30 Ocak 2022 Pazar

BİTMEYEN PARANOYA, İRTİCA

İrtica geliyor, irtica yaklaştı, irtica geldi...

Arkadaş, ne bitmez malzeme imiş bu yahu, ne bitmez paranoya imiş.

Gericiler, takunyalılar, örümcek kafalılar, yarasalar, vs., vs....

Ne zaman Anadolu'nun yerli ve milli insanları iktidara yürümeye kalksa, yönetime talip olsa, biraz palazlansa, hemen koronun yaygarası başlıyor: İrtica geliyor...

Okullarında müstahdem olsak ne sakalımız rahatsız ediyor onları, ne başörtümüz. İş yerlerinde, Parti binalarında temizlik görevlisi olsak, lüks sitelerinde kapıcı olsak hakeza...

Ama müdür olmak istediğimizde sakal irtica sembolü, hakim bacımın başörtüsü fecaat, hele bir subayın sakallı olması aman Allah'ım kıyamet alameti.

Neredeyse yüz yıl geçti, hala aynı terane. Yeter yahu, yeter!

Şu irticacının, mürtecinin bir tarifini yapın deriz, yapmazlar. Yapamazlar!

Aslında biz biliyoruz, onlar da çok iyi biliyor ki; irtica dedikleri; "Din"dir. Din derken yanlış anlaşılmasın, sadece din i islamdır. Onlar hiçbir zaman Hristiyanlığı ve Yahudiliği irtica olarak görmediler. Bilakis, Cumhuriyetin kuruluş aşamasında, mecliste Hristiyan dinine geçelim diye öneride bulundular. Camilere kilisedeki gibi sıralar koyalım teklifi de meşhurdur.

Belli aralıklarla, belli zamanlarda bu ruhları kararmış irtica korosu, göl kenarında gecenin karanlığında vıraklayan kurbağalar gibi, hep birlikte gazellerini okurlar.

Adı zikredilmeye değmez, tek sermayesi Müslümanlara saldırmak olan gazeteci kılıklı birisi, yine pespaye gazetesinde yazmış; "TSK irticai güçlerin hedefinde" imiş. Daha önce de, güya Adnan paşam; "Sakallı asker" talebinde bulunmuş imiş. "Sakallı Generallere hazır mısınız?" başlıklı da makale yayınlamışlar. Bu kişilerin amaçları konusunda bir şey söylemek istemiyorum. Uzun uzun tahlil etmeye de layık ve gerek görmüyorum. Zaten bu zihniyet ve maksatları milletimizin malumudur. Zira yeni bir ürün değil, bu sergiledikleri. Dedik ya, nerede ise yüz yıldır aynı terane, aynı nakarat devam edip duruyor.

Basit insanların basit saldırıları hiç önemli değil, lakin küresel emperyalistlerin küresel saldırıları önemli. Basit insanların arkasındaki güçleri ve amaçlarını okumamız, hedeflerini anlamamız gerekiyor. Ülkemizde, bu topraklarda doğup, bu topraklarda büyüyen lakin cismini, zihnini ve ruhunu müstevlilerin fonlarına kaptırmış, kendini gavurun maşası haline getirmiş, fonlanmış insanlarımız ne yazık ki az değil.

Buraya kadar yazdıklarım hep bildiğimiz şeylerdi. Bu yazıyı hazırlamaktaki maksadım, bilinen şeyleri tekrarlamak veya hatırlatmak değil, bu sefil ve rezillere daha ne kadar tahammül edeceğimizi sorgulamak içindir. 

Şahsen, ben irtica, mürteci, gerici, örümcek kafalı, yobaz mobaz gibi lafların geçtiği ortamda evet, ben işte oyum diyorum. Senin irticacı, gerici, örümcek kafalı dediğin kişi benim, yobazın dibiyim ben, diyorum. En katı şeriatçıyım diyorum. Çünkü o da biliyor ki, ben de biliyorum ki; onun irtica dediği aslında İslam dini, gerici dediği de Müslümandır. Halkının yüzde doksanı Müslüman olan bir Ülkede İslam'a açıkça saldıramadığı için, dini tabirlerle oynayamadığı için kendince bulduğu kötü sıfatlarla hakaret etmektedir. Yani o da biliyor ki, ben de biliyorum ki; ben irticacıyım dediğimde ise aslında Müslümanım diyorum. Rahmetli Mehmet Akif ve Necip Fazıl yaşamları süresince bu tiplere en güzel cevapları vermişler. Necip Fazıl'ın; "bize gerici diyenler bu kaltaban katırın cinsinden gelenlerdir." (1) demesi güzel bir misal. Yarış atları bir katıra tur bindirmiş o hadiseyi anlatırken veriyor bu cevabı.

Kainatı, yok iken varlık alemine çıkartan, her şeyin yaratıcısı Allah'ın sistemine irtica, bir damla sudaki milyonlarca spermden birini insan haline getiren Rabbinin emrine itaat etmeye çalışan Müslümana irticacı diyecek kadar çukurlaşmış zihniyete, ancak böyle cevap verilir. Rabbimizin hayvandan daha sapkındırlar diye tanımladığı, çağın milyonlarca yıl gerisinde kalmış bu zihniyete insan muamelesi yapmak insanlığa hakarettir.

·         اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُؕ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكٖيلاًۙ 

·         اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ اَوْ يَعْقِلُونَؕ اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْـعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَبٖيلاًࣖ 

 Bayağı arzularını tanrılaştıran kişiyi gördün mü? Şimdi sen, bu adamı da doğru yola getirmekle yükümlü olabilir misin?  Yoksa sen, onların büyük çoğunluğunun gerçekten senin davetine kulak verdiklerini yahut doğru dürüst düşündüklerini mi sanıyorsun? Aksine onlar, başka değil, bir hayvan sürüsü gibidirler, hatta tuttukları yol bakımından daha da sapkındırlar. (Furkan: 43,44)

 

"TSK irticai güçlerin hedefinde" veya "Sakallı generale hazır mısınız?" Başlığını atarken, zihinlerinde dindar ordu olamaz, dindar general olamaz zehiri var ve bu zehiri okuyucunun bilinç altına zerk ediyorlar.

Peki, yazıda sözü edilen irticai güçler kimler? Bu yafta kimler için?

Hiç kafamızı kuma gömmeyelim. Bu vatanın yerli ve milli evlatları, inancını elinden geldiği kadar yaşamaya çalışan Müslümanlar. Yani sen ve beniz!

Yapılan ise yine algı operasyonu!

Şimdi kendimize soralım, "Sakallı general" sözünü duyunca zihnimizde nasıl bir algı oluşuyor?

Hazreti Muhammed (s.a.v) gibi sakallı Peygamberimiz mi, Alparslan gibi Anadolu kapılarını bize açan, cengaver Selçuklu Sultanı mı, Osman bey gibi Osmanlı devlet i aliyesinin kurucusu büyük kumandan mı, Fatih Sultan Mehmet gibi İstanbul'u fetheden, hadis i şerifle müjdelenmiş, Bizansı yok etmiş, orta çağı kapatmış, yeni çağı açmış, dev şahsiyet mi, Kanuni Sultan Süleyman gibi haşmeti tüm dünyayı kaplamış cihan hükümdarı mı, Abdülhamit han gibi siyaset dehası, büyük hakan mı? Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa mı? İstiklal harbimizin kahraman paşaları mı? Binlerce örneklerinden sadece birkaç tanesini sayabildiğim bu dev isimler sakallıyken neden TSK'nde sakallı general olamazmış?

Sakalı bir generale yakıştıramayanlar yukarıda saydığım dev şahsiyetlere tarihimizin şeref levhalarına nasıl yakıştırıyor? Bir de o kahramanları sakalsız hayal edin, bakın ne olacak? Yani algı operasyonlarına kurban gitmeyelim.

Sakal aslında konu etmeye değecek bir hususiyet değil. Sakal üzerinden algı operasyonu yaptıkları için değindim. Generalde aranacak özellikler; akıl, ilim, irfan, feraset, şecaat, cesaret, fedakarlık, dayanıklılık, vatan, millet sevgisi vs. (2) Bunların hiçbirisi malum zihniyette olmadığı için, gerici sıfatını taktığı irticacılar orduya sakal getirecekmiş algısı ile zihinlerimiz ile oynamaya kalkıyorlar. Bir taşla üç kuş vuruyorlar, akıllarınca. Hem sakalı aşağılıyor, hem sakallıyı, hem de kendisinden olmayan bu vatanın fedakar evlatlarını...

Algı operasyonlarına kurban mı gideceğiz?

Yetmez mi, zındıkların din düşmanlıkları?

Takma sıfatlarla milyonlarca Müslüman'ı ezmeye yeltenmeleri yetmez mi?

Artık bunlara dur demenin zamanı gelmedi mi?

Zındıkların o yazılarının altına binlerce kişi tepki cevapları yazsa, bu kadar cesaretli olabilirler mi?

Ben oturdum, bu tepki yazımı yazdım. Elimden geleni yaptım.

Gayret bizden tevfik Allah'tan, Rabbim yar ve yardımcımız olsun.

Yazımızı Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un muhteşem dizeleriyle bitirelim.

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı,hatta boğarım!...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticaın şu sizin lehçede manası bu mu?

Gürcan ONAT, 30.01.2022, 14.00, Fatih.

(1) Üstadın kaltaban katırı anlattığı konferansından bir bukle: https://www.youtube.com/watch?v=Wc3qntirrbY

(2): 211 sayılı İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliğinde bir askerin vasıfları sayılmıştır. Cismini, zihnini ve ruhunu satmış fonlu hainlere cevap olması için buraya alıntılanmıştır. İlgilenenler okuyabilir.

İç Hizmet Kanunu Madde 39 – Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur. Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.

İç Hizmet Yönetmeliği Madde 86 - Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkiyle yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır :

a. Cumhuriyete, Yurda ve Millete karşı sevgi ve bağlılık, Cumhuriyet, Yurt, Millet; askerin mukaddesatındandır. Bunlara içerden ve dışardan vaki olacak her türlü tecavüzü karşılamak, def etmek ve lüzumunda bu uğurda hayatını fedadan çekinmemek her askerin borcudur.

b. İtaat : Askerliğin temeli mutlak bir itaattir. İtaat, her astın üstünden aldığı emri hiç bir kayıt ve şart düşünmeden ve en ufak bir tereddüt göstermeden canla, başla yapması, kanunlar ve nizamların dediğinden dışarı çıkmaması ve yasak edilen şeyleri yapmaması demektir. Tam ve kalbi bir itaat, üstün telkin edeceği itimat ve muhabbetle elde edilir.

c. Sebat ve mukavemet : Vazife yapılırken karşılaşılacak her türlü zorluk ve yokluklara katlanarak ve asla usanç ve yılgınlık göstermeyerek sessizce ve düzenli olarak vazifeye devam ve hizmeti istenildiği gibi tamamlamaktır.

d. Cesaret ve şecaat : Tehlikeden asla korkmayarak ve icabında ölmekten çekinmeyerek iş görmek ve pek yürekli olmaktır. Korkaklık; bir asker için en büyük ve affedilmeyecek bir kusurdur. Bu ayrıca namus ve onuruna leke getirir, nefsini zarardan ve tehlikeden korumak için vazifeyi bırakarak savuşmak veya ihmal etmek bir asker için en şiddetli cezaları mucip olur.

e. Canını esirgememek : Kendinin ve ailesinin rahat ve selâmetinin; Yurdun kurtuluşuna bağlı olduğunu ve bunun için de icabında ölmekten çekinmemek lâzım geldiğini ve vazifenin büyüğünün de küçüğünün de bir ve her ikisinin de nefsinden üstün olduğunu düşünerek zamanında fedakârlıkla hareket etmektir.

f. Harbe hazırlık : Harb, silâh ve vasıtalarının ne suretle kullanılacaklarını iyice öğrenmek, harbin zor ve sıkı devirlerinde hattâ zayiattan dolayı kumandansız kalındığı zamanlarda bile kati ve doğru bir karar vermeye ve iş görmeğe yetecek kadar nazari, ameli bilgi ve tecrübe sahibi olmak, yorgunluk, uykusuzluk ve icabında açlık gibi harbin tab'i olan yoksuzluklarına uzun müddet dayanmak ve katlanmak için vücudu alıştırmak ve bunların hepsinde kendine güvenmeyi temin edecek yüksek kabiliyeti kazanmak ve her an arttırmağa savaşmaktır.

g. İyi geçinmek : Bütün silâh arkadaşlarının kardeşten ileri olduğunu ve icabında aynı ülkü için bir arada kanlarını dökeceklerini düşünerek birbirlerini yürekten sevmek, birbirlerinin onurlarına saygı göstermek, edep ve terbiyeye uymayan işlerden, şakalardan kaçınmak ve daima mertçe hareket etmektir. Her asker, arkadaşının keder ve sevincine ortak olmalı ve icabında onu öğüt vererek ahlâksızlıktan ve türlü tehlikeden korumalıdır. Kezalik arkadaşını fena yola sürüklemenin, kabahatini örtbas etmeğe çalışmanın silâhlı kuvvetlere sonra insanlığa fenalık etmek demek olduğunu her asker bilmelidir. İyi geçinmek için çok lâzım olan şartlardan biri de daha ziyade çalışanları ve bu yüzden sevilenleri kıskanmamaktır.

h. İyi ahlâk sahibi olmak :Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker. Asker bunlar gibi yalnız kabahat ve cinayetlerden değil, aynı zamanda dine hürmetsizlikten, iki yüzlülükten, göz boyamaktan, şahsi arzu ve isteklerin temini peşinde koşmaktan, dalkavukluktan,aklını herkesin yükseğinde görerek kendini beğenmekten, şöhret için iyi sayılmayacak derecede hırs göstermekten, nefsini koruyup çekinmelidir. Her ne kadar beğenilmek, sözle okşanmak, maddi mükâfat görmek onur ve şan kazanmak arzusu her askerin kalbinde yer tutmalı ise de bunları doğruluktan şaşmayan haklı bir çalışma ile elde etmek mertlik ve namus iktizasıdır.

i. Sır saklamak :Asker, her yerde düşmanın casusları bulunacağını ve kendisini dinlemekte olduklarını kabul edip vazife ve hizmete ait hususlarda hiç bir kimseye sır vermemelidir. Ötede beride askerliğe ve kışla ve müessese hayatına ait sözler sarf etmemelidir. Hiç bir husus için hiç bir yerde atıp tutmamalı, her hangi şeyi büyüterek ve ekleyerek yayıp dağıtmaktan sakınmalı hiç bir zaman doğruluktan ayrılmamalıdır.

j. Emel ve fikir birliği : Cumhuriyetin, Milletin korunması uğrunda bir vücut gibi çalışmak Silâhlı Kuvvetlerin en değerli hassasıdır. Ve başlı başına bir kuvvettir. Bu birlik, bir vücut gibi çalışmak lüzumunu umumun fikrinde ve yüreğinde yer etmesinden ve umumin menfaatının şahsi menfaatten daha üstün, aziz olduğunu takdir etmekten doğar. Kıtanın onurlu hatıraları ve şanlı vakaları sebebiyle nam almış olan fedakâr personelin isimleri öğrenilip münasip zamanlarda (Millî ve dinî bayramlarda) onları saygı ile hatırlamak Silâhlı Kuvvetlerde birliği ve kardeşliği kökleştirir. Bunların isimleri ve mümkünse resimleri kumandan tarafından kışlanın münasip mahallerine asılmalı ve her birlik veya kıtanın geçmiş savaşlardaki hizmetini gösterir birer tarihi yazılmalı ve bunu birliğe mensup her asker okuyup öğrenmelidir. Alay (Deniz ve havada benzeri) tarihi içinde birliğin en parlak muharebesi o günün senei devriyesinde bütün mensuplarına anlatılır. Her alayın (Deniz ve Havada benzeri) bir kuruluş günü olur ve o gün kutlanır.

k. Birbirine yardım Silâhlı Kuvvetlerin bir emel (Ülkü) ve aynı vazifede birleşmiş olan fertlerinin birbirlerine yardımları müşterek vazifenin en iyi surette yapılmasını temin edeceği gibi arkadaşlığı ve bağlılığı da kuvvetlendirir. Asker arasında yardım, vazife içinde ve dışında olacağı gibi asker, halk arasında da elinden gelen yardımı yapmalı, daima iyiliği sevmeli ve yapmalıdır.

l. Tavır ve hareket : Bir askerin değerini arttıracak, kendisini tanıttıracak ve sevdirecek en yüksek vasıfları terbiyeli, vekarlı, ciddi ve itaatlı olmasıdır. Askerin duruşu mertçe, hareketleri akla uygun ve dürüst, dili ve sözü özüne uygun ve serbest olmalıdır.

m. İntizam severlik : İntizam vazifesinin noksansız yapılmasını temin eden ilk vasıtadır. Asker, vazifesini, muntazam işler bir saat gibi dakikası dakikasına yapmağı adet etmiş bulunmalı, hususi işlerinde de daima muntazam ve tertipli olmalıdır.

n. Başka milletten askerle bir arada bulunduğu zaman onlarla iyi geçinmek ve yüksek değerini onlara da tanıtacak bir silâh arkadaşlığı yapmak her Türk askerinin vazifesidir

10 Ocak 2022 Pazartesi

İÇİMDE KALAN UKDE

Bir gün ev telefonum çaldı, açtım, Personel Şube Müdürlüğünden bir Astsubay, beni Üsse davet etti. Üs Komutanı bizimle görüşmek istemiş.

1999 yılının ocak ayı idi, emeklilik dilekçemi vermiş, yıllık iznimi almış, evimde emeklilik onayının gelmesini bekliyordum. Ancak, Üs Komutanının daveti üzerine yıllık iznime ara verip, 15’nci Füze Üs Komutanlığına tekrar döndüm. Benim gibi emeklilik dilekçesi veren, diğer bütün subay ve astsubayları da davet etmişlerdi.

Alemdağ'da Üs Komutanının odasında, o gün iki Binbaşı ve sayısını şu an hatırlayamadığım kadar Astsubay, ilk defa koltuklara oturmuş ve merakla ne söylenileceğini bekliyorduk. 

Tuğgeneral Hikmet Yavaş kısa bir girişi müteakiben, lafı çok uzatmadan, bizim emeklilik dilekçelerimizi geri almamızı istedi. Dilekçelerimiz Hava Kuvvetlerine çoktan varmıştı ve işlem yapılmaya başlanmıştı. Lakin Komutanımız Üssün bize ihtiyacı olduğunu dile getirerek, emekli olmaktan vazgeçmemizi istiyor ve bu konuda ısrar ediyordu. Üstelik, hemen bu kararı vermemizi bekleyip, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığına telefon açarak, dilekçelerimizi iptal ettirmeyi teklif ediyordu.

Diğer Binbaşı Adnan M. benden bir devre öndeydi. Füzeci olduğu için Teğmenliğinden beri İstanbul'da Üssün değişik birimlerinde çalışmış, Üs Komutanının da çok yakından tanıdığı bir subaydı. O emeklilik kararından vazgeçmedi.

Ben ise, Üsse daha üç sene önce tayin olmuş, karargâha yeni katılmış ve Personel sınıfında olduğum için de Füzeciler tarafından tanınmayan bir subaydım. Üssün Personel Şube Müdürü olarak görev yaptığım bu süre zarfında, çalışmalarımdan memnun kalmış olacaklar ki, gitmemi istemiyorlardı.

Ben de Adnan M. gibi teklifi kabul etmedim ve emeklilik isteğimden vazgeçmedim.

O gün Üsse çağrılanlardan hiç kimse teklifi kabul etmedi. Komutanımıza teşekkür ettik ve sivil hayata doğru yolumuza devam ettik.

Orada Üs Komutanımız Tuğgeneral Hikmet Yavaş'a söyleyemediğim ve içimde ukde olarak kalan sözlerim vardı. Şimdi zamanının geldiğini düşünerek, söyleyemediklerimi yazmak istiyorum.

"Komutanım, siz bilmiyorsunuz ama ben gizli gizli namaz kılıyorum. Hava Harp Okulu son sınıfında iken, 1980 yılında başlamış olduğum bu namazımı hiç aksatmadım ve saklamadım. Çünkü namaz saklanılacak, utanılacak bir ibadet değildir. Ancak bu üsse katıldığım günden beri namazımı gizli gizli, Kozmik Büroda kılıyorum. Ayrıca benim eşim tesettürlü idi, lakin ben geçen sene damgalanmamak için eşimden resmen boşandım ve lojmandan çıkıp, dışarıda kiraladığım bir eve yerleştim. Beni çağırıyorsunuz, fakat bu halimle kabul edebilecek misiniz? 28 Şubat post modern darbesi bütün şiddeti ile devam ediyor, binlerce subay, astsubay irticacı yaftası yapıştırılarak, YAŞ Kararları ile sorgusuz, sualsiz atıldılar. Siz de Üs çapında ekipler kurdunuz, namaz kılanları ve hanımları örtülü olanları takibe aldınız. Beni henüz tespit edemediniz, peki ben emekliliğimden vazgeçersem, siz de beni tespit ederseniz, o zaman da kal, gitme diyebilecek misiniz? Yoksa alelacele dosyamı tanzim edip, YAŞ kararları ile atılmak üzere işlem mi başlatacaksınız?"

Evet, o gün Üs Komutanımızın gözlerinin içine bakıp, bu sözleri söylemek isterdim. Lakin ailevi ve askeri terbiyem, örf ve geleneklerimiz benden 15, 20 yaş büyük bir insana ve Komutanıma bunları söylemekten beni menetti.

O yıllarda biz, bu şekilde, TSK'ne lazımken ve en verimli olabileceğimiz yaş ve rütbedeyken emekli olmak zorunda kaldık. Üstelik ne biz ayrılmak istiyorduk ne de komutanlarımız ve çalışma arkadaşlarımız bizden ayrılmak istiyordu. Zorunlu emeklilik diyebilirsiniz.

Rabbime binlerce şükür olsun ki, biz damgalanmadan emekli olabildik. Oysa, binlerce arkadaşım ise olamadı. Onlar yalan yanlış, düzmece rapor ve iftiralar ile güya disiplinsizlik adı altında, YAŞ kararları ile re'sen emekli edildiler. Çok büyük acılar çektiler, aile faciaları yaşadılar, toplumdan tecrit edildiler. Alınlarında kocaman YAŞ damgası taşıdılar. Hiçbir kamu kurumlarına alınmadıkları gibi, birçok şirket patronları da vebalı gibi bu insanları yanlarına yaklaştırmadı. Çoluk çocuklarının iaşesi için pazarda limon da satamadılar ama gizli gizli çöp bidonlarını karıştıranlar oldu.

Şerefli TSK mensuplarının, en şerefli evlatlarına bu zulmü layık görenler, TSK içerisinde yuvalanmış, şerefsiz BÇG çetecileriydi. Allah'a binlerce şükür ki bu rezil mahluklar yıllar sonra yargılanıp, hak ettikleri cezaları aldılar. Rütbeleri söküldü, ceza evlerine tıkıldılar. Benim onurlu ve şerefli kardeşlerimin bir kısmı da iadeyi itibar ve emsal rütbelerine kavuştular, elhamdülillah.

Yazımın başlarında “damgalanmak” kelimesini özellikle kullandım. Bazı dostlarımız bu bir şereftir, manevi mühürdür diye düşünebilir. Evet, gerçekten ahiret noktayı nazarından bakıldığında, öyle olduğunda hiç şüphe yoktur. Lakin biz adalet mücadelesi yürüten insanlar olarak, dünyada yaşarken de haksızlıkların giderilmesi ve hataların düzeltilmesi gerektiğine inanmaktayız. Eğer, o haince sürülen damganın tam olarak kaldırılması gerektiğine inanıyorsanız, o zaman Ergenekon yargılamalarında olduğu gibi, bu insanları TSK kadrolarına tekrar almanız gerekiyordu. İşte gerçek adalet buydu. Üstelik re’sen emekli edilenler sadece YAŞ kararları ile olmadı. 28 Şubat’ın BÇG çetecilerinin uyguladıkları Üçlü Kararname diye bir yol daha vardı. Emekliliğe zorlanmak suretiyle, çaresiz bir şekilde emeklilik dilekçesi verenler de vardı. Bunlar için hiçbir şey yapılamadı. Bu arkadaşlarım hala mağduriyetlerinin giderilmesini ümitle beklemektedirler.

Şahsen ben yıllar sonra, 15 Temmuz hain FETÖ kalkışmasını takip eden süreçte, tekrar MSB’lığına davet edilip, mülakatlarda vazife yapma, çok sevdiğim kışlalarda, yine vatanıma, milletime hizmet etme fırsatı bulabildim. Üs Komutanımızın davetine icabet edemediğim o günden yıllar sonra Bakanlığın davetine icabet edebildim. Neredeyse 20 yıl sonra, Peygamber ocağı kışlalarımızın ciğerlerimde eksik kalan havasını tekrar teneffüs ederek tamamlayabildim. Elhamdülillah.

Ne acıdır ki, bu mülakatlarda dahi, en çok lazım olan böyle zamanda bile, yıllar önce haksızlığa uğratılmış ve güya damgaları silinmiş olan arkadaşlarım, ne yazık ki göreve çağrılmadılar.

O yıllarda binlerce arkadaşım niye TSK’nde istenmedi?

TSK içerisinde yuvalanmış olan BÇG çetecilerinin ve FETÖ hainlerinin amaçları neydi?

Biz ASDER olarak, bütün bunları detaylı şekilde anlatan bir kitap çıkartmak için çalışma başlattık. 1980'lerden 2000'li yıllara kadar TSK içerisinde yaşanmış olan, sizleri hayretten hayrete sürükleyecek hayat hikayelerini bizzat yaşayanların ağızlarından, ya da kalemlerinden derleyip, nereden nereye, nasıl geldiğimizi sergilemek istiyoruz.

Artık her şey açıkça konuşulmalı ve yazılmalı, tarihimizin hiçbir devresi karanlık kalmamalı. Geleceğimiz ancak doğru tarihi bilgi üzerine, doğru olarak bina edilebilir.

Unutulmamalı ki, adalet cesaret ister.

Allah Teala milletimize bir daha o günleri yaşatmasın diyorsak, hakikati bütün gücümüzle haykıracağız. Başka çaresi yoktur.

Allah Teala yar ve yardımcımız olsun. (Âmin), 10.01.2022, 16.50, Fatih

Gürcan ONAT, Emekli Hava Personel Binbaşı (1981-159) 

2 Ocak 2022 Pazar

SEN DE Mİ TAKUNYALIYDIN?

Bir kandil gecesiydi, annemden öğrenmiş olduğum gibi 2 rekat namaz kıldım, dua ettim. Seccadeyi toplayıp ayağa kalkarken A. T. beni gördü ve hiç unutamadığım o sözü söyledi; "sen de mi takunyalıydın?".

Yıl 1978. Hava Harp Okulu 1'nci sınıftayız.

Arkadaşlarımızla yeni yeni tanışıyoruz. Sınıf arkadaşım A. T. namazıma bu şekilde tepki gösterirken aslında bilinç altındaki düşüncelerini açığa çıkarmıştı. Çünkü 4-5 aylık bir geçmişimiz vardı ve fakat sürekli geceli gündüzlü, yatılı okulun aynı ortamında bulunmaktan dolayı epeyce aşinalığımız olmuştu. O namaz görüntüsüne kadar, kendisi ile samimi muhabbetlerimiz olmuştu. O İzmirli, ben Sakaryalıydım. O ana kadar kendi yaşantısından farklı bir tavır, hal ve hareket de bende görmüş değildi. Hiçbir dini ve siyasi sohbete girmiş değildik. O yıllar 12 Eylül öncesinin sıkıntılı yılları olduğu için zaten bir çoğumuz üniversitelerin buhranlı ve anarşik ortamlarından kaçıp, Harp Okulunun daha güvenli görüntüsüne sığınmıştık. Özellikle 1'nci sınıf herkesin birbirini tanıma ve tartma zamanları olduğu için, siyasi ve dini mevzular pek gündemimizde yer almamıştı.

İşin ilginç yanı, ben o yıllarda yeterli dini bilgilere sahip bir kişi de değildim. Namaz kılmıyordum. Ehli dünya arkadaşlarımız ne yapıyorlarsa, uydum kalabalığa misali ben de aynı şeyleri yapıyordum. Yaşımız itibarıyla da genellikle; eğlence, gezme ve kızlar ile arkadaşlıklar gibi nefsani konular konuşuluyordu.

Geleneksel olarak bizim evimizde, annem kandil geceleri namazdan sonra yasin i şerif okurdu, bize de tavsiye ederdi. Ben de o gece yasin okuyamadım, bari dua edeyim, dedim. Namaz kılan bir arkadaşımız vardı, ondan seccadesini aldım, 2 rekat namaz kıldım, sonra da dua ettim, hepsi bu. Bu hareket benim takunyalı olmama yetti.

Ya arkadaş, daha düne kadar, aylardır seninle her türlü rezil ve sefil sohbetleri yapmışız, zaten senin gibi yaşayan bir insanım, nasıl birden takunyaya bağladın işi, doğrusu anlamak mümkün değil.

Benim yaşımda olanlar hatırlar, 12 Eylül öncesinde Erbakan, karikatürlerde hep takkeli ve takunyalı olarak resmedilirdi. Çok etkili bir beyin yıkama çalışması. Yani namaz kılanlar takunyalı olurlar. Kafalarında da yeşil takke...

Dindar insanlar için bu itibar suikastlığı ta 2. Abdülhamit devrine kadar gider. Batı sürekli bu şekilde karalama ve itibarsızlaştırma eylemleri yapmıştır. Batının yerli işbirlikçi ve uşakları bu misyonu kesintisiz bir şekilde sürdürmüşlerdir.

Doksanlı yılların başlarında, Kütahya'da Hava Er Eğitim Tugay Komutanlığında görevli iken de buna benzer bir hadise yaşadım. O zaman Turgut Özal Cumhurbaşkanıydı. Ben de Yüzbaşı rütbesindeydim.

Tugay Nöbetçi Amiri olduğum bir akşam,  Destek Grup Nöbetçi Subayı olan bir Asteğmen, Nöbetçi Amirliği binasından çıkıp, birlikte Tugay içerisine doğru yürürken; "Komutanım size bir şey söylemek istiyorum" dedi. Oldukça mütereddit ve duyduklarını nasıl ifade edebileceğini tam bilemez bir haldeydi.

"Söyle" dedim.

"Sizin için takunyalı diyorlar" dedi.

Güldüm. Benden bu tepkiyi beklememiş olacak ki, şaşırdı.

İmanlı bir vatan evladı imiş ki, gıyabımızda konuşulanlar kendisini rahatsız etmiş ve bana duyurma ihtiyacı hissetmiş. Kendisini ne tanırdım, ne ismini bilirdim.

Şaşkınlığını gidermek için gülmemin sebebini kendisine, orada detaylı bir şekilde izah ettim.

Yetmişli yıllardan beri namaz kılanlar hep takunyalıydı.

Bize takunyalı diye sıfat takanlar, bizim takunya giymediğimizi bilmiyorlar mıydı?

Biliyorlardı. O halde olay nedir?

Abdest alıyorsan takunya giymen gerekiyor, demek ki.

Abdest eşittir takunya yani.

Halbuki abdest sağlıktır. Günde beş sefer elini yüzünü kollarını ayaklarını yıkamaktır. Bundan daha güzel temizlik olabilir mi? Namaz kılanları takunyalı diye aşağılamaya çalışanlar tuvaletten çıktıklarında ellerini dahi yıkamazlar (Çok şahit olmuşumdur). Leş gibi koktuklarını bilmezler. Küfrün karanlığı kalplerini tamamen kuşatmış, ne kadar sefil ve rezil olduklarının farkında dahi değiller.

İşte bu insanlar, ta Osmanlının son dönemlerinden beri hep dine, imana, dindar ve mütedeyyin insanlara savaş açtılar, sürekli alaya almakla itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Fransa'ya bilim ve teknoloji eğitimi için gönderilen, ancak onların kültür ve terbiyesini benimseyen Jön Türkler ile başlayan bu akım ne yazık ki bir türlü sonlandırılamamış, halen de devam etmektedir.

Hatırlamıyor musunuz, eski Yeşilçam filmlerinde hocalar, imamlar nasıl kaba saba, çirkin, alavere dalavere peşinde koşan insanlar olarak işlendiler. Bu bir projeydi. Çünkü Türkiye aydınları (!) yönünü batıya dönmüş, dini terk etmiş, çağdaş ve laik bir ülke yaratma derdine düşmüştü. Ancak halk bunun farkında değildi. Halk örfüne, adetlerine, geleneklerine ve dinine sahip çıkmaya çalışıyordu. Bu nedenle halkı eğitmek (!) gerekiyordu. Halkı yoldan çıkartmak için her enstrümanı kullandılar, her yolu denediler. Yapmadıkları rezillik, söylemedikleri yalan, atmadıkları iftira kalmadı. Zulümleri arşı alaya yükseldi. Binlerce alim asıldı. Kur'an bulundurmak ve okumak yasaklandı. Ezan Türkçeye çevrildi. Bazı Camiler ahır ve depo yapıldı. Yahudi şapkasını giymek mecbur edildi. Giymeyenler idam edildi. vs, vs, vs.

Bütün bu operasyonlardan sonra da elbette yeni yetişen nesil namaz kılan bir insan görünce, ona takunyalı demekten imtina etmedi. Sadece takunyalı mı? Gerici, yobaz, örümcek kafalı, çağ dışı, vs. İşte bunlar hep bizim, yani namaz kılanların sıfatları oldu.

Harp Okulunun son sınıfında Rabbim bana hidayet nasip edince, hiç tereddütsüz ve pervasız bir şekilde beş vakit namazımı eda etmeye başladım. Yaşım 21 olmuştu, zaten buluğ çağına erdiğim günden o tarihe kadar epey vaktimi zayi etmiş olduğum için, artık sadece önüme bakmaya ve geçmiş namazlarımı nasıl kaza etmem gerektiğine odaklandım.

Hidayet öyle bir nur ki, ancak Rabbimin lütuf ettiği kimseler o engin ruh halinden nasiplenebilir.

Bırakın sizi aşağılamaya, hor görmeye çalışanların söz ve mimiklerini, dünyanın bütün insanlarının hakaret ve saldırıları toplanıp, ateşten gülle haline gelse, sizi yerin bin kat altına gömmeye kalksalar zerre tınmayıp, daha fazla nasıl ibadet edebilirim, kazalarımı nasıl tamamlarım düşüncesinden başka bir dert ve tasayı kendinizde bulamazsınız. Hiçbir beşer sizi Allah Teala'yı razı edebilme gayret ve çabasından alıkoyamaz.

Vakit girince her imkan ve şartta namazımızı eda etme derdine düşüyorduk. Yatakhane, dershane, koridorlar, bahçe, çimenler, sıra üstleri, masa tepeleri Harp Okulunda bize seccade oluyordu.

Hafta sonları Kadıköy ve Modadaki pastane ve çay bahçelerinde kız arkadaşlarıyla buluşma planları yapan Gürcan artık her fırsatta, önüne gelen mescit ve camilerde, özellikle de Karaköy'deki Yeraltı camisinde, üç sahabenin makamının yanında eksiklerini tamamlamak için saatlerce kaza namazları kılıyordu.

Huzur ve mutluluk buydu.

Gürcan ONAT, 02.01.2022, 18.30, Fatih.

ÇEVİK BİR-28 ŞUBAT-İSRAİL ÖRGÜSÜ

 “Middle East Forum” isimli bir web sitesi var. Bu sitede 2002 yılında “İstikrar İçin Formül: Türkiye Artı İsrail” başlıklı bir makale yayın...