil‘atler giydirir ve hediyeler verirdi. Sûfîler de öğle vaktinden fecre kadar zikir ve semâ meclisleri düzenlerdi. Hankahta 800-1000 kadar sûfî toplanır, Kökböri de aralarında yer alırdı. Her yıl mevlid törenleri için harcanan paranın 300.000 dinarı bulduğu kaydedilmektedir. Törenlerin yapılacağı yerde sultan, ümerâ ve devletin diğer ileri gelenleri için her biri dört veya beş bölümden meydana gelen yirmi kadar ahşap barınak (kubbe) yapılarak, süslenir, hepsine ayrı ayrı çalgıcı ve şarkıcılarla, gölge oyunu oynatan gruplar yerleştirilirdi. Kökböri her gün ikindi namazından sonra barınakları dolaşıp, halkın da katıldığı eğlenceleri seyrederdi. Hz. Peygamber’in doğum günüyle ilgili kutlanan mevlidden iki gün önce çok sayıda kurbanlık hayvan meydana getirilerek kesilir ve kazanlar kaynatılırdı. Mevlid gecesi Erbil Kalesi’nde akşam namazının ardından zikir ve semâ meclisi düzenlenir, sultan da mum alayı ile hankaha gelirdi. Hil‘atler mevlid sabahı sûfîlerin elleri üzerinde kaleden hankaha getirilir, âyan ve halkın hazır bulunduğu geniş bir meydanda ordu geçit resmi yapar, vaaz verilir, bu sırada hil‘atler dağıtılır, yemekler yenirdi. Akşam yine hankahta zikir ve semâ meclisi düzenlenirdi. Sona eren kutlamaların ardından misafirler memleketlerine dönmeye başlardı.
Endülüslü seyyah İbn Cübeyr, 579’da (1183) Mekke’de gördüklerini anlatırken Resûl-i Ekrem’in doğum yıl dönümünde doğduğu evin ziyarete açıldığını belirtir. Bu ev daha önce Hârûnürreşîd’in annesi Hayzürân  tarafından tamir ettirilip mescide çevrilmişti
Osmanlı Hükümdarı III. Murad, 996 (1588) yılında merasimle mevlid kutlamalarını başlatmakla birlikte resmî olmasa da Osmanlı Devleti’nde kutlamaların bundan önceki dönemlerde de yapıldığı bilinmektedir. Sultan Ahmed Camii’ndeki kutlamalarda padişah, sadrazam, şeyhülislâm, vezirler, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri, diğer mülkî ve askerî erkânla ulemâ resmî kıyafetleriyle hazır bulunurdu. Balkanlar’ın fethiyle birlikte bu coğrafyada da mevlid törenleri yapılmaya başlanmıştır.
Eyüp Sabri Paşa’nın kaydettiğine göre Rebîülevvelin 12’si Medine’de resmî tatil olup kaleden toplar atılır ve o gün dükkânlar açılmazdı. İnsanlar güzel elbiseler giyerek dolaşır ve birbirini tebrik eder, bu gece Mescid-i Nebevî’de ihya edilirdi. Sabaha karşı Bâb-ı Nisâ önünde toplanılır, burada kurulan kürsü üzerinde güneşin doğmasıyla birlikte beş hatipten ilki bir hadis okuyup padişah için dua eder, diğerleri sırasıyla mevlidin vilâdet, radâ ve hicret bahirlerini okurlar, sonuncusu dua ederdi. Daha sonra halk ikram edilen şerbeti içip dağılırdı. Mevlid kutlaması 1910 yılından itibaren Osmanlı Devleti’nde resmî bayramlara dahil edildiyse de Cumhuriyet’in ilânından sonra kaldırılmıştır. Osmanlı'lardan günümüze uzanan mevlid geleneğinde törenler büyük bir ciddiyetle yerine getirilirken Mısır ve Kuzey Afrika gibi bölgelerde görülen ve dinî ölçüleri zedeleyen uygulamalardan titizlikle kaçınılmıştır.
Günümüzde mevlid, Suudi Arabistan hariç Kuzey Afrika’dan Endonezya’ya kadar İslâm ülkelerinde -bazılarında resmî, bazılarında gayri resmî olarak- yaygın biçimde kutlanmaktadır. Türkiye’de yalnız ramazan ve kurban bayramları resmî bayram kabul edilmekle birlikte, Hz. Peygamber’in doğum günü uzun yıllardır Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği çok yönlü etkinliklerle kutlanmaktadır. 1989 yılında “Kutlu Doğum Haftası” adıyla başlatılan ve bazen hicrî takvim bazen da milâdî takvim esas alınarak düzenlenen bu etkinlikler 2010 yılında yayımlanan bir yönetmelikle resmî bir kutlama haftası niteliği kazanmış, 2017 yılında çıkarılan yeni bir yönetmelikle haftanın adı “Mevlid-i Nebî Haftası” olarak, kutlama tarihleri de hicrî takvime göre rebîülevvel ayının on ikinci günü başlayacak şekilde değiştirilmiştir.
Mevlid kutlamaları sırasında Resûl-i Ekrem’in doğumunu anlatan, bu vesileyle methini de içeren ve genel olarak “mevlid”, Kuzey Afrika’da ise “mevlidiyye” olarak anılan şiirlerin okunması gelenek halini almıştır. Bunların en meşhurları arasında Arap dünyasında Kâ‘b b. Züheyr’in  aîdetü’l-bürde’si, Bûsîrî’nin aynı adla da anılan el-Kevâkibü’d-dürriyye fî medi ayri’l-beriyye ve el-aîdetü’l-hemziyye’si ile Şemseddin İbnü’l-Cezerî’nin Mevlidü’n-nebî, Ca‘fer b. Hasan el-Berzencî’nin el-ʿİdü’l-cevher’i (Mevlidü’n-nebî); Türk dünyasında Süleyman Çelebi’nin  Vesîletü’n-necât’ı anılabilir.
Fıkhî Hükmü. Hz. Peygamber zamanında ve ondan sonraki birkaç asır boyunca kutlanmayan mevlidin dinî açıdan meşruiyeti ulemâ arasında tartışılmıştır. Mâlikî fakihi İbnü’l-Hâc el-Abderî (ö. 737/1336)  bid‘at  konularına geniş yer verdiği el-Medal adlı eserinde mevlidin Resûlullah devrinde ve ona son derece bağlı olan ashap ve tâbiîn (Selef) zamanında kutlanmadığını, dolayısıyla bid‘at olduğunu söyleyerek mevcut uygulamalara şiddetle karşı çıkar. Ayrıca kutlamalar sırasında kıraat, zikir ve ibadet yanında çalgı çalınıp şarkı söylenmesinin, kadın ve erkeklerin bir arada bulunmasının da dinin yasakladığı hususlar olduğunu anlatır ve mevlidin harama vesile kılındığını belirtir. İbadet yapılması, ziyafet verilmesi, hadis vb. okunması halinde bile bunların mevlid niyetiyle icrasının bid‘at olduğunu kaydeden İbnü’l-Hâc buna karşılık kutlama niyeti taşımaksızın oruç tutulmasını ve Hz. Peygamber’in doğduğu bu ayın saygınlığına uygun davranılmasını tavsiye eder
İbnü’l-Hâcc’ın çağdaşı olan bir diğer bir Mâlikî âlimi Fâkihânî de mevlidi bid‘at-ı seyyie kabul ederek ona karşı çıkmış ve el-Mevrid fi’l-kelâm ʿalâ ʿameli’l-mevlid adıyla bir risâle kaleme almıştır. 
İbn Merzûk el-Hatîb, mevlid konusunda Mağrib ulemâsının olumlu ve olumsuz yönde iki yaklaşımda bulunduğunu, bu gecede iyi amellerde bulunup kötü davranışlardan sakınmanın en uygun tavır olduğunu belirtir. Bid‘atları hasene ve seyyie diye ikiye ayırmayan İbn Teymiyye, onu takip eden Vehhâbî ulemâsı ve Muhammed Abduh gibi çağdaş ıslahatçı âlimler de mevlid kutlamalarına karşı çıkmışlardır. Reşîd Rızâ, Mısır’da mevlidlerde görülen çirkin uygulamaları eleştirir ve ulemâyı bu konuda sessiz kalmaları yüzünden kınar. Mevlid kutlamasının bizzat kendisine değil de bu vesileyle işlenen kötülüklere karşı olduğunu belirtir.
Kuzey Afrika’da Cezayir gibi bazı ülkelerde ıslahatçı âlimler mevlidin geleneksel şeklini eleştirmişlerse de yeni nesillerde inanç ve millî şuurun güçlenmesi için mevlidi yeni birtakım etkinliklerle kutlama yolunu benimsemişlerdir.
Ebû Şâme el-Makdisîİbn Abbâd er-Rundîİbnü’l-Cezerî, İbn Nâsırüddin ed-Dımaşkī, İbn Hacer el-Askalânîİbn Hacer el-HeytemîŞemseddin es-SehâvîCelâleddin es-SüyûtîŞehâbeddin Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî ve Muhammed b. Yûsuf eş-Şâmî ise Peygamberimizin dünyaya gelmesi sebebiyle sevinmenin, onun doğum günü münasebetiyle muhtaçlara yardımda bulunmanın, Resûl-i Ekrem’e dair şiirler okumanın, güzel elbiseler giyerek sevinç gösterisinde bulunmanın birer güzel amel olduğunu, dolayısıyla mevlid kutlamalarının bid‘at-ı hasene sayılması, halk arasında görülen ve dinen hoş karşılanmayan davranışların ayrı düşünülerek önlenmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Bu âlimlere göre Hz. Peygamber kendisine pazartesi günü oruç tutmanın fazileti sorulduğunda, “Bu benim doğduğum ve bana vahiy indirilen gündür” diyerek (Müsned, V, 297, 299; Müslim, “ıyâm”, 197) bir bakıma bugüne önem atfetmiştir.
Mevlid kutlamalarına olumlu bakan âlimler, kendisine Hz. Peygamber’in doğum haberini getiren Süveybe adlı kölesini âzat eden Ebû Leheb’in, ölümünden sonra ailesinden biri tarafından rüyada görülerek bu davranışı sebebiyle her pazartesi gecesi azabının hafifletildiğini ona söylediğine dair bir haberi (Buhârî, “Nikâ”, 20; Şâmî, I, 444), ayrıca içinde Resûlullah’a vahiy indirildiğinden Kur’an’da Kadir gecesine atfedilen önemin bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’in dünyaya geldiği gün için öncelikle geçerli olacağı hususunu da görüşlerine dayanak olarak gösterirler (Muhammed Hadj-Sadok, II, 278). Ancak iman etmeden ölenlerin bütün amellerinin âhirette boşa gideceğine dair âyetlerin (Mâide 5/5) delil gösterilmesi yanında rüya üzerine hüküm dayandırılamayacağı ve Kadir gecesinin önemi hakkındaki ilâhî teyidin mevlid hakkında söz konusu olmadığı ileri sürülerek bu gerekçelere karşı çıkılmıştır.
Mevlide karşı olan âlimlerin bu yaklaşımlarında kendi zamanlarındaki kutlamalarda görülen olumsuz davranışların büyük rolü vardır. İbnü’l-Hâcc’ın Mısır’daki uygulamalara yaptığı atıflar yanında tarihçi Cebertî’nin (ö. 1240/1825) kendi zamanındaki mevlid kutlamalarının evliyanın kabirlerini ziyaret yanında ticaret, gezi ve eğlence gibi amaçlar taşıdığını her meşrepten bid‘at ve tarikat ehlinin katıldığı törenlerde şiir, zikir ve çalgı seslerinin birbirine karıştığını, camilerin âdeta alışveriş, sohbet, oyun ve eğlence mekânı haline getirildiğini, bu mekânların yenilip içilen şeylerle kirletildiğini, erkeklerle kadınlar arasında hoş olmayan davranışlar görüldüğünü belirtmesi de ulemânın Mısır’da mevlid kutlamaları konusundaki eleştirilerini haklı çıkaracak mahiyettedir. Hatta Cebertî, Mısırlı Şâzelî şeyhi Afîfî’nin mevlidinden söz ederken çevredeki şehirlerden gelen bazı kimselerin her türlü fuhşu irtikâp ettiklerini, ulemânın ve önde gelen şahsiyetlerin bunlara karşı çıkmadan kutlamalara katılmasının onay anlamı taşıyacağını belirterek onları ağır şekilde eleştirir."
Diyanetin İslam Ansiklopedisinden özetlediğimiz bu bilgiler doğrultusunda şunları söyleyebiliriz, sanırım.
İbadet olarak adlandırmamak ve ibadet niyetiyle yapmamak üzere sadece Peygamber efendimizi hatırlayıp, anmak ve ona sevgimizi izhar etmek üzere, geleneksel olarak icra edilen kutlamalarda bir mahzur olmadığı anlaşılmaktadır.
Ama asıl olanın peygamber efendimizi doğum gününe hasrederek değil de, yılın 365 günü ve 24 saat hiç aklımızdan çıkartmamak olduğunu hiç unutmamalıyız. Allah Teala'nın inzal buyurduğu kitabını onun vasıtasıyla ve uygulamasıyla bize bildirdiğini ve Allah Teala'nın rızasını kazanmanın yolunun Resulullah efendimize benzemekten ve ona muhabbetten geçtiğini hiç aklımızdan çıkartmadan, dünyanın en güzel ve mükemmel ahlakına sahip olan ve alemlere Rahmet olarak gönderilen ve ümmeti için yanıp tutuşan, adeta kendini harap edercesine üzüntülere gark olduğunda Rabbül aleminden; sen ancak tebliğ edicisin, hidayeti ben veririm, teselli ikazına muhatap kalan şefkat peygamberine benzemeye çalışmak ve onu örnek almak elbette tek amacımız olmalıdır.
Şöyle düşünemez miyiz; üç çocuğunuz olsa bunlardan birisi hiç sözünüzü dinlemeyen, her türlü yasağınızı ihlal eden ama her doğum gününüzde sizi hatırlayıp, doğum gününüzü kutlayan, ikincisi hiç sözünüzden çıkmayan ahlakı ve güzel yaşantısı ile örnek gösterilen, fakat doğum gününüzde sizi hatırlayıp, doğum gününüzü kutlamayan, üçüncü çocuğunuz ise hem her yönü ile mükemmel ve bir de doğum gününüzde sizi hatırlayıp doğum gününüzü kutlayan olsa hangisini daha çok severdiniz?
Aslında örnek bire bir tam örtüşmüyor ama biraz fikir verebiliyor. Mesele doğduğu geceyi kutlamak değil, onun tebliğ ettiği hayat nizamını yaşayıp, yaşatabilmek olsa gerektir. Ahlakımızı onun ahlakı gibi yapabilmek, davasını davamız yapabilmek, dünyanın neresinde kime karşı nasıl zulüm işleniyorsa engel olmaya çalışabilmek, i'la-yı kelimetullah uğruna can verebilmeyi göze alabilmek...
Sevgi ve muhabbetinizden dolayı alemlere Rahmet olarak yaratılmış olan eşrefi mahlukat, şefaatine muhtaç olduğumuz nebiler nebisinin doğum gününü değerlendirmek istiyorsanız da değerlendirirsiniz, kime ne!
Hiç şüphesiz ki doğrusunu Allah bilir.
Gürcan Onat, 08.11.2019,01.15, Fatih.

SURİYE: TÜRKİYE, ABD, RUSYA


Tam anlamıyla bir bilmece mi? Batak mı? Yoksa devam etmekte olan bir satranç oyunu mu?
Şahsen ben bilmece gibi tahmin edilmesi zor, bir miktar batağa benzeyen ama gerçek anlamda bir satranç oyunu olarak görmeyi daha münasip buluyorum.
Suriye toprakları üzerinde Türkiye, ABD ve Rusya tarafından kıran kırana satranç hamleleri sergilenmeye devam ediliyor.
Rejim ile Muhalefeti nereye koymamız gerekiyor? Aslında her ikisi de olayın mağdur tarafları diyebiliriz. Çünkü toprakların yerli halkı, yani sahipleri onlar. Üstelik yerlerinden, yurtlarından edilen ve perişan hale getirilen de onlar. Her ne kadar ta en başlara gidip, kardeşim; Eset de babası gibi halkına zulüm etmeseydi, o zamanlar kendisine yapılan nasihatleri dinleseydi bu hal başına gelmezdi, demeye hakkımız olsa da, olmuş ile bitmişi konuşmanın faydası olmayacağı için biz bundan sonrasını tahmin etmeye çalışalım.
PKK, YPG/PYD ve DEAŞ'ı nereye koymamız icap ediyor? Onlar fırsattan istifade, kargaşadan yaralanmak isteyen ve üretilmiş ve beslenmekte olan terör şirketleri diyebiliriz.
AB, BM, NATO ve Arap Birliğini oluşturan 22 Arap Devlet Başkanlarını nereye oturtmamız gerekiyor? Bunları, kiminle ve nerede menfaatleri varsa bu menfaatleri doğrultusunda tavır sergileyen detaylarlar olarak kabul edebiliriz.
Bölgede en çok sıkıntıyı, dağıtılmış ve perişan edilmiş olan Suriye devleti  ve Suriye halkından sonra ikinci derecede biz çekiyorduk. Hala da çekmeye devam ediyoruz.
Yıllarca diplomatik gayretlerimize ve uluslararası platformlardaki temaslarımıza rağmen müspet bir netice alamadığımız gibi, durum gittikçe daha vahim seyirler izleme emarelerini de göstermeye başlamıştı. Bu nedenle artık daha fazla tahammül etmeyerek, Barış Pınarı harekatını gerçekleştirdik ki bunu yaparken de uluslararası anlaşmalara ve diplomatik teamüllere uygun olarak yaptık. Bu nedenle hiç bir Ülkeden başlarda gık sesi duymadığımız halde, ilerleyen aşamalarda bizim olağanüstü başarımız nedeniyle hemen hoplamaya başladıklarını gözlemledik. Neredeyse bütün dünya, birkaç istisna dışında bildik tavırlarını sergilemeye başladılar. İlk uygulama ABD'den geldi; en yetkili makam sahipleri özel yetkilerle görevlendirilerek Ankara'ya uçtular. Ve ilk mutabakat imzalandı. Lakin bu mutabakat da uluslararası alanda bizim başarımız olarak kabul edildi. Hemen arkadan, geri planda kalmak istemeyen Rusya hamlesini yaptı ve Başkanlar seviyesinde ikinci mutabakatı gördük. Elbette bu da bizim diplomatik başarımızdı. Artık eskiden olduğu gibi sahada galip gelip, masada mağlup olan Türkiye yoktu!
Bitti mi? Hayır, daha yeni başlıyoruz, diyebilirim.
Suriye tamamen teröristlerden temizlenmeden, yurt dışına çıkmak zorunda kalan bütün Suriyeliler memleketlerine dönmeden ve Ülkede herkesin huzur içinde yaşayacağı bir ortam oluşturulmadan bu iş bitmez ve bitmeyecek!
Buraya kadar, bütün bilinenleri en kısa haliyle özetledik. Asıl mesele şimdi bundan sonra olacakları konuşmak, yazmak ya da tahmin edebilmek.
Sahadaki aktörlere bakalım:
Birincisi, petrol derdine düşmüş, İsrail'in menfaatlerinin takipçisi konumunda, beslediği terör örgütleriyle dünyada operasyonlar planlayan ve bu huyundan hiç vazgeçecek gibi görünmeyen süper güç ABD.
İkincisi, öteden beri sıcak denizlere inme fırsatını nihayet yakalamış olan ve asla bu hayalini terk etmek istemeyen süper güçlerden biri Rusya.
Üçüncüsü, terörden en çok etkilenen ve komşu olarak, komşu ülkede ve kendi ülkesinde huzurdan başka hiçbir şey istemeyen Türkiye. Başrol bu üç aktördedir!
Yardımcı rollere bakarsak;
Birincisi, bölgede sürekli entrikalar çeviren ve Şii yayılmacılığını hiç terk etmeyen, bu nedenle de Eset ile sıkı fıkı olan İran.
İkincisi, kendi topraklarında yüzde yirmilik mevcuduyla halkına çok büyük zulümler ve katliamlar yapan ve demokrasiye geçilirse sittin sene iktidar yüzü göremeyeceğini bilen ve eski yaptığı zulümlerin hesabının kendilerinden sorulmasından korkan zalim Eset rejimi.
Üçüncüsü, çok uzun yıllar zulüm ve baskı altında yaşamış, bir daha asla eski günlerine dönmek istemeyen, ülke nüfusunun yüzde seksen çoğunluğun sahip olan muhalefet. Yardımcı aktörler bu üçü.
Şimdi bir de, bunlar ne alaka diyebileceğimiz ama başrol ve yardımcı roldekilerin alet ve avadanlıkları olan sahadaki taşeronlara bakalım: PKK, PYD/YPG ve DEAŞ.
Güya bölgede bu teröristlerle mücadele ediliyor ama tabii aslında öyle değil, başrol oyuncular kendi köşelerini tutmak adına bunları piyon olarak sürüyorlar. Bazen yem olarak veriyorlar, bazen ikinci, üçüncü veya nihai hamlesini yapabilmek için kullanıyorlar.
Biz kime nasıl güveneceğiz? ABD tilkisi ile mi, Rus ayısı ile mi iş tutacağız?
Tabii ki ikisi de değil, biz kendi planımızı kendimiz, sadece Rabbimize güvenerek yapacak ve uygulayacağız.
ABD önce çıkıyorum dedi, nitekim çıkma görüntüleri servis edildi, sonra tekrar girerek, petrol bölgelerini tuttu ve bu bölgelerde yine taşeronu PKK, PYD/YPG'yi elinde tutmaya devam ediyor.
Rusya sessiz ve derinden gidiyor, bizimle bir taraftan devriye atarken, bir taraftan rejim ile operasyonlar tezgahlıyor.
ABD ile Rusya'nın ilerleyen zaman içerisinde, aralarında anlaşarak, bizi ofsayte düşürme imkan ve ihtimalleri var mıdır? Evet bu seçenek her zaman için söz konusu olabilir. Bu nedenle biz her iki müttefik ve fakat aynı zamanda hasmımız olan bu iki ülkeyi Abdülhamit han siyaseti ile idare etmek zorunluluğunda olduğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız.
Dünya kamu oyunda düzeltmemiz gereken çok önemli bir dezenformasyon ve algı operasyonu var ki bu basit bir hadise değildir; ABD'nin sürekli olarak PKK, PYD/YPG'den Kürtler diye bahsedip, bizi Kürtlerle savaşıyor algısını oluşturması, biz hiçbir zaman Kürtlerle savaşmadık ve PKK, PYD/YPG hiçbir zaman Kürtlerin temsilcisi olmadı! Şunu da unutmayalım, Rusya hala PKK'yı terörist olarak kabul etmedi ve kendi ülkesindeki bürolarını kapatmadı. Biz ne gerekiyorsa yapıp, ABD'nin PYD/YPG'yi de terörist olarak, Rusya'nın da her üçünü (ki aslında bunlar tekdir) terörist olarak kabul etmesini sağlamalıyız.
İkinci önemli husus, evet hemen sınırımızda 32 km derinlikte terörden arındırılmış, güvenlik koridoru oluşturmayı başardık, artık bunu kimsenin değiştirmeye gücü yetmez, ancak 32 km.den sonrasını da, ta rejim güçlerinin olduğu sınıra kadar, ikinci aşama olarak temizlemek zorundayız. Suriye'de kuzeyde muhalefet, güneyde rejim güçleri kalmalı, başka hiçbir mikrop ve virüs kalmamalıdır. Dolayısıyla ABD tamamen çekilmelidir. Bunda sonra da rejim ile muhalefet arasında başlamış olan anayasa çalışmalarını hayırlısı ile tamamlayabilmelerini sağlamalıyız. Ülkeye huzur geldikten sonra ise, güçlü hükümetler devri başlayınca Rusya bölgeden evine gönderilecektir.
Dünyada hala eski borularını öttürmek isteyenlere karşı bizim elimizi güçlendirecek kartlarımız yok değil aslında. Ama biz henüz bu karta yeltenmedik. Ben de diyorum ki; artık zamanıdır. Bu çok önemli ve elzem olan husus; Türk ve İslam Ülkeleridir.
Artık Türk devletleri ve halkı Müslüman olan devletlerle hususi görüşmeler, birliktelik arayışları ve platformlar oluşturma zamanıdır. Şahsi kanaatimdir ki hiç çaresi yok, zaman bizi mecburi olarak, İttihadı İslam'ın teşkiline sürükleyecektir. Erken kalkan yol alır.
Biz gayretimizi gösterelim, tevfik Allah'tandır.
                          Gürcan Onat, 07.11.2019, 18.00, Fatih.

3 Kasım 2019 Pazar

SURİYE: GEÇMİŞ OLSUN, HAYIRLI OLSUN


Haydi geçmiş olsun!
Uzun yıllar önce tezgahlanan ve üzerinde ciddi emek sarf edilerek, büyük bütçeler harcanan terör devleti projesini yerin dibine batırdık.
Aslında az ikaz etmedik. Uluslararası platformlarda, diplomatik temaslarda, devlet başkanları seviyesinde yüz yüze, ikili görüşmelerde sürekli dile getirdik izah ettik, anlattık ama bir türlü ikna edemedik. Öylesine kilitlenmişlerdi ki; ne desek nafile, bildiklerini okumaktan başka hiçbir şey yapmıyorlardı. Özellikle İsrail'in bölgedeki güvenliği söz konusu olduğu için başka hiçbir seçeneği değerlendirmeyerek, sadece bu konuya odaklanıp, sınırlarımızın hemen altında, terörist PKK devleti kurulması, hatta zamanla ileride Irak'ın kuzeyinin de dahil edilmesini hesap ederek, Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmek.  Çok çabaladılar, çok katliamlar yaptılar, bütün dünyanın gözleri önünde dezenformasyon ve algı operasyonlarıyla, güya Kürt yakıştırması yapılarak üretilen ve yetiştirilen teröristten bir devlet inşa etmek...
Sadece bir şeyi hesap edememişlerdi. Ya da yanlış hesap etmişlerdi. Göz ardı edilen çok önemli bir husus vardı ki; İşte o başlarına bela oldu ve tüm hesapları altüst edilerek, başlarına çalındı. Türkiye'nin iradesi!
Türkiye artık bildikleri eski Türkiye değildi.
1980 yılının "bizim çocukları" artık silahlı kuvvetler içinde etkin değildi. Yine kendi beslemeleri olan FETÖ de milletin kıyamı ile 15 Temmuz'da paketlenip, suratlarına çarpılmıştı.
Anadolu'nun saf çocuklarının, öz evlatlarının iktidarında, yerli ve milli bir yönetim iş başındaydı. Artık kendi üzerlerinde, topraklarında uygulanılmak istenilen planı okuyabilen ve bozmayı becerebilen, hatta buna ilave olarak bölgede kendisi oyun kurabilen yeni Türkiye'nin, yeni iradesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı.
Anadolu evladı milletçe tek vücut olabilmeyi başarıp, Barış Pınarı harekatını yüzünün akıyla tamamlayarak, Viyana önlerine kadar gidebilmiş olan atalarının torunları olduklarını tüm dünyaya tekrar göstermiş oldular.
Evet artık, terör koridoru ve terör devleti projesi çöp olmuştur, haydi geçmiş olsun! Bununla birlikte; yeni dünyanın yeni süper güçlüğüne aday yeni devleti Türkiye Cumhuriyetinin stratejik hedefleri de hayırlı olsun.
Türkiye artık üzerinde oyunlar oynanan değil, bölgesinde oyun kurucu olan bir ülkedir.  Artık tüm dünya şunu kabul etmektedir ki; Ortadoğu'da, Türk Cumhuriyetleri ve İslam aleminde Türkiye'nin iradesine rağmen at koşturmak, cirit atmak o kadar kolay olmayacaktır. Her ne kadar birçok devlet başkanlarını satın almışlar ve bir şekilde kendi menfaatleri doğrultusunda hareket ettirmeye ikna etmişlerse de şunun çok iyi farkındadırlar ki; Türk ve İslam coğrafyasında halklar tarafından Türkiye ve Cumhurbaşkanı en çok sevilen ve umut haline gelebilen Ülke ve lideridir. Daha da ötesini dillendirelim ABD, Rusya ve AB Ülkeleri dahil olmak üzere tüm dünya Ülkeleri Başkanları nezdinde Cumhurbaşkanımız en saygın liderler arasında konumlanmış bulunmaktadır. Böyle bir lider ve kendisine inanmış halk ile Türkiye Cumhuriyeti artık her geçen gün daha fazla varlığını hissettirerek, bölgesinde iradesini açıkça ve kararlılıkla uygulattırmasını becerebilmektedir. Silahlı Kuvvetlerinin zaten çok yüksek olan personelinin disiplin, motivasyon ve cesaretine ilave olarak en gelişmiş ve yerli/milli teknolojik silah, teçhizat ve donanımıyla da başa güreştiğini son operasyonu ile ispatlamıştır.
Bu nedenle biz de dedik ki; Suriye: Sınırımızın dibinde terör devletinin kurulmasının artık  hayal olmasıyla geçmiş olsun, bölgede artık plan yapan ve uygulatan Türkiye'nin iradesinin varlığı ile hayırlı olsun.
                                           Gürcan Onat, 03.11.2019, 01.20, Fatih.

2 Kasım 2019 Cumartesi

HATAYI KABUL ETMEK ERDEMDİR


   
Ben de; bir insanın hatasını kabul etmesinin erdem olduğuna inanan kişilerden biriyim.
Neden öyle olmasın ki; Doğuştan, mükemmel akılla doğmuyor insanlar, mükemmel cihazlarla doğuyorlar. Yaratan, mükemmel aklı araması ve ona ulaşabilmesi için gerekli her türlü donanım ile donatılmış bir halde gönderiyor insanı, dünyaya.
Gerisi artık kişiye kalmış.
Bunun için, aklımız ermeye başladığı ilk anlardan itibaren hemen eğitimimize başlatılırız.
Herkes en güzel şekilde, eksiksiz mi almaktadır, bu eğitimi? Değil tabii. Bu ayrı bir yaradır. Ayrı bir makale konusu…
Ancak diyelim ki; biz yanlışlarla dolu bir yaşam içerisine girmiş bulunduk. Hatalı düşüncelerle donandık. Hayat bu, olur. Çocukların düşe kalka yürümeyi öğrendikleri gibi; büyükler de kafalarını taşlara vura vura olgunlaşmayı öğrenirler, bazen.
Arkaya attığımız yıl sayısı arttıkça, daha bir oturaklaşır, daha bir sükunet hali ile donanırız.
Gönül sarayımızın müşterileri çeşitlenip, çoğaldıkça, daha bir geniş, daha bir kuşatıcı oluruz.
Beyin hücrelerimizi meşgul eden kavram ve kelimeler yerlerine oturup, kendi düşüncelerimizi oluşturmaya başladıkça, daha bir olgun, daha bir ağır ağabey, amca, dede oluruz.
Zaman getirir bunları.
Hücrelerimizin ölüp sürekli yenilendiği gibi zihin yapımızdaki fikirlerimiz, düşüncelerimiz de sürekli yenilenir. Buna bağlı olarak tavır ve hareketlerimiz de farklılaşır.
Dolayısıyla eski yaptığımız hatalı davranışlarımızı bu gün eleştirerek, örnek olması için itiraf etmek bir mahsur teşkil etmez.
Ayrıca herkes önce kendinden sorumlu değil midir, zaten?
Dolayısıyla ben ilkin kendimi eleştirip, kendimi düzeltmeliyim diye düşünüyorum. Herkes aynı şekilde davranır, herkes kendine çeki düzen verirse, zaten toplum düzelmiş olmaz mı?
Ayrıca başkasına müdahale etmeye hakkımız var mı ki; başkaları ile uğraşmaya kalkarız?
Hem kendini düzeltmeyen başkalarını nasıl düzeltsin ki? Klasik bir laftır; “Sen kendine bak hemşerim” demezler mi, insana?
Doğru, herkes kendine bakmalı. Daha şık, daha etik, daha ahlaki…
Tam altmış senemi geride bıraktım. Bugün ben kendi ülkemdeki kendi insanımdan, kendi vatandaşımdan, kendi komşumdan helallik istiyorum. Farklı fikir yapısına sahip diye onu hiç dinlemeden yaftaladığım oldu. Vatan haini ilan ettiğim. Kötü gözle baktığım. Belki iftiralar attığım. Yalan yanlış, kulaktan dolma, aslı astarı olmayan şeylerle suçladığım. Farklı inanç yapısına sahip diye demedik şeyler bırakmadığım zamanlar oldu. Hâlbuki hiç bir araya gelip iki kelime bile etmemiştik. İşte sorun da bu değil mi? Yan yana gelip birbirimizle hiç konuşmadan, benim insanım, benim vatandaşım, benim komşum; solcu diye, sağcı diye, alevi diye, sünni diye, Kürt diye, Türk diye benim için nasıl öteki oldu? Bu nasıl bir mantık? Bu nasıl bir düşünce? Bu nasıl bir akıl? Oysa o kişi; hem vatandaşım, hem komşum, hem de insan!
Evet, her şeyden önce insan!
Benim kadar yaşamaya hakkı var. Benim kadar inanmaya hakkı var. Benim kadar inancını yerine getirmeye ve ifade etmeye hakkı var.
Tüm kainatı ve insanları yaratan, yani külli irade insanın cüz’i iradesine müdahale etmediği halde, ben hangi hak ve yetkiyle müdahale ve hatta yargılama hakkı buluyordum kendimde?
En başta ve en doğal olarak yaratanın külli iradesiyle, yarattığı insanın cüz'i iradesine müdahale hak ve yetkisi zatı uluhiyetinde olmasına rağmen sadece resul ve kitap göndermek suretiyle, hak ve hakikati bildirmekten ve tercihi insanın kendisine bırakmış olmaktan başka bir şey yapmamış olmasına rağmen, bana verilmiş olan mesuliyetin de sadece emri bil maruf ve nehyi anil münker çerçevesinde tebliğ etmek olması gerekirken, sorumluluğumun dışına çıkma cesaretini ben nereden almıştım?
İşte bu nedenle, tüm hata ve yanlışlarımdan rücu ederek, bari ölmeden evvel hak ve hakikati yakalayabilme derdine düşeyim duygularını hissetmeye başladım.
İnanıyorum ki hatayı kabul etmek erdemdir.
Hatalarımı kabul ediyorum, bir daha yapmamaya ahdediyorum.
                                  Gürcan Onat, 01.11.2019, 02.00, Fatih.

ÇEVİK BİR-28 ŞUBAT-İSRAİL ÖRGÜSÜ

 “Middle East Forum” isimli bir web sitesi var. Bu sitede 2002 yılında “İstikrar İçin Formül: Türkiye Artı İsrail” başlıklı bir makale yayın...