31 Aralık 2022 Cumartesi

BİR ZAMANLAR TkMM VARDI

İlk toplantıyı çok iyi hatırlıyorum.

2008 yılında, Taksim'de bir otelin toplantı salonunda yapılmıştı.

ASDER adına katılmış olduğum bu toplantı, oldukça ihtişamlı olmuştu. Bakanlar, Milletvekilleri, Belediye Başkanları ve Sivil Toplum Kuruluşlarının neredeyse tüm yelpazeyi kapsayacak zenginlikte katılımı ile icra edilmişti.

Toplantılar, ilk sene ve müteakip üç beş yıl yine katılımcı cihetiyle oldukça yüksek seviyede seyretti. Lakin, zaman ilerledikçe, Ülkemizdeki tüm sivil toplum faaliyetlerinin kaçınılmaz kaderi gibi, kMM'lerinde de iştirakçi sayısında azalmalar gözlenmeye başlandı.

İlk zamanlar, darbe ortamlarından çağdaş demokrasiye geçme çabaları vardı. Bu nedenle, her kesim tarafından oldukça fazla ilgi görmüştü. Çünkü, her düşünce ve kesimden insanlar bu ortamda bir araya gelip, birbirlerine sakınmadan ve çekinmeden sözlerini rahatça söyleyebiliyor ve birbirlerini saygıyla dinleyebiliyorlardı.

TkMM'leri birçok şehirde "önyargılar girmeden", "her görüşe eşit yakınlıkta" ilkesiyle toplantılarını yapmaya devam ediyordu.

İlk günden itibaren, çok büyük kısmına ASDER adına iştirak ettim. Önceleri ASDER'i tanıtmak ve mağduriyetleri toplumun her kesimine anlatabilmek için bunu bir görev bilmiştik.

"Düşünce suçuna karşı girişim" platformunu oluşturan Şanar Yurdatapan'ın büyük gayretleri ile sürdürülen TkMM, gerçekten başka hiçbir platformun yapamadığını başardı. En sağdan en sola her düşünce sahibi sivil toplum örgütleri mensuplarını bir araya ve vekillerle karşı karşıya getirdi. Herkesin 5 dakika söz sahibi olduğu bu toplantılarda, katılımcılar birbirlerinin sözünü kesmeden, konuşanı büyük bir olgunlukla ve dikkatle dinliyor. Herkes inancı, fikri ve düşüncesi ne ise, onu olduğu gibi ifade edebiliyordu. Türkiye genelinde ve politika alanında başarılamamış olan bu seviye TkMM'lerinde başarıldı.

Benim için de, sözümü hiç sakınmadan ve inançlarımı hiç gizlemeden, olduğu gibi, sadece üsluba dikkat ederek söylediğim bu toplantılar, çok verimli oldu.

En zıt fikirlerin sahipleri dahi bu toplantılarda birbirlerini sakince dinledi ve anlamaya çalıştılar. Anlamadıkları yerleri birbirlerine sorma imkanı buldular.

Farklı inanç yapılarında, sosyal ve siyasal gruplar arasında "diyalog zemini" olarak varlığını sürdüren Türkiye küçük Millet Meclislerinin 2016 yılındaki bir gündemi; "Düşünce ve İfade Özgürlüğü, Türkiye'de Medyanın Durumu" idi.

Bu toplantıda aşağıdaki konuşmayı yaptığımı hatırlıyorum:

"Toplantıya katılan herkes düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanamayacağı konusunda hem fikirler. Elbette ben de bu şekilde düşünüyorum. Ancak, düşünce ve inançlarımı ifade ederken ne söylediğimi ve ne şekilde söylediğimi de önemsiyorum. Yani, önce kendi nefsimi kontrol altına almaya, gazabımı engellemeye çalışıyorum. Söz kontrolsüz olmamalı. Bu çok önemli, zira haddi aşmamak gerekir. Herkes nefsini kontrol altına almayı becerebilirse, toplumsal barış daha kolay sağlanabilir. Kendini kontrol altına alamayan, başkasına nasıl söz anlatabilir. Nefsine hakim olabilen ise güzel bir örnek olur. Herkes, kim olursa olsun, ne söylerse söylesin, kendisini olduğu gibi ifade edebilmeli. Hatta ben buna uç bir örnek veriyorum; Güneydoğu'da yaşayan bir Kürt; "Ben bağımsızlık istiyorum. Türkiye'nin bölünmesini istiyorum. Kürdistan istiyorum" demek istiyorsa, buna inanıyorsa diyebilmeli. Tabii ki, ben böyle bir şeyi asla tasvip etmem. Mücadelemi yaparım. Ama karşımdaki bunu istiyorsa söyleyebilsin ki, ben de ona; "gel arkadaşım, sen niye böyle söylüyorsun?" deyip, oturup onunla güzelce, konuşabileyim.

İnsanlar; içlerinde ukdeler, beyinlerinde düğümler varken, birlikte huzur içinde, rahat yaşayamazlar.

Hiçbir şekilde düşünce ve inançlar baskı altına alınmamalı. Bunun sıkıntısını en çok, benim ait olduğum camia çekmiştir. Yıllarca kışlalarda inancımızı, namazımızı gizledik. Binlerce insan, sırf inancı ve düşüncesi nedeniyle, namaz kıldığı ve eşinin başı kapalı olduğu için TSK'den atıldı. Ağzımızdan Allah kelimesini bile çıkartamadığımız zamanlar oldu. Bizden önce de yetmişli yıllarda ve Seksenlerde komünist, sosyalist diye insanlara işkenceler yapıldı ve ordudan atıldılar. Yeter artık.

Hiçbir şekilde düşünce ve ifade hürriyeti engellenmesin.

Ha, bunun bir sınırı var elbette; hakaret, aşağılama ve küfür olmamak kaydıyla...

Hakaret ve küfür, fikir ve düşünce değildir, çünkü !

Nefret suçu işlenmemelidir !

Bir de, ki bence burası da çok önemli, zira bu hususta çok yanlışlar görüyoruz; yalan, iftira ve algı operasyonları yapılmamalıdır.

"Fitne katlden beterdir."

Bu, o kadar önemli ki; bir insana çamuru atıyorlar, yıllarca uğraşıp duruyor, temizlenebilmek için. Bu insanlık olamaz. Böyle bir şey olamaz."

Hafızamda kaldığı kadarıyla bu çerçevede düşüncelerimi anlattım, teşekkür ederek, sözlerimi bitirdim.

TkMM'lerinin çok beğendiğim ilkelerini yazmak istiyorum:

1. KİMSE KİMSENİN YERİNİ DOLDURAMAZ ; Oturulmayan koltuk boş kalacak, ta ki sahibi gelip doldurana kadar.

2. AİLE FOTOĞRAFI ;  Bu fotoğrafta hepimize yer var.  

3. VEKİL MÜVEKKİL BULUŞMASI: Bir vekilin müvekkiline ayıracak ‘ayda bir gün üç saat’i olmaz mı? 

4. EŞİT YAKINLIK: Tüm politik kuruluşlara eşit uzaklıkta değil, eşit yakınlıkta duruyoruz.

5. ÖNYARGILAR GİREMEZ: Kimliğinizle, düşünce ve inançlarınızla gelin.  Sadece “Önyargılarınız” kapının dışında kalsın.

6. AMAÇ ÜZÜM YEMEK: "Bağcıyı dövmek” değil. Çok açık ve ağır eştirebilirsiniz; ama konuyla ilişkili ve çözüm üretmeye yönelik olarak. 

7. DİYALOG= KONUŞMAK + DİNLEMEK:  Katılmıyorum, ama bağırarak değil. Katılıyorum ama alkışlayarak değil. Sadece anlatmak değil, başkalarının görüşlerini anlamak için buradayım.

8. HEDEF “KARAR ALMAK” ve “UYGULAMAK” DEĞİL:  Azınlık, çoğunluğa uymak zorunda değil.  Amaç diyalog, amaç en cılız sesin bile duyulması.

9. SÖZ UÇAR YAZI KALIR: Her ayın toplantı tutanakları ve ortak payda raporları web sitesinde yayınlanıyor, kamuya açıklanıyor.

10. ADEMİ MERKEZİ YAPI: ÖZERK GİRİŞİMLER:  Ana ilkelere göre kurulan her kMM, kendi işini kendi görüyor.  Merkez yok.

11. AÇIKLIK ŞEFFAFLIK:  Hiçbir şeyi örtbas etmiyoruz. Başarılar kadar olumsuzluklar da görülmeli ki düzeltilebilsin.

12. BELEDİYELER HEPİMİZİN:  Ne şu partinin, ne bu partinin…  Onlar bize, biz onlara sahip çıkmalıyız.  Çünkü belediyeler bize hizmet için var.

13. EVET, O BÜYÜK, BİZ KÜÇÜĞÜZ : TBMM tabii ki büyük, egemenliğin merkezi orası, kararları o alıyor.   Ama bu kez büyük küçüğü dinlemeli, sesini duymalı.

Özellikle; önyargılar giremez ilkesi, en çok beğendiğim ilkesiydi. Gerçekten toplum olarak, sosyal barış adına veya ikili ilişkilerde, hatta aile içerisinde bile eşimizle en çok sıkıntıyı, bu önyargılarımız nedeniyle yaşamıyor muyuz?

Açıklık ve Şeffaflık ile, Diyalog=Konuşmak + Dinlemek ilkelerine de bayılıyordum, doğrusu.

Keşke, her zaman, herkese karşı sürekli şeffaf olabilsek ve konuşma ve dinlemeyi aynı anda layığı ile yapabilerek, diyalogu becerebilsek.

İnşaallah, o olgunluğa bir gün ulaşırız.

Allah yar ve yardımcımız olsun.

Gürcan Onat, 19. 07. 2020, tashih ve yayınlama tarihi 31. 12 .2022, Fatih.

28 Aralık 2022 Çarşamba

YILLAR ZULÜMLERİ YOK EDER Mİ?

Güç elinde iken her türlü zulmü yap, bin bir rezillik içerisinde halkı perişan et, sonra yaşlanınca bu zulümler buhar olup uçsun; oh ne ala memleket…

28 Şubat’ın anlı şanlı paşalarından olup, mahkemede suçlu bulunarak, rütbeleri sökülen erlerden birisi tutuklu bulunduğu zindanda ölmüş. Diğerleri ölecekleri günü bekliyorlar…

İsmi gerekmez, bizim için şahsiyetleri değil yaptıkları işler önemli, zira…

Kendisini tanımam, aynı kuvvette görev yaptığımız halde hiç karşılaşmadık.

O, korgeneral rütbesine kadar yükselmiş; ben ise binbaşı iken emekli olmak zorunda kaldım.

O, şimdi er olarak terki dünya eyledi; ben ise binbaşı emeklisi olarak hayatıma devam ediyorum.

Hakkımı helal etmiyorum!

Sadece ben değil, binlerce 28 Şubat mağduru insanlar da haklarını helal etmiyorlar.

Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat süreci, Rabbimin lütfu ihsanı ile 10 yıl bile sürmedi.

Tepetakla oluverdiler; o heybet ve kibirlerinden yanlarına yaklaşılamayan kâğıttan kaplanlar, mahkeme kapılarından içeri girerken süt dökmüş kediler gibiydiler...

Şimdi ise zindanda son nefeslerini verecekleri günlerini bekliyorlar. Birileri de vicdanlarımızla oynamaya yelteniyor. Çok yaşlanmışlar, hastalıkları varmış, dayanacak durumda değillermiş, falan filan… E, işte onu; cevizi kabuğu ile yutarken düşünecektin, demezler mi adama, her yediğin herzenin çıkışı da olacak, değil mi?

Biz, o yıllarda, hep ahireti düşünerek teskin ve teselli olmaya çalışıyorduk. İman, ne büyük bir nimetmiş, meğer! Bu zavallılar, iman nimetinden de yoksun oldukları için ne tövbe edebiliyorlar ne de ahirette kendilerini nelerin beklediğinin farkındalar…

Oysa, bilmiş olsalardı ki; bu hayat bir sınav idi, asıl ebedi hayat öldükten sonra başlayacak, o zulümleri yaparlar mıydı acaba?

Bilemiyorum, lakin inandığım bir konu var ki; bu zalimlerin ahiret hayatlarının yanında şu an bulundukları hapishane, cennet bahçesi gibidir.

Öyle çok ah aldılar ki, satırlara sığacak gibi değil.

O yıllarda yaptıkları zulümler arşı alaya ulaştı; o kadar ki, gayreti ilahiye’ye dokundu...

Binlerce subay astsubay mesleklerinden edildi, damgalanarak sokağa atıldı. Binlerce kız öğrenci okullarına alınmadı. Psikopat manyaklar tarafından ikna odalarında, öğrencilerin ruhi dengeleri bozulmaya çalışıldı. Kadın memurların başörtüleri çıkarttırıldı… Salyaları akan, kuduz köpekler gibi hırlayarak saldırdılar, Müslümanların üzerine… Ekonomi gayet güzel giderken hükümeti alaşağı ettiler; memleketi milyarlarca lira zarara soktular. Tüyü bitmemiş yetimlerin hakları var bu zalimlerin üzerinde…

Brifing yiyen, güya yargı ve medya mensupları hala zihnimizde duruyor. Hepimizin bildiği medyada yer alan, o fotoğraflar hala gözlerimizin önünde, hiç birisi hafızamızdan silinmedi.

Silinmeyecek!

Çünkü yara kabuk bağlamadı. Zira, hala, gasp edilmiş olan haklar iade edilmedi.

Zalimlerin bir kısmı yakalandı, zindanlara tıkıldı ama mazlumların yaraları tedavi edilmedi.

FETÖ’nün mağdur ettikleri, eski görevlerine iade edildi. Rütbeleri verildi. Lakin, 28 Şubat BÇG çetecilerinin mağdur ettikleri görevlerine iade edilmedi, rütbeleri de verilmedi, tazminatları da verilmedi.

O, aşağılık zalimler orduevlerinde kafa çekip, kahkahalar atarken, memleketin asıl sahibi olan Anadolu’nun masum evladı YAŞ’zede astsubayım pazarda bazlama satarak evde aç bekleyen yavrucuklarına yiyecek götürme derdindeydi.

Unutmadık, unutmayacağız.

Geçen yıllar zalimlerin işledikleri zulümleri yok etmedi ve etmeyecek.

Hepinizin o zindanda son nefeslerinizi verip, inanmadığınız ahiret yolculuğuna çıkışınızı ibretle izleyeceğiz ve lakin asıl ahirette, mahkemeyi kübra’da sizden, nasıl haklarımızı alacağımızı, işte asıl orada göreceksiniz.

Ey, BÇG çetecileri ve yardakçıları…

Gürcan Onat, 28.12.2022, 14.30, Fatih. 

20 Kasım 2022 Pazar

ATATÜRK'Ü SEVİYOR MUSUN?

 - “Gürcan, sen Atatürk’ü seviyor musun?”

Evet, böyle pattak geldi bu soru. Yemekhanede, öğlen yemeğindeydik. İskenderun Hava Radar Mevzi Komutanlığı, yıl 1985 olması lazım. Daha yeni üsteğmen olmuştum. Yani, henüz iki üç senelik kıta tecrübesine sahiptim. Yaşım da ya 25, ya 26.

Soruyu soran kişi, Harekât Kısım Amiri F.T. isimli şahıs. Rütbesi Binbaşı. Mevzide, Komutandan sonra gelen kişi. Ben ise, Kısım Amirleri içerisinde rütbesi en düşük kişiydim. Radar mevzilerinde subay sayısı çok azdır. Kısım Amirleri ve radar kontrol subayları dışında personelin büyük çoğunluğu astsubaylardan oluşur. 15 civarında subay varken 100 civarında astsubay mevcudu vardı.

O gün, subay tabldotunda dokuz, on kişiydik. Öğlen yemeğimizi yerken, birden, böyle bir soru sormanın gerekçesi neydi, acaba?

Elbette, benim namaz kılıyor olmam.

Herhangi bir sohbet içerisinde değildik. Bir yerlerden konu, oraya da gelmiş değildi. Öyle pattak, durduk yerde, çıkıvermişti… Yani, aslında soru muydu, hedefine atılan bir ok, ya da kurşun mu, bilemeyeceğim.

Kimse ne olduğunu anlamadı; Komutan da bir anlam veremeden, öylesine baktı, bana doğru…

O günkü halim hala gözlerimin önündedir; hiç şaşırmadım. Muhatabımın arzu ettiği şekilde hoplamadım da…

Gayet sakin, hafifçe tebessüm ettiğimi hatırlıyorum.

- “Beğendiğim tarafları da var, beğenmediğim tarafları da”, dedim.

Atatürk hakkında, Milli Eğitim müfredatı dahilinde okullarda ne anlatılmış ise; o bilgilerden başka bir bilgim yoktu. Yani, 1981 yılında Hava Harp Okulundan mezun olan tüm devre arkadaşlarım ne biliyor ise, ben de onları biliyordum.

Sözlerime devam ettim;

- “İstiklal Harbinin Başkomutanı olarak verdiği mücadeleyi elbette taktir ediyorum. Ama içki içmesini de tasvip edecek değilim” dedim.

O kadar rahat ve samimiydim ki; bu haleti ruhiyemin salondakilere müspet tesir etmiş olduğunu düşünüyorum. Özellikle o yıllarda, o ilk birliğimde, hep pozitif enerji yaymaya gayret ediyordum. Bunu da zorlanarak değil, doğal olarak yapıyordum. Zira, hiç kimse hakkında kötü düşünce içerisinde değildim. İçten, samimi olarak inancım ne gerekiyorsa, sadece onu yapıyor, başka hiçbir şey ile meşgul olmuyordum. Mevziinin Personel Kısım Amiriydim. Dolayısıyla, aynı zamanda da moral subayı… Karargâh dediğimiz yer, küçücük bir koridor; karşılıklı kısım amirlerinin odaları, başka bir şey değil. Komutanın odası da benim odamın tam karşısı.

Birliğe ilk katıldığım gün; öğlen namazı vakti gelince, doğal olarak, koridorun bir ucundaki herkesin kullandığı, tek lavaboda abdestimi aldım, odamın kapısını kapatıp, namazımı eda ettim. Bundan daha normal bir şey olabilir mi?

Beraber çalıştığımız, Şinasi Başçavuşum beni görmüş. Namazımı bitirince yanıma geldi;

-“Teğmenin bir gelir misin” deyip, beni yan odadaki Kozmik Büroya götürdü.

-“Bakın”, dedi

-“Burası Kozmik Büro, buraya bizden başka kimse giremez, namazınızı buradan kılın”

Anlamaya çalışır bir ifade ile yüzüne bakınca, açıklama ihtiyacı hissetti.

-“Komutan, pek namaz kılanları sevmez, daha yolun başındasınız, ilk rütbelerde sıkıntı yaşamayın, abdesti de alt katta kalorifer dairesinde alırsanız, daha iyi olur.”

Şinasi Başçavuşum, Konyalıydı, kendi namaz kılmasa bile namaz kılanlara saygılı, inançlı bir arkadaşımızdı. Bana o ilk, tecrübesiz yıllarımda faydalı nasihatlerde bulunmuştur, kendisini her zaman hayırla yad ederim.  

Yani, daha ilk gün, açıktan namaz kılmanın doğru olmadığı ikazını almıştım. Hâlbuki; Hava Harp Okulu son sınıfında iken, Rabbimin hidayet lütfettiği andan itibaren; vakit nerede girmiş ise orada, namazımı açıktan kılmaya başlamıştım. Koğuş, yatakhane, spor salonu, eğitim sahası, dershaneler bölgesi, amfi, vs, bir vaktimizi kazaya bırakmadık, elhamdülillah. Namazın gizlenebileceği de hiç aklıma gelen bir şey olmadı, doğrusu. Mezun olduktan sonra, Gaziemir Teknik Okullar Komutanlığında sınıf kursumuzu görürken yine aynı şekilde namazımızı aksatmadan eda ettik, çok şükür.

Lakin, Kıtaya gelir gelmez, ilk gün, ilk olarak; “aman namazını gizle” tavsiyesine muhatap oluyordum.

Şinasi Başçavuşuma teşekkür ettim. Namazımı gizleyemeyeceğimi, ama odamda değil kozmik Büroda kılmaya devam edebileceğimi söyledim.

İnancımı, olması gerektiği gibi, hiç gizlemeden, saklamadan, doğal olarak yaşamaya çalışıyordum.

Hiçbir personel için ayırımcılık yapmadan, herkese samimi muhabbet ile yaklaştığım için odam sohbet odası gibiydi, canı sıkılan yanıma gelir, hasbıhal ederdik.  Harekat Eğitim Kısım Amiri F. binbaşı dışında bütün personel ile aramız çok iyiydi. Sevildiğimi biliyordum.

Şu, Atatürk sorusuna gelince; eminim, birçok dindar kimse birçok kez buna benzer bir soruya muhatap olmuştur.

Aslında burada önemli olan, sevmek ya da sevmemek değil. Böyle bir soruyu sorma kibri ve üsten bakışıdır.

“Sen kimsin, nasıl böyle bir soru sorabiliyorsun?”, karşılığını verme hakkım mahfuz olmak üzere; ben, gayet mülayim bir şekilde, içimden gelen ne ise, dosdoğru, onu söyleme tercihimi kullanmıştım. Her zamanki gibi doğal ve samimiydim.

Sonuç ne oldu? Karşımdaki mutmain oldu mu? Bilemem, ama zaten karşımdaki kişinin benim cevabımdan mutmain olup olmaması değildi, o an yaşadıklarımız; sadece, benim inançlarımdan dolayı, şahsıma yapılan bir saldırı denemesiydi.

Lakin, ben daha ileriye gitmesine fırsat vermedim. Tartışma ortamı da oluşturmadan, ustaca savmış oldum.

Benim içki içmediğimi, herkes biliyordu. Hatta, içkili ortamlara dahi girmediğimi de biliyorlardı. Kendileri neredeyse her akşam içerlerdi. Lojmanların alt katında oluşturdukları mekanda akşamları kumar oynayıp, kafa çekerlerdi. Düzenledikleri gecelere de içkili ortam olması münasebetiyle katılmamış olmam sanırım, iyice rahatsızlık veriyordu, bazılarına...

Denetleme günlerinde, protokol yemeklerine de iştirak etmemiş olmam münasebetiyle Mevzi Komutanının epey fırçasını yemiştim.

Bir seferinde; Mevzi Komutanımız M. yarbay kendi odasında;

- "Gürcan, ben senin yemeklere niye katılmadığını biliyorum, Peygamberimiz, içki içilen yere gitmeyin, dediği için değil mi, ama bu yemeğe sen kısım amiri olarak katılmak zorundasın. Bir daha böyle bir şey istemiyorum, seni o yemekte göreceğim. İçki iç demiyorum ki, ama yanımızda otur" demişti. Bu tür ılımlı yaklaşımlar da oluyordu.

F. binbaşı tarzı saldırılar bir çok arkadaşımıza yapılmıştır. Mesela; Gaziemir'de sınıf kursunda ilken benzer soruya Ç.E.  muhatap oldu. Mesai çıkışı, serviste, bir Yüzbaşı bizim arkadaşa dönüp;

-"Çetin teğmen, sen Atatürk'ü seviyor musun? demişti.

Yani, o yıllarda TSK içerisinde, dindar insanlara olan kin ve nefretlerini kusmak için din düşmanları, bu Atatürk copunu çok kullanmıştır.

Bu yaşadıklarımızdan, takriben onbeş sene sonra, zaten BÇG çetesi oluşturularak, aleni hücum başlayacaktı. O süreç ise, resmen dindar insan kıyımıydı.

Şimdi, birçok kişiye garip gelebilecek olan bu hadiseler ne yazık ki, bir zamanlar TSK içerisinde yaşandı.

Herkes şunu çok iyi bilmeli ki; hiç kimse, hiç kimsenin fikir, düşünce ve inancını sorgulama hakkına sahip değildir. Herkes, inancını inandığı gibi yaşamak hürriyetine sahiptir. Bir zamanlar rütbelerinin arkasına sığınıp, baskı ve zulüm yapmaya çalışan o pespayelerden artık kalmadı çok şükür.

Bunları yazmamızın sebebi, bir zamanlar TSK içerisinde neler yaşadıklarımızın bilinmesi ve bir daha asla o günlere dönmeme arzu ve isteğimizdir.

Allah yar ve yardımcımız olsun.

Gürcan Onat, 20.11.2022, Fatih.

20 Eylül 2022 Salı

Kayseri 2’nci Ana Bakım Fabrikasında Neler Oluyor

“Müdürlükte görev yapan tüm personelin, lojmanlarda ikamet eden subay astsubay ve aileleri ile bunları ziyarete gelen misafirlerin ve iş takibine gelen şahısların türban, çember sakal, topuklara kadar uzanan pardösü vb. ideolojik amaç simgeleyen çağ dışı kıyafetler ile fabrika müdürlüğe girmesine ve komutanlık içerisinde gezmesine müsaade edilmeyecektir.”

Ne oluyoruz yahu?

Hayırdır, inşallah?

Gürcan bey kafayı mı yedin?

Yok yok, kafayı yemiş falan değilim. Ne ben ne de başka herhangi biri kafayı yemiş değil.

Peki, bu 28 Şubat yazısı da neyin nesi, o halde?

Hemen açıklayalım: Kayseri 2'nci Ana Bakım Fabrika Müdürü Albay İlhan Coşkun, 6 Eylül'de bir emir yayınlıyor. Emir içindeki bir maddede yukarıda belirttiğim ifadeler yazılmış.

Tabii ki doğal olarak, bu skandal emirle ilgili Millî Savunma Bakanlığı hemen soruşturma başlatmış.

Emirle ilgili gelen tepkiler üzerine, Albay İlhan Coşkun "sehven imzaladım" diyerek, geri adım atsa da Bakanlık tarafından açığa alınmış.

Albay Coşkun'un 2011 yılında yayımlanan emri yenilediği ortaya çıkarken; Bakanlık, Coşkun'u görevden alarak, hakkında soruşturma başlatmış.

Bu skandal emrin, 6 Eylül'de yayımlandığını belirten Büro Memursen Kayseri 2 Nolu Şube Başkanı Talip Şahin: "Aslında, bu emir 2011 yılında yayınlanmış. Albay İlhan Coşkun aynı emri yeniliyor. Çarşamba günü de sehven imzaladım diyerek inkâr ediyor”, şeklinde beyanat vermiş. İlave olarak, “cuma akşamı da sayın bakanımız kendisini açığa aldı. Albay İlhan Coşkun kamikazelik yapıyor. Uyanan hücreler yavaş yavaş uyanıyor. Danıştay sakalı kılık kıyafet yönetmeliğinden çıkardığı halde sakal tıraşı olacaksınız diye personeli zorlayarak kanuna aykırı davranıyorlar. Bu şekilde keyfi uygulama yapıyorlar. Seçim yaklaştıkça 28 Şubat zihniyeti hortluyor. Kayseri'deki durum bunun en net göstergesi. Her seçim döneminde eski zihniyet alışkanlıklarını tekrardan her alanda göstermeye başlıyor" diye konuşmuş.

Haber ve hadise bu şekildedir.

Şimdi, biz bu olay üzerinden tahlilimizi yapalım.

Yıllarca, Personel Şube Müdürlüğü yapmış, bir personel subayı olarak şunu ifade edebilirim ki; evet Personelciler genellikle yeni emir kaleme almazlar, aynı konuda yazılmış olan eski emirleri arşivden çıkartıp, ufak tefek değişiklik ve tarih düzelterek tekrar yayınlarlar.

Yani, 2011 yılındaki yayınlanmış olan emri tekrar yayınlaması doğrudur.

Bu durumda skandala sebebiyet veren kişi, Personel Şube Müdürüdür. Personel Şube Müdürü de açığa alınmalı ve soruşturmaya dahil edilmelidir!

Lakin, Albay Coşkun çok iyi bilir ki; “Bir Komutan yaptığından ve yapamadığından sorumludur”. Bu demektir ki; “sehven imzaladım” demesi, kendini kurtarmamaktadır. Bir komutan yayınlayacağı hiçbir emri okumadan imzalayamaz! İmzalıyor ise; zaten komutanlık vasfı yok demektir, derhal emekli edilmeli!

Okumuş da dikkatinden kaçmış olabilir mi?

Elbette, bir insan olarak bu da olabilir. Lakin, koskoca 28 Şubat döneminin yaşandığı, binlerce insanın mağdur edildiği, hala yaraların kurumadığı, o vahşet günlerini hatırlatırcasına; bugün böyle bir emir imzalanıyorsa, bunun da hesabı mahkemede sorulmalıdır. Unutmayalım ki; 28 Şubat post modern darbesini yapan BÇG çetecileri yargılandı, hapse mahkûm edildi, rütbeleri söküldü, er olarak biri hariç, diğerleri hapiste çürümeye devam etmektedirler.

Böyle bir emir okuyunca, bizim aklımıza şöyle bir sual gelmez m? Bu albay acaba BÇG çetecilerinin arta kalan kripto elemanlarından biri midir?

Bu husus, bağımsız ve tarafsız hakimlerimiz tarafından sorgulanarak, açığa çıkartılmalıdır.

Ayrıca, bugün muhalefet partilerinin bile eskiye artık dönüş olamayacağını; başörtüsü sorunumuzun kalmadığını açıkladığı bir zamanda, bu albay neyin peşindedir? Bu konu da araştırılmalıdır.

Ayrıca, Milletimizin ordusu, kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimizin içerisinde hala bu tür din düşmanı, çağdışı, bağnaz, örümcek kafalı, köhneleşmiş darbeci zihniyetler kalmış mıdır? Bunun da araştırılması detaylı bir şekilde yapılmalıdır.

Milli birlik ve beraberliğimize suikast yapan, halk düşmanlarının o şerefli üniformayı giymeye hakları yoktur.

Sayın Milli Savunma Bakanımızdan istirham ediyoruz, lütfen bu hadiseyi bir alarm olarak kabul ederek; TSK’leri içerisinde sinsi bir şekilde, kendini gizleyerek, hain bir kalkışmanın özlem ve hayaliyle planlar yapmaya çalışan kriptolar kalmış mı, araştırın ve temizleyin.

Sayın Cumhurbaşkanımızdan istirham ediyoruz, hain darbecilerin ağız sularını akıtan mevzuat eksikliklerimiz varsa lütfen bir an önce gerekli düzenlemeleri yaptırtın.

Allah, Devletimizi Milletimizi ve ordumuzu hainlerden ve darbecilerden muhafaza eylesin.

Gürcan Onat, 19.09.2022, 16.00, Fatih.

 

 


 

15 Temmuz 2022 Cuma

Hain FETÖ Kalkışmasının 6. Seneyi devriyesi münasebetiyle

İhanet 28 Şubat 1997’de başladı.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin, vatanını milletini canından aziz bilip; görevini en güzel şekilde yapmaya çalışan; şerefli haysiyetli dindar insanları, 28 Şubat post modern darbesinin, hain BÇG çetecileri tarafından bünye dışına itildi…

Boşalan kadrolara FETÖ’nün sinsi yılanları yerleştirildi. Bu sinsi yılanlar çok hızlı ürediler ve yayıldılar.

ABD’den aldıkları güç ve yardımlarla TSK’nde çoğunluğu ele geçirdiler.

Sadece TSK’nde değil, Emniyet Teşkilatı, Yargı Kurumları başta olmak üzere devletin birçok kurumunda çöreklendiler.

TBMM’nde de yerlerini aldılar. Sadece bir parti içinde kümeleşmediler, farklı partiler içerisinde de yapılandılar. Hatta kendilerine prim vermeyen liderleri kumpaslar ile yerlerinden edip, kendi elemanlarını Başkan yaptılar.

Medya da kontrolleri altındaydı. Sağdan sola tüm yayın gruplarına sızdılar.

Bir tek MİT üzerindeki planları istedikleri gibi gitmedi.

Bir de uzun adama etki edemiyorlardı…

MİT Başkanı ve uzun adam üzerinde kumpaslar denediler; uzun adam ferasetiyle tuzaklarını bozdu.

Gençlik üzerinden dış destekli gezi kalkışması denediler; uzun adam bunu da yemedi…

Rahmetli Erbakan ile oldum olası yıldızları barışmamıştı, baş iblisin. Erbakan hiç yanına yaklaştırmadı, hoca müsveddesini…

AKPARTİ kurulunca bunu fırsat bilip, hemen içine çöreklendiler. Epeyce, milletvekili kılığında zehirli yılanlarını meclise gönderdiler. Lakin uzun adama bir türlü tesir edemiyorlardı. En yakın kurmay kadrolarına kadar sızdılar, ama yine de başarı elde edemediler.

Son çare; artık, kalkışma idi…

15 Temmuz 2016 günü geldi, çattı.

Yıllardır, bu gün için hazırlanmışlardı. Müttefikleri ya da sahipleri olan ABD ile ilmek ilmek örmüşlerdi, kalkışmanın nasıl yapılacağını. Tüm kurmayları ile en ince detaylarına kadar çalışmışlardı. Başarısızlık mümkün değildi…

Sinirler iyice gerilmişti…

Heyecan son haddindeydi…

Uyanmakta olan dev artık sonsuza kadar uyutulacak, Osmanlının son zamanlarında ezilememiş olan başı bu sefer tamamen ezilecek, bir daha asla ayağa kalkamayacak hale getirilecek, ümmetin son ümidi de yer ile yeksan edilecekti…

Hainler her şeyi hesaba kattılar her şeyi hesapladılar, ancak hesap edemedikleri, atladıkları sadece tek bir şey kalmıştı ki en önemli olan da buydu, aslında.

Zira O dilemez ise hiçbir şey olamazdı!

Onlar, Allah Teâlâ’nın muradını hesaba katmadılar. Onlar, Allah Teâlâ’yı hiç düşünmediler.

Allah Teâlâ, bu hadimi din olan milleti merhumeyi yalnız bırakmadı…

Hainlerin planlarını kendi başlarına geçiriverdi.

O gece, adeta ümmeti Muhammed’in kalplerine bir ilham ı umumi ile vatandaşlarımızın, sorgusuz sualsiz sokağa fırlamalarını nasip etti. Selalar gürül gürül gökyüzünü inletirken, millet bir kez daha kahramanlık destanı yazmaya başlamıştı bile…

Darbe kalkışması daha başlarken bitmişti. Artık yapılacak bir şey kalmamıştı; can havliyle, sadece katliam yapabilirlerdi. Ve onu yaptılar. 252 canımızı şehit ettiler.

ASDER Yönetim Kurulu olarak o gün, aylık Yönetim Kurulu toplantımızı yapmıştık. Dönüşte, Boğaz Köprüsünden geçerken tankları görmüş, sebebini anlamaya çalışmıştık. Evlerimize vardığımızda, televizyon yayınlarını izleyince hain kalkışmayı anladık.

Whatsapptaki birçok gruplarda birçok dernek, vakıf mensupları birbirleri ile haberleşerek, kendilerini sokaklara attılar.

Vatan Caddesinde, Emniyet Genel Müdürlüğü halk tarafından koruma altına alındı. MAZLUMDER’li arkadaşlarım buradaydı. Saraçhanede, İBB binasına halk akın etti. Bir taraftan dalga dalga havaalanına doğru, insanlar sel olup aktılar.

Ben, bir taraftan televizyon başında kanal kanal gezerek, sıcak gelişmeleri takip etmeye çalışıyor; bir taraftan farklı arkadaşlardan gelen mesajları farklı bölgelerdeki arkadaşlarla paylaşıyor, adeta Savaş Harekât Merkezindeki gibi insanları yönlendirmeye çalışıyordum. Mesajlardan ve haber iletmekten başımı kaldıramadım.

Nihayet, sabaha doğru mesajlaşmalar biraz hafifledi; hemen abdestimi tazeleyerek, ev halkıyla helalleşip, dışarı çıkarken televizyonlar, hainlerin teslim olma görüntülerini vermeye başladılar.

ASDER olarak biz, 28 Şubat sürecinde darbelere karşı koyma planı yapmıştık. Bunu da ilan etmiştik. Özellikle o yıllarda, hain BÇG çetecilerinin post modern olarak, medya marifetiyle icra ettikleri darbelerini fiili darbeye çevirme söylentileri yayılmaya başlamıştı. Böyle bir hainlik karşısında biz, ASDER mensupları olarak, ne yapmamız gerektiğini konuşmuş ve bazı önemli kararlar almıştık. Zaten, BÇG çetecilerine karşı hınçlı olduğumuz için gözümüzü tamamen karartmıştık. İlk yapacağımız eylem, hepimizin arabalarımıza atlayarak, tankların geçiş güzergâhlarında yolları tıkamak olacaktı. Kesinlikle evde kalmayacak, sokakları tutacaktık.

BÇG çetecilerinin ASDER’i yakından takip ettiklerini biliyorduk. Çünkü ilk yayınladığımız “Ben Disiplinsiz Değilim” kitabını, bir Asteğmen göndererek satın aldırmışlar ve incelemişlerdi. Kendilerinin baş belalıları olacağımızı çok iyi biliyorlardı.

Nitekim aslında oldukça ödlek olan, hain BÇG çetecileri fiili darbeye geçemediler. Hükümeti düşürdükleri için amaçlarına ulaşmış olarak, kurdurdukları uşak hükümetleri aracılığıyla, milleti yıkım programlarını uygulatmakla meşgul oldular. ASDER olarak planımızı uygulayamadık.

15 Temmuzda da zaten halk kendini sokağa atmıştı.

Lakin eğer, bundan sonra bir daha darbe kalkışması olur ise; hiçbir ASDER’li evinde oturmayacak, hainlere karşı ne gerekiyor ise yapacaktır. Bütün hainlerin dikkatine…

Gerçi eminim ki; artık, asla darbe yapmayı akıllarından dahi geçirmeyeceklerdir.

Türkiye’de darbeler bir daha dirilmemek üzere, ebediyen toprağa gömülmüştür.

Fakat ben biliyorum ki iç ve dış düşmanlarımız rahat durmayacak, şahlanan bu milleti durdurmak için ellerinden gelen tüm kaos planlarını yapacak ve yeni tertipler kuracaklar.

Biz de bunları bozmak içim tüm gücümüzle çalışacağız.

Son olarak şunu ifade etmeliyim ki; bugün Saraçhane parkında Cumhurbaşkanını dinlemeye gelen milletimin ruh halini görünce, değil uşakları ABD’ndeki sahipleri gelse, bu millete vız gelip tırıs gideceğine yakinen şahit oldum.

Allah Müminlerin yar ve yardımcısıdır.

Gürcan ONAT, 15.07.2022, 22.00, Fatih. 

9 Haziran 2022 Perşembe

SOSYAL SİVİLCE

Vücudumuzda bir sivilce çıksa, acaba neden çıktı, diye merak ederiz, hele bir de uzun süre devam edip iyileşmez ise içimizi bir endişe kaplar; inceleyip sebebini bulmaya çalışırız. Çünkü, biliriz ki sivilce vücudumuzun içerisindeki bir anormalliğin dışa vurulmuş halidir.

Antalya’da bir lise öğrencisinin kutsal kitaba tekme atması da aslında sosyal bünyemizde ortaya çıkan sivilcedir. Bu sivilce neyin göstergesidir, onu teşhis etmemiz icap etmektedir.

Vücudumuzdaki sivilceye sebebiyet veren faktörlerin neler olduğunu hekimlerimiz sıralamışlar, mesela: Ergenlik dönemi, sağlıksız beslenme, hormonal faktörler, çinko eksikliği, çevresel faktörler, v.s.

O halde, toplum bilimi uzmanlarımız tarafından da sosyal bünyemizdeki sivilcelerin nedenleri, en ince ayrıntısına kadar tespit edilerek, çareler araştırılmalıdır.  

Doğrusu ya şunu çok merak ediyorum; tekme atan bu çocuğun anne ve babası nasıl bir tepki verdi? O lisedeki bu çocuğun öğretmenleri ne düşündü? O lisenin müdürü; “yahu, biz bu çocuklara neyi veremedik de bu hadise oldu” diye kendilerine sordular mı? İlçe Milli Eğitim Müdüründen, ta Milli Eğitim Bakanına kadar eğitimden sorumlu herkes, kendine; “bu çocuklara verdiğimiz eğitimde hangi yanlışı yaptık da bu sivilce ortaya çıktı”, dediler mi? Hatta, o çocukların evine en yakın caminin imamı; “benim sorumlu olduğum mahallede böyle bir hadise oldu, acaba bu hadisede benim de mesuliyetim var mı?” Diye, kendilerine sordular mı?

Sosyal Medya kanallarında, gençlerimizin ahlaki seviyelerinin ne hale düştüğünü biraz ilgilendiğimiz zaman görüyoruz. Parkta çırılçıplak güneşlenmek, herkesin içinde köpekler gibi cinsel ilişkiye girmek, anadan üryan sokağa çıkmak v.s.

Sosyal dokumuzun, ahlaki anlamda bozulmasından rahatsız olan, duyarlı insanların endişelerini ve şikayetlerini son zamanlarda daha yoğun işitir olduk.

Lakin, bizim vazifemiz şikâyet etmek olmasa gerek diye değerlendiriyorum. Elbette, hastalığı tespit edebilmek, kaynağına inebilmek için dillendirmek gerekecek. Ancak, bundan sonra, bütün çabalarımızı tedavi yollarında sarf etmemizin çok daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Toplumdaki politik kutuplaşmanın vatandaşlar üzerindeki menfi tesirinin müspet etkisinden daha fazla olduğu kanaatini taşıyorum. Zira, kutuplaşma insanların birbirinin yaşam hakkına, inancına ve düşüncesine saygıyı törpülemektedir.

Ülke hepimizin; çocuklarımız ise ülkemizin evlatlarıdır. Ülkemizin bugünkü çocukları geleceğimizin yöneticileridir. Öyle değil mi?

Zamanı geldi de geçiyor bile; hangi fikir ve ideolojide olursak olalım, ülke vatandaşları olarak, hep birlikte, sosyal bünyemizdeki bu sivilcelerin niye çıktığını bulmamız elzemdir. Ülke geleceğimiz için ciddi tedaviler geliştirmemiz hayati öneme haizdir.

Lisede okurken kutsal kitaba tekme atabilen bir öğrenci, yarın yönetim kademesine geldiğinde kim bilir neler yapacaktır?

Bu hadise, görünür yerde ortaya çıkan bir sivilce olmuştur, vücudumuzun göremediğimiz yerlerinde acaba başka sivilceler yok mudur?

Ben, var olduğunu düşünüyorum! Hem de ne sivilceler…

Sosyal medyada açık açık yayınlanan, binlerce takipçisi olan videolarda; genç kız ve erkeklerin evlilik öncesi cinsel deneyim yaşamalarının gayet normal, doğal, sıradan, basit bir şey olduğunu konuşmaları ve yaşadıklarına dair paylaştıkları dudak uçuklatacak seviyededir.

Küçük bir sivilce, belki size basit görünebilir ve her ne kadar içerideki daha büyük bir hastalığı gösterse de tedavisi kolay gelebilir; bu nedenle de yeterince ehemmiyet göstermeyebilirsiniz. Lakin, unutmayın ki içeride oluşan kanser de ilkin, cildimizde çok önem vermediğimiz, sivilceye benzer basit bir beze şeklinde kendini hissettirir. Acilen, gereği gibi tedbir almaz isek, kısa zamanda önce yatağa ve sonra kabre yolcu eder.

Sivilce deyip geçmeyelim. Basit bir sivilcenin içerideki çok önemli denge bozukluklarının göstergesi olması münasebetiyle, ciddiyetle tedavisini geliştirmenin yollarını arayalım.

Hep birlikte…

Benim ilk aklıma gelen yollardan birisi; Milli Eğitim Sistemimizi komple değiştirmektir. Tüm dünyadaki eğitim sistemlerini, geçmişten günümüze kadar uygulanan metotları tarayarak, daha başarılı eğitim sistemini bulmamız gerekiyor.

Ana sınıflarına daha fazla önem vermemiz ve çocuklarımıza ana sınıfında iken dini terbiyeyi vermemiz gerekiyor.

Toplum olarak, kodlarımızda olan çevre kontrolünü, konu komşudan utanmayı tekrar sağlamamız gerekiyor. Neme lazımlıkla bir yere varamayacağız. Çocuklar mahalleli büyüklerden çekinmeyi bilmeli. Büyükler küçüklere nasihat edebilmeli, küçükler büyükleri saymalıdır.

Benim aklıma gelenler bu kadar, işin ehlileri ve yönetim kademesinde olan sorumlu kişiler tarafından çareler araştırılıp, uygulanmaz ise bizi daha aydınlık günlerin beklediğini boşuna hayal etmeyelim.

Allah yar ve yardımcımız olsun.

Gürcan ONAT, 09.06.2022, 14.00, Fatih.

2 Haziran 2022 Perşembe

BU YOL ÇIKMAZ SOKAK, KILIÇDAROĞLU

Düşünebiliyor musunuz, bir ülkenin ana muhalefet partisinin lideri bir şirketin kapısına varacak, kapı kendisine açılmayacak, kapıda kalacak, yanında götürdüğü basına açıklama yapacak sonra geldiği gibi gidecek.

Koskoca Ana Muhalefet Partisi liderisin, mecliste ikinci çoğunluğa sahipsin, 135 milletvekilin var. Üstelik seçimler yaklaşmışken muhalif partileri bir araya getirmişsin, bir altılı masa kurmuşsun, Cumhurbaşkanlığına aday olmak istiyorsun, memleketi yönetmeye talipsin. Vs, vs…

Ülkenin Ticaret Kanunlarına göre kurulmuş, meşru bir ticari şirketin kapısına, habersiz bir şekilde milletvekillerini ve parti mensuplarını yanına alarak, medya eşliğinde, bir taraftan kendi televizyonunda canlı yayın yaptırarak baskına gidiyorsun. Sanırsın, üçüncü Viyana kuşatmasına çıkılmış…

Yahu! Bu siyaset mi?

Baskın ile alakalı detaylara hiç girmeyeceğim; zira, SADAT Yönetim Kurulu Başkanı bizzat kendisi, Ana Muhalefet Partisinin televizyon kanalına çıkarak, bütün sorulara gayet güzel cevap verdi.

O baskında ve sonrasında, adeta kurgulanmış havası veren, belli bir takım medya korosunda; ASSAM ve ASDER isimleri de dillendirilmek suretiyle, bir yerlere birtakım mesajlar geçilmeye ve sanki zamanı gelince kullanılmak üzere, arşive bir şeyler stoklanmaya başlandı, zannını taşımaktayım.

Olayı, basit bir iç siyaset kavgası veya birilerini hukuk dışına çekme kışkırtması olarak değerlendirmek mümkün mü? Mümkün. Lakin, bu kadar basit olmasa gerek diye düşünmek de mümkün mü? O da mümkün!

2023 seçimlerinin Cumhur ittifakı tarafından kazanılması durumunda; seçimin meşruiyetini tartışılır hale getirmek, ülkede bir iktidar boşluğu oluşturarak, kaos çıkarmak şeklinde kurgulanan uluslararası bir senaryonun icra edildiği, bu plan dahilinde gerçekleştirilecek provokasyonların üzerine yıkılacağı bir adresin inşa edilme gayretleri olarak da değerlendirilebilir mi? Neden olmasın!

ASDER bünyesinde birçok üyemiz tarafından da dillendirilen bu düşünceyi; bir üyemiz de Sahte Bayrak Operasyonu olarak adlandırmıştır, şöyle ki: “2023 seçimleri ile ilgili her kargaşada kullanmak üzere diktikleri bu sahte bayrak ile bir adres inşa ediyorlar. Sahte bayrağın işaret ettiği adres, hiç ilgisi olmadığı halde plana dahil edilir. Yani olaylarla ilişkili gibi gösterilir. Sahte bayrak, iç muhalefetin lideri eliyle dikilir ki muhalif kitle böyle ele geçirilir. Bu operasyonu yapanlar bizzat kendi tetikçileri ile gerçekleştirdikleri olayları önceden diktikleri sahte bayrak ile kamuoyuna dikte ettikleri adres zihinlerde olayların tek müsebbibi olarak algılanacaktır.  Oluşacak bu algı üzerinden kaos planlarlar. Seçim sürecine girilen bu dönemde, ortada bu neviden bir sahte bayrak operasyonu gerçekleştirildiğini görmek gerekiyor, kanaatindeyim.” Diyor. Hiç de yabana atılacak düşünceler olduğunu sanmıyorum.

CHP’nin derdinin SADAT, ASSAM, ASDER’den daha ziyade, kendi partisinin İstanbul İl Başkanının mahkeme neticesini örtmek olduğunu değerlendirmek de mümkündür. Kılıçdaroğlu, Kaftancıoğlu'nun yargı kararı zamanı dikkatleri SADAT'a çevirdi ve ne yazık ki algılarda epey değişiklik de yapabildi!

ASDER Üyesi bir başka arkadaşımız; İyi parti, Deva Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Partisini terörle, ajanlıkla suçlama propagandalarının, aslında kasıtlı yapıldığını, bir tahmin olarak dillendirmiştir. Şöyle ki: “Tabanda önemli farklılıkların olmadığı %65-70 milliyetçi muhafazakâr kesimi kesinlikle ayrıştırmamak gerekir. Bu söylemleri terk etmek gerekir. Hatta HDP tabanındaki muhafazakâr, ancak ırkçılıktan etkilenmiş kesimin varlığını da biliyoruz. CHP’nin dahi içinden mevcut halden rahatsız olan dine uzak ulusalcı kesimin varlığını da biliyoruz.” Diyerek, “CHP’nin ve HDP’nin mevcut tepe yönetiminin gerçek yapısının deşifre edilmesi gerekir.” Şeklinde, tespitini yapmıştır.

Sebep veya plan ne olursa olsun, neticede Kılıçdaroğlu, daracık, küçücük bir çıkmaz sokağın içine girmiş veya sokulmuştur.

Çok yazık!

Ülkemin Ana Muhalefet Partisinin, iktidara aday olduğunu söyleyen siyasetçilerin bu hale düşmeleri gerçekten çok yazık.

Öyle bir sokağa girdiler ki, bu yol gerçekten çıkmaz sokak!

Sayın Kılıçdaroğlu, bu sokaktan hiçbir yere varamayacaksınız haberiniz olsun. Size küçücük bir tavsiyem, hiç buralarda oyalanmadan kendinize yeni yollar arayın.

Zira, ASDER gibi geçmişi, hali ve geleceği tertemiz, pırıl pırıl, hiçbir lekesi olmayan bir başka dernek daha zor bulursunuz…

ASDER üyelerini bilmeyen kalmadı aslında, şu güzel ülkemizde.

Bir Edebiyat Profesörümüz, “Onu siz de Tanırsınız” başlıklı bir yazısında şu şekilde vasfetmişti: “Çevrenize bakınız, eğer alnında beyaz bir nur, gözlerinde ışıl ışıl onur taşıyan bir yiğit görürseniz biliniz ki, o ordudan ihraç edilen eski bir zabittir. Ellerinden öpünüz. Ve siz ey kahramanlar! Şerefli olmak için omuzunuzda demir yıldızlara ihtiyacınız yoktur. Sizin her biriniz, tarihimizin onur semasında ayrı bir yıldız, her gün yeniden doğan bir Kervankıran olarak yerinizi aldınız bile.”

İşte bu, ASDER’i oluşturan Kervankıranlar, çok sevdikleri Türk Silahlı Kuvvetlerinden, rezil BÇG çetecilerinin tezgahlarıyla, yalan ve iftiralar ile YAŞ kararlarıyla yargılanmadan atıldılar, ya da emekli olmak zorunda bırakıldılar.

Vatan, Millet, Bayrak sevdalısı bu dindar insanlar, namuslarını korudukları gibi değerlerini ve vazifelerini korumaya çalışıyorlardı.

Atıldılar…

Küsmediler… Ne devletlerine ne kendilerine kumpaslar kuran, BÇG çetecilerine alet olan komutanlarına, küsmediler…

Bir araya gelip, ASDER’i kurdular. “Adalet Cesaret İster” dediler, hukuk mücadelesi yaptılar.

Zor zamanlarda, önce memleket meselesi deyip, şahsi davalarından önce ülkeye inanç, düşünce ve fikir hürriyeti gelsin diye çalıştılar. Ülkeyi batırmaya çalışan, hain BÇG çetecilerine ve 28 Şubat bileşenlerine karşı demokrasi mücadelesi başlattılar. Başardılar da.

Artık, değil darbe yapmak, darbeyi aklından bile geçiremez hale getirdiler, o hainleri, çok şükür.

Sonra, ASDER içinden, Strateji ile ilgilenen üyeler tarafından bir Stratejik Araştırma Merkezi olan ASSAM kuruldu. ASSAM ayrı bir Dernek olarak faaliyete başladı.

Daha sonra, Uluslararası Şirketleri nazarı dikkate alan kırk, elli müteşebbis SADAT Savunma Şirketini kurdular. SADAT Savunma ASDER ve ASSAM’dan ayrı olarak, ticaret yapan bir şirket olduğu halde, geçmişte bir araya gelmiş insanlar tarafından kurulduğu için, bazı kimselerce, kendi kirli zihinlerine malzeme yapılmaya başlandı. ASDER ile hiçbir organik alakası olmayan SADAT Savunma Şirketinin Yöneticileri tarafından gerekli ve tatmin edici açıklamalar zaten yapılmıştır.

Ayrı bir dernek olan ASSAM tarafından da gerekli izahatlar zaman zaman yapılmaktadır.

Halen, bir hak arama ve adaleti tesis etme derdinde olan ASDER ise; ilk günkü ruh ve heyecanı ile eksik kalan hakları elde etmek için ve 28 Şubat sürecinde üçlü kararname ile atılanlara, emekliliğe zorlananlara verilmeyen haklar konusunda faaliyetlerine devam etmektedir.

“Adaleti Küreselleştirmek İnsanlığa Borcumuzdur” sloganı ile yoluna devam eden ASDER üyeleri, hala mağduriyetlerinin giderilmesini ümit ile beklemektedir. Binlerce aile, uğradıkları zulümlerin telafi edilmesini, tüketmedikleri umutlarıyla devletlerinden bekliyorlar…

Sayın Kılıçdaroğlu! Eğer hayırlı bir iş yapmak istiyorsanız, gelin hala hakları verilmemiş olan bu mağdurların seslerine kulak verin. Yıllar önce, ilk zamanlarımızda CHP’li Milletvekilleri de destek vermişti. Hatta biz yasa çalışmaları yaparken ADAM DER ile teşriki mesai yapmıştık. 12 Eylül Darbesinin mağdurları olan CHP’li Subaylar da 6191 kanunundan yararlandılar. Onlar da haklarını aldılar.

Sayın Kılıçdaroğlu, ASDER’i aslında tanımayan kalmadı.  

Bizim abdestimizde şüphemiz yoktur. Siz kendinizi sorgulayın, bence. Mesela; bazı dosyalardan bahsediyorsunuz, bu dosyaları kim, hangi kaynaktan temin edip, nasıl sizin elinize tutuşturdu? Bu dosyaların muhteviyatında ne vardır? Çevrenizde yabancı elçiler ile ajanlarla görüşmeler yapanlar var mıdır?

İktidar ile siyasi mücadelenize bizleri malzeme yapmaya kalkmayın. Emin olun ki; bu yol çıkmaz sokaktır. Yalan ile, iftira ile, söz çarpıtmaları ile hiçbir yere varılmaz…

Yazık olmasın hem vaktinize hem çabanıza…

Memleket için hayırlı projeler üretin. Memlekete öyle hizmet edilir. Masum Şirket ve Derneklere, birilerinin dolduruşuna gelerek, çamur atmakla hiçbir yere varamazsınız.

Bu yol çıkmaz sokak, Sayın Kılıçdaroğlu, çıkmaz sokak…

Gürcan ONAT, 01.06.2022, 16.30, Fatih. 

20 Şubat 2022 Pazar

Ali Sirmen ve Mine G. Kırıkkanat'a REDDİYE

SADAT, ASSAM konusunda fikir beyan etme konvoyuna Ali Sirmen ve Mine G. Kırıkkanat da katılmış.

Haydi, gençler neyse toydurlar, tecrübesizdirler, meşhur olmak istiyorlardır vs nedenlerle hatalar yapabilirler, bunu anlayabilirim. Lakin Sirmen gibi, Kırıkkanat gibi oldukça tecrübeli iki gazetecinin nasıl böyle bir hataya düşebildiklerini anlamakta ciddi zorluk çekiyorum.

Gençlere cevap yazmaya değmez de, bu iki tecrübeli yazara bir cevap verme ihtiyacını yüreğimde hissettim.

Ali Sirmen, 21 Ocak 2022 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde, "Bir vesayet masalı daha" başlıklı yazısında, gerçek adı “Gölge Ordu” olduğu halde, kitabın ismini dahi yanlış yazarak, AKP’nin Gölge Ordusu deyip, söz konusu kitabı konu ederek, bir şeyler karalamış. Genç arkadaşlarına çok güveniyor olmalı ki; onların yazdıklarını ASSAM'ın sitesinden teyit etme ihtiyacı da hissetmemiş. Bu kadar tecrübeli bir gazeteciye doğrusu bunu hiç yakıştıramadım. Genç arkadaşlarını destekleyeceğim diye, yılların biriktirdiği itibarını niye zedelemeyi göze aldı, anlayamadım.

ASSAM'ın aşağıda linkini (1) verdiğim sitesinde:

“III. ASRİKA İslam Devletler Birliğinin, Resmi dili, Bayrağı ve Başkenti;”  

"MADDE 6- ASRİKA İslâm Devletler Birliğinin resmi dili, Bayrağının rengi ve şekli ile Hükümet Merkezi, ASRİKA İslam Devletler Birliği Temsilciler Meclisi tarafından belirlenir.” yazdığı halde, nasıl oluyor da Sirmen tarafından: Şeriat hukukuyla yönetilen, dili Arapça ve başkenti İstanbul olan bir İslam devletini amaçlayan ASRİKA projesi”nin..." yazılabiliyor?

Yılların gazetecisinin böyle bariz bir ofsayta düşmesi hiç yakışık aldı mı?

Sirmen bu hataya nasıl düşmüş, onu da açıklayıvereyim; genç kalemşorlarına fazla güvenmekle, gençler niye bu hataya düştüler, onlar da kendilerini güncellemedikleri için düştüler. Bu yazdıkları bizim ilk ifade ettiğimiz sözlerdir. Halbuki bu yazdıklarımız yanlış anlaşılınca ve birileri tarafından çarpıtma malzemesi olarak kullanılınca, bu ifadeleri değiştirdik ve son şekli sitemizde, yukarıda ifade ettiğim şekilde yazılıdır.

Bu hususu Prof. Ersan Şen de tam anlamamış, bir akşam CNN Türk'de canlı yayında bana bu soruyu sordu. Sunucu Başak Şengül de hadiseyi  tam anlayamadı, benden bu konuyu biraz açmamı istedi ve ben mevzuyu detaylı bir şekilde izah ettim. CNN Türk arşivinde bu program muhafaza ediliyordur.

Bu tecrübeli yazarların anlayamadıkları veya anlamak istemedikleri konu şu ki; ASSAM'ın ortaya koyduğu, Avrupa Birliğinin alternatifi bir birlik oluşturmaktır. Bunun adına da ASRİKA dedik. Biz bir Birlikten bahsediyoruz. Bu şahıslar da sanki Türkiye Cumhuriyetinin anayasasını değiştirmek istediğimiz gibi bir algı oluşturuyorlar. Oysa, hiçbir alakası yok, eğer sitemizden yazdıklarımızı doğru dürüst okusalar, meseleyi net olarak anlayacaklar. Yazılanları niye doğru düzgün okumazlar, gerçekten anlayamıyorum.

Ayrıca bu tecrübeli gazeteci, Adnan Paşamın Kübra Par'ın bir sorusuna;  "-Hayır, hiçbir destek almadık" seklinde verdiği cevabını da köşe yazısında belirttiği halde, aklı sıra mantık oyunları ile yalanlamaya çalışması da yılların tecrübesine hiç yakışmamış.

Bakın, ASSAM, İslam Birliği Kongreleri yapıyor, bu kongreler için bütün yerli ve milli STK'ların yaptığı gibi, yerli ve milli kuruluşlardan sponsorluk desteği almaya çalışıyor. Bundan daha doğal ne olabilir? Dernekler, üye aidatları ve bağışlarla yürürler. Bunların neler olduğu ve miktarları ASSAM Derneğinde kayıtlı olup, açık ve şeffaftır. Alnımız açıktır, hiçbir lekemiz yoktur, elhamdülillah. Şunu da iftiharla söyleyebilirim ki, asla fonlanan olmadık ve olmayacağız. Hele ki; yurt dışından, milli menfaatlerimizi baltalamaya çalışanların, Sorosların, morosların fonlarının yanından dahi geçmedik.

Sirmen'in köşe yazısında yazdığı: "Bizde de karanlık bir NATO ve TSK ortak kuruluşu olan Özel Harp Dairesi’nin benzeri, adeta özelleştirilmişi olan bir örgüt olarak 28 Şubat 2012’de kurulmuş olan SADAT’ın, Özel Harp Dairesi’nin geçmişte bulaştığı işler düşünüldüğünde ne kadar tehlikeli olduğu kolayca anlaşılır.

Kurucusu Adnan Tanrıverdi’nin Cumhurbaşkanlığı Savunma Başdanışmanı olarak uzun süre görev yaptığı SADAT’ın, AKP’nin gölge ordusu olup olmadığı sorusu çok gündeme geldi.

Doğrusu AKP’nin SADAT’ı doğrudan değil de dolaylı yoldan kullanmayı yeğlediği görülüyor. TSK’nin AKP’nin ordusu haline getirilme girişimlerinde, SADAT’ın ileri gelenlerinden Gürcan Onat’ın da TSK’ye ya da okullarına giriş mülakatlarında kullanılarak TSK’nin uydulaştırılmasında dolaylı açıdan rol oynadığı biliniyor. Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında da SADAT’ın önde gelen elemanlarının yer aldıklarına tanık oluyoruz."

SADAT hakkında yazılanlara SADAT yetkilileri cevap verirler, o benim dışımdadır.

Ancak şahsım hakkındaki; "TSK’nin AKP’nin ordusu haline getirilme girişimlerinde, SADAT’ın ileri gelenlerinden Gürcan Onat’ın da TSK’ye ya da okullarına giriş mülakatlarında kullanılarak TSK’nin uydulaştırılmasında dolaylı açıdan rol oynadığı biliniyor." tezviratına cevap vermem gerekiyor.

Sayın Ali Sirmen;

1. Gürcan Onat SADAT'ın ileri geleni değildir. (Keşke olsaydım). Sadece kurulurken verdiğim cüzi bir miktar hissem bulunmaktadır. Ne yönetimindeyim, ne de çalışanıyım. (Olmak isterdim, o ayrı konu)

5. Gürcan Onat'ın TSK'ye ya da okullarına giriş mülakatlarında kullanılması konusuna müstakil cevap yazdım, bir zahmet o yazıma müracaat edilsin. Hatta Odatv'de de yayınlanmıştır. (Link-2)

Kısaca özetlersem; Soyu sopu belli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Hava Harp Okulundan mezun olmuş, başarılı bir kıta hayatından sonra emekli olmuş bir personel subayının, mülakatlara çağırılmasından daha doğal ne olabilir? Siz, Gürcan Onat'ı ne kadar tanıyorsunuz ki yazınızda isim veriyorsunuz? Tanımak istiyorsanız, kapımız açık, buyurun gelin, ya da ben geleyim, oturup bir çay içelim, tanış olalım. Aynı vatanın evlatları birbirimize bilgisizce saldırmayalım.

30 Ocak 2022 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki yazısında Mine G. Kırıkkanat ise "Pusudaki şeriat ordusu, SADAT!" başlığını kullanmış.

Bu başlık bile kendisine dava açmaya yeter aslında. Ancak, bu benim alanıma girmiyor, SADAT yetkilileri ne yapar bilemem.

Kırıkkanat, ASSAM Kongrelerimizin ilk dördü hakkında özet bilgi vermiş, lakin 5'inciyi unutmuş. Şu ana kadar 5 kongre yapıldı. Allah nasip ederse, bu sene sonunda 6'ncısı ve 2023 sonunda da 7'ncisini yapıp, bu işi nihayetlendireceğiz, inşallah. Böylece İslam Birliği Kongrelerimiz tamamlanmış olacak. Bu kongrelerimize kendisini bekleriz, herkese açıktır. Yalan yanlış haberlerden değil, bizzat kendi gözleri ile ve kulakları ile görerek ve duyarak, şahit olmuş olur.

Sirmen gibi Kırıkkanat da aynı golü yemiş. Yani bu kadar yıllık gazetecilik tecrübeniz nereye gitti bilmiyorum?

Kırıkkanat yazısında; "Bu anayasanın 6. maddesine göre, ASRİKA İslam Devletler Birliği’nin resmi dili Arapça, bayrağı kırmızı-yeşil zemin üzerine beyaz ay ve milli devlet sayısı kadar yıldız, başkenti İstanbul/Türkiye olarak belirlendi." yazmış.

Lisede hocalarımız kopyacıları böyle yakalardı, yanlış ifade aynı kişilerde çıkınca kopya çektikleri anlaşılırdı.

Rahmetli Necmettin Erbakan hocamız hatırıma geldi; "sizi gidi kopyacılar sizi..." derdi.

Haydi, size bir iyilik yapayım da, doğrusunu tekrar yazayım.

"MADDE 6- ASRİKA İslâm Devletler Birliğinin resmi dili, Bayrağının rengi ve şekli ile Hükümet Merkezi, ASRİKA İslam Devletler Birliği Temsilciler Meclisi tarafından belirlenir.”

İnsan siteye girip, ortada duran bu ifadeleri bir kontrol etmez mi? Etmez ise böyle gölü yer işte...

Size tavsiyem gençlere fazla güvenmeyin, kendi işinizi kendiniz görün ve bilgilerinizi sürekli güncelleyin.

Kırıkkanat bu yazısında; "Adnan Tanrıverdi, bu üçüncü kongreye ASSAM Yönetim Kurulu Başkanı unvanının yanı sıra Cumhurbaşkanı Askeri Danışmanı sıfatıyla katılıyordu. Tanrıverdi, “Mehdi’nin geleceği gün için hazırlık yapıyoruz” ifadelerini, yine bu kongrede kullandı." ifadelerini yazmış. Mine hanım anlayabilir mi bilemem, ama ben yine de işin aslını yazayım.

İslam Birliği Kongrelerini yaparken, özellikle Türkiye dışındaki, İslam ülkelerinden bir İslam âlimi, Profesör Zindani ile yaptığı ve Müslümanları  teşvik mahiyetinde kullandığı sözleridir, o söylediği. Ne yazık ki; bazı Müslümanlar dünyadaki zulümlerin bitmesini Mehdinin gelişine bağlamış, hiç bir iş yapmadan sadece dua ile günlerini geçirmektedirler. Bu insanlara, gelin biz birlik oluşturalım, zalimler ile mücadele edelim, manasında kullanılmıştır. O kişi mehdiyi beklemekte iken, Adnan paşam bizim işimiz Mehdi beklemek değil, o gelecekse gelir, biz üzerimize düşeni yapalım, anlamında söylemiştir. Lakin her zamanki fonlanmış medya olayı mehdi bekleyen danışman diye çarpıtmıştır. Bizim Mehdi gelmiş, gelmemiş, hazırlık mazırlık böyle bir gündemimiz yoktur. Lakin siz nedense çok sevdiniz bu yaftayı. Sazan gibi atlıyorsunuz nedense?  

Kırıkkanat'ın yazı başlığı: "ŞERİAT KONGRELERİNE KAMU SPONSORLARI" Sponsor konusuna yukarıda cevap vermiştim. Bu gazeteciler nedense aynı tornadan çıkmış gibi yazılar yazıyorlar.

Biz Şeriat Kongreleri yapmadık, İslam Birliği Kongreleri yaptık. AB hayranı olan sizler için bunu anlamak kolay olsa gerek aslında, ama nedense saçmalamayı tercih ediyorsunuz. AB'nin alternatifi olarak, İslam Ülkeleri arasında bir Birlik kurulmasını öneriyoruz, hepsi budur. Anlamak neden zor geliyor, ben de bunu anlayamıyorum.

Kırıkkanat "Cevaplanması gereken sorular: diyerek şu soruları sormuş.

"Türkiye Cumhuriyeti’nde hukuku şeriat, dili Arapça, başkenti İstanbul olacak bir İslam Birliği Federasyonu kurma planları yapmak anayasal suç değil mi?

ASRİKA gibi hukuk dışı bir organizasyona sponsor ve halkın vergileriyle var olan kamu kurumları hakkında bir inceleme yapılmayacak mı?"

Hemen cevaplayalım; Birinci soru zaten bir uydurmadır, cevabı yukarıda verilmiştir. İkinci sorunun cevabı da şu ki; bizim organizasyonumuz hukuk dışı değildir, tamamen hukuka uygundur, kamu kurumlarından sponsorluk yoktur, kayıtlarımız herkese açıktır, istediğiniz zaman buyurun gelin inceleyin. Lakin hukuka uygun olan bu faaliyetlerimiz için hukuka uygun olmayan demek, en hafif tabiriyle iftira ve yalandır.

Kırıkkanat'ın son yumurtası ise "Çoğu TSK’den FETÖ bağlantıları yüzünden atılmış, laik cumhuriyet düşmanı eski/emekli subay ve astsubayların katıldığı bu şeriat ordusu" sözüdür. Sanırım, burada 28 Şubat postmodern darbesi sürecinde YAŞ kararları ile TSK'nden yargısız infaz ile emekli edilen, TSK'nin en disiplinli, en şerefli vatan evlatlarından bahsediyor. 28 Şubatın BÇG çetecileri yargılandı, rütbeleri söküldü, cezaevlerine tıkıldılar, bu dürüst ve haysiyetli vatan evlatlarının da itibarları iade edildi, rütbeleri verildi, lakin uzayda yaşıyor olsa gerek ki; Kırıkkanat hala bu şerefli insanları FETÖ'cü zannediyor. Hâlbuki bu insanlar FETÖ'nün tam anlamıyla düşmanlarıdırlar.

Kırıkkanat, size son söz olarak şunu söylerim ki; Türkiye yeşil örümcek ağı ile sarmalanmıyor, tam tersi kapkara emperyalistlerin ağları ile sarmalanıyor. Lakin yüreği vatan ve millet sevgisi ile atan bu yerli ve milli kadrolar elbette bunlara müsaade etmeyecektir.

İftira, yalan ve çarpıtma mumlarınız yatsıya kadar bile yanmayacaktır, bunu böyle bilesiniz.

Allah doğrunun yardımcısıdır.

Gürcan ONAT, 20.02.2022, 20.00, Fatih.


LİNKLER:    

[[1]]https://www.assamcongress.com/images/Konfederasyon_Anayasasi_Onerisi/20210126_ASSAM_Konfederasyon_Anayasa_Taslagi_TR.pdf

(2) https://odatv4.com/guncel/sadat-kurucusundan-yeni-harp-okulu-mulakati-aciklamasi-yine-cagirsalar-yine-giderim-218787

ÇEVİK BİR-28 ŞUBAT-İSRAİL ÖRGÜSÜ

 “Middle East Forum” isimli bir web sitesi var. Bu sitede 2002 yılında “İstikrar İçin Formül: Türkiye Artı İsrail” başlıklı bir makale yayın...