26 Aralık 2023 Salı

Harp Okullarında Müfredat

23 Aralık Cumartesi günü akşamı Akit TV'de, Muharrem Coşkun'un "Kırmızı Masa" Programına konuk olduk.

Programın ana konusu, Tuzladaki Cuntacı Teğmenler Meselesiydi.

Malum çevre konuyu her zamanki gibi çarpıtma ve saptırma derdiyle, yalan yanlış programlar yapıyorlar ve Atatürk'ü sopa gibi kullanarak, dindarları baskı altına almaya çalışıyorlar.

Aşağıda linkini koyduğum programda bugüne kadar yapılan tezviratlara yeterince açık ve net cevaplar verdiğimizi düşünüyorum.

Hala, sakız gibi mülakatları SADAT'ın yaptığını dillendiren art niyetli zevat umarım artık, bu gevişi getirmekten vazgeçer.

Son kez yazmış olayım; SADAT diye söz ettikleri kişi, ben yani Gürcan Onat'tır! Evet, ben mülakatlara katıldım. Lakin, kafalarının basmadığı konu, ben orada koordinatör idim. Bunun anlamı şu ki; mülakatlara giren kişi değildim. Mülakatların işleyişini yürüten kişiydim. Daha açık yazayım; odalarda mülakatlar yapılırken ben dışarıda, diğer muvazzaf koordinatörlerle birlikte ayrı bir odada bekleyen kişiydim. Mülakatlara giren kişiler MSB'lığı tarafından belirlenmiş kişilerdi. Ki, bu kişiler toplamda 250 kişiyi bulmaktadır. Mülakatları SADAT yaptı diyen müfteriler aslında, bir anlamda, bu 250 kişiye hakaret etmektedir. 35-40 arasında komisyon kuruluyordu. Her bir komisyonda 5 üye oluyordu. Birincisi: Başkan MSB'lığında Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı veya Daire Başkanlarından müteşekkildi. İkincisi: Emekli Subay/Astsubaylardı. Üçüncüsü: Bakanlıklarda görevli müfettişlerdi. Dördüncüsü: Muvazzaf Subay/Astsubaylardı, üniformaları ile katılıyorlardı. Beşincisi: MEB'lığından ve Hastanelerden çağırılan psikologlardı. Her üyenin verdiği notların aritmetik ortalaması alınıyor, adayın mülakat notu belirleniyordu. Toplamda 250 kişiyi bulan bu mülakatlarda 1 kişi, mülakatlara katılmış olsa bile; ne kadar etkili olabilir, Allah rızası için söyleyin? Hiç kimsenin kendi ideolojik kavgası için bu 250 saygıdeğer kişiyi aşağılamaya hakkı ve yetkisi yoktur. Eğer hala anlamayanlar varsa lütfen zekâ kontrolü yaptırsın.

Kalkışmadan sonra yapılan bu alımlarda MSÜ'ne tarikatçı ve cemaatçiler kesinlikle alınmadılar. Mülakatları yapan görevliler son derece hassas ve dikkatli davranmıştır. Eğer alınmış olsaydı; şimdiye kadar delili ve belgesi ile çoktan patlamış olurdu; zira o görevliler içerisinde her düşünce ve zihniyette hatta kendisini farklı siyasi partilere yakın hisseden kişiler vardı! Ufak tefek görüş ayrılıkları, farklı değerlendirmeler oluyordu. Biz, devreye giriyor orta noktada, uzlaşma zeminini buluyorduk. Bu, zaten işin sağlığı açısından normal olandı.

Peki, bu cuntacı teğmenler nasıl oluşmuştur?

Televizyon Programında zaman yetmedi, her şeyi anlatamadık.

Çok açık ve net olarak ifade ediyorum ki; Kara Harp Okulunda derin bir yapılanma seziyorum!

Mülakatlardan geçen çocuklar pırıl pırıl Anadolu evlatlarıydı. Ne olmuş ise; Kara Harp Okulunda bunların eğitim ve öğretimi sürecinde olmuş!

Acilen, Kara Harp Okulunda müfredat incelenmelidir. Özellikle askeri dersler nelerdir? Bu derslere giren emekli subaylar kimlerdir? Bu dersler esnasında öğrencilere neler anlatılmıştır?

Mağdur olan teğmenin avukatı ile görüştüm; cuntacı teğmenlerin whatsapp yazışmalarında, dışarıda bazı emekli subay ve generallerle görüştüklerine dair ifadeler bulunmaktaymış. Bazı Siyasiler ile irtibat halinde oldukları geçiyormuş. Konu mahkemeye intikal ettiğinden, dava sürecinde daha fazla söz söyleyemiyoruz. Avukatlarından şunu da duydum; Yeni Şafak gazetesinin yayınladığı whatsapp yazışmaları, olanın az bir kısmı imiş, daha gerisi de varmış.

Bir teğmen, devre arkadaşına karşı; onu öldürecek, siyanürle zehirleyecek, kılıçla kesecek kadar nasıl düşman haline getirilip, kinlendirilebilir? Kuzey Irak'ta yanına düşerse teröristten önce kendisi gebertecekmiş! Tıpkı, Balkan bozgunumuz gibi! Tarihten ders almamışız!

Durum vahim! Kara Harp Okulunda bu çocukların zihinlerini iğfal edenler, kin ve nefret tohumları ekenler kimler? Cuntacı teğmenler kimlerle irtibat halindeler?  Acilen inceleme başlatılmalıdır.  

Fotomontajla, Kâbe’nin üzerine Atatürk resmi oturtup, bunu whatsapp gruplarında nasıl paylaşabiliyorlar? Atatürk eline fotomontajla silah verip, karşısına Cumhurbaşkanımızı hedef olarak koymak, nasıl bir zihniyettir? Nefret ettikleri kişileri Atatürk büstüne secde ettirmek ne demek? Kara Harp Okulunda pagan eğitimi mi veriliyor?

Acilen, müfredat içerisine; Darbeler Tarihi, Demokrasi, İnsan Hakları, İslam Akaidi dersleri konulmalıdır!

Son olarak açık ve net olarak ifade ediyorum: Bu yaşananların proje olduğunu düşünüyorum. Askeri vesayeti canlandırmanın ilk adımıdır. Operasyon yapmak isteyen darbeci odak, Atatürk karşıtı diye birisini damgalayıp olay çıkarmak için tuzak kuruyor. Üst rütbelilerden destek almadan sadece teğmenler organize olamaz. Namaza özgürce gitmenin önünü kesmek için korku uyandırıp askeri vesayeti hortlatmak istiyorlar. Namaz kılanlar Atatürk düşmanıdır önyargısını pekiştirme planları var! Üst rütbeliler namaza giden kişileri destekleyen adımlar atmazlarsa bu durum büyür. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları harp okullarında ve piyade okulunda cuma namazı kılarsa oyun bozulur.

Ordumuz, milletimizin gözbebeğidir.

Geçmiş yıllara dönmeye tahammülümüz yoktur.

Dünyada önemli gelişmeler olurken; bizi aşağılık hile ve oyunlarla meşgul ederek, birbirimize düşürmelerine izin veremeyiz!

"Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet

Hakkıdır, Hakka tapan milletimin istiklal"

Gürcan Onat, 26.12.2023, Fatih

https://www.youtube.com/watch?v=oVKi6mGj-Nw



19 Aralık 2023 Salı

CUNTACI TEĞMENLER MESELESİ

Kasım ayında Tuzla piyade okulunda teğmenler arasında bir şeyler oldu. Basına da yansıyan bu hadise üzerine bazı tepkiler gösterildi; MSB ’lığı tarafından soruşturma da açıldı, lakin adet olduğu veçhile pek de üzerinde durulmadan, bir an önce kapatılmaya çalışıldığı da gözlerden kaçmadı.

“Aman canım ne ki, alt tarafı teğmen bunlar, daha rütbeleri ne bunların” diye düşünebilirsiniz. “Aman Allah’ım, neler oluyor cunta hortladı, derhal kelleler uçurulsun” da diyebilirsiniz…

Ben ise, bu olay hakkında geriye de yönelik olarak, idari ve hukuki inceleme başlatılması gerektiğini, değerlendiriyorum.

12 Eylül 1980 darbesinde Hava Harp Okulunda 3 yılını tamamlamış bir öğrenci olmam hasebiyle, o yıllarda yaşadıklarımı unutmuş değilim. 28 Şubat post modern darbe sürecini hala tüm sıcaklığı ile hatırlamam sebebiyle; her ne kadar artık bizim devrelerimizin tamamı emekli olmuş olsa da TSK yapısının ne olduğunu çok iyi bilen bir kişi olarak, bu hadisenin ciddiye alınması gerektiğini ifade ediyorum.  

FETÖ kalkışmasına Millet olarak Cumhuriyet tarihinin en şanlı direnişini gösterip, Osmanlı tokadıyla tüm darbecileri, yurt dışı bağlantıları ile birlikte yerle yeksan etmemizi müteakiben; “artık darbeler ve darbe zihniyeti bitmiştir” naraları atmış olsak da şimdi bir durup, “hele, neler oluyor arkadaş” demek icap etmiştir. Bu, teğmenler vesilesiyle...

Darbeler bitti mi, bitmedi mi? Bitmedi ise neden bitmedi?

FETÖ kalkışmasından sonra tüm askeri okullar boşaltıldı. Çok ciddi temizlik yapıldı. Devlet paranoyak derecede aşırı tepki ile büyük operasyonlar gerçekleştirdi. Haklıydı. Ölüm kalım meselesiydi. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” durumu vardı. “Ya herro ya merro” denildi. ABD aparatı FETÖ, en tehlikeli kanser hastalığı gibi bünyeden temizlenmeye çalışıldı. Buna rağmen, kriptolar varlığını sürdürmeye devam ediyorlar…

Sıfırlanan askeri okullara yeni öğrenci alınırken, Cumhuriyet tarihinin en titiz, en dikkatli mülakatları yapıldı. Mülakatlara bizzat girmesem de komisyonları koordine eden kişi olarak komisyonlarda görev alan tüm üyelerin ne kadar ciddi ve hassas çalıştıklarına şahit oldum. FETÖ iltisaklı bir yana, adeta hasbel kader uzaktan onlara bakmış insanlar dahi alınmadılar. Akrabalık derecesinde suyunun suyu bile düşünüldü. Vatanını milletini seven saf Anadolu çocukları tercih edilmeye çalışıldı. Çocukların zihinlerinde darbeciliğin tozu dahi olmasın diye hassas davranıldı.  

Peki o halde bu çocuklar içerisinden nasıl, cuntacılık emareleri gösteren, Tuzladaki teğmenler hadisesi zuhur etti? Bu meselenin, “bir teğmenin 10 Kasım töreninde yakasına Atatürk fotoğrafı takmamış olması” kadar basit olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Hayır, ben bu kadar basit olduğunu düşünmüyorum. Yakaya bir fotoğraf takılmaması aynı üniformayı giyen iki teğmeni, birbirine bu kadar düşmanca kavgaya götürmez! Belli ki içeride kamplaşma var! Birileri ikilik oluşturmaya çalışmış! Acı ki başarılmış!

Ankara’da mülakatlar esnasındaki şahsi gözlemim ve o zamanlarda kulağıma gelen fısıltıları dikkate aldığımda bende oluşan kanaat; gözlem altına almamız gereken en önemli hususun askeri okullar ve müfredatları olduğu yönündedir.

Mülakatlarda liyakatli, tertemiz çocuklar seçilip, Milli Savunma Üniversitesine gönderildi. Peki, Harp Okullarında neler oldu?

Sayın Cumhurbaşkanımıza açıkça sesleniyorum: “FETÖ Kalkışmasından sonraki öğretim yıllarında, Harp Okullarında ders veren öğretim görevlileri hakkında, emekli ve muvazzaf ayırımı yapmaksızın inceleme başlatılması talimatını verir misiniz, lütfen!”

Kalkışmadan sonra oluşturulan mülakat komisyonlarında görev alan emekli ve muvazzaf askerler ile Bakanlıklardan gelen görevliler, vazifelerini en güzel şekilde yerine getirmişlerdir. Pırıl pırıl öğrenciler seçilerek okullara gönderilmiştir. Peki, okullarda eğitim başladıktan sonra, bilhassa Kara Harp Okulunda özellikle askeri derslerde bu çocuklara neler verilmiştir?

Evet, MSB Rektörü Prof. Erhan Afyoncu ve Kara, Deniz, Hava Harp Okullarının Dekanları da isabetli seçimlerdi. Görevlerinin gereğini yapmaya çalışmışlardır. Kesinlikle onlar hakkında şüphe oluşturma gibi bir niyetim yoktur ve olamaz da. Ancak, bu insanlar sivildiler ve kuruma yabancıydılar. Ellerinde de sihirli değnek yoktu. Derslere eski öğretim görevlileri girmeye devam ettiler. Okullarda görev yapan öğretim görevlileri içlerinde yeterince temizlik yapılmamıştı veya yapılamamıştı. Darbeci zihniyeti taşıyan muvazzaf ve emekli subaylar askeri konularda ders vermeye devam ettiler. İşte teğmenlerin hadisesi bu durumun sonucudur.

Diğer önemli konu ise müfredat! Müfredatta yeterli düzenleme yapılabilmiş miydi? Mesela; demokrasi dersi var mı? Darbeler tarihi dersi var mı? Yapılan bütün darbeler lanetlenerek anlatılıyor mu? İnsan Hakları dersi konulmuş mu? Başka üniversitelerde çok gerekmese de MSÜ'nde bu ve benzeri dersler mutlaka olmalıdır.

Neticeyi kelam; her şerrin hayra bakan bir tarafı da olurmuş, düşüncesinden hareketle teğmenler hadisesi bir sinyal olarak değerlendirilerek; Harp Okullarında hangi dersler okutuluyor ve özellikle askeri alanlardaki derslere kimler giriyor? Bu konu acilen ele alınmalıdır.

Pansuman tedbirlerle derin yaralar kapatılamaz!

Evet, “artık darbeler ve darbe dönemleri bitmiştir” diyoruz.

Ama, zihinlerden de tamamen temizlenmeden darbeler bitmez!

Eğer, saf çocukların zihinlerine, birileri hala zehir enjekte etmeye devam ediyorlarsa, önlem almamak çok büyük gaflettir.

Milli gururumuz, iftihar vesilemiz olan ordumuz yurt dışında, özellikle terör bölgelerinde üstün başarılara imza atarken, içeride üç beş darbeci kalıntısının bu güzellikleri zedelemeye kalkmasına tahammül edilemez, taviz verilemez, tolerans gösterilemez.

Allah yar ve yardımcımız olsun.

Gürcan Onat, 19.12.2023, Fatih.

10 Kasım 2023 Cuma

Peki, ben ne yapmalıyım?

Siyonistlerin işgalci terör devleti İsrail, katliamlarını sürdürüyor.

Hem de tüm dünyanın gözü önünde!

Bütün dünya sakinleri, sanki bir Amerikan filmi izler gibi seyretmeye devam ediyor.

Masum insanların, bebeklerin parçalanmış vücutlarını artık görmeye tahammül edemeyen vicdan sahipleri tepkilerini koymaya çalışarak, en azından Siyonistlere lanetler okuyor.

Kardeşlik hukukunun şuurunda olan Müslümanlar ve vicdan sahibi sol gruplar kitlesel protesto eylemlerini yapıyor.

Ama, soykırım en vahşi şekliyle işlenmeye devam ediyor. Gözü ve ruhu kapkara olmuş, insanlık duygularından nasipsiz Siyonist, zerre kadar etkilenmeden tüm gücüyle katliamlarına devam ediyor.

Eminim ki, birçok vicdan sahibi insan, “ben ne yapmalıyım” diye, kendi kendine, ciddi olarak arayış içerisinde çırpınıyor.

Artık gelinen durumda, söz söyleme zamanı aşılmış, eylem zamanı çoktan zuhur etmiştir.

Cumhurbaşkanımız devlet aklını işleterek, devlet olarak icap eden sorumluluklarını gereği gibi yapma çabası içerisindedir. Siyasi partiler vicdanları ve insaniyetleri nispetinde gayret sarf ediyorlar. Sivil Toplum Kuruluşları sürekli etkinlik planlıyor. İnsani Yardım Kuruluşları faaliyetlerini sürdürüyor. Aslında, tüm dünyada vicdan sahibi, insani değerlerini henüz tam yitirmemiş kim varsa, bir şeyler yapma gayretlerini sergiliyorlar.

Yine de yapılanlar çok yetersiz, zira hala masum canlar, bebekler Siyonist bombalarla parça parça ediliyorlar.

Şimdi, tüm insanların, tüm güçleri ile seferber olma zamanıdır. Eğer, ekran karşısında katliamları izleyip, “ben ne yapmalıyım?” diye kendimize soramıyorsak, durum şahsımız için vahim demektir. Bu, hala insanlık tekamülümüzü tamamlayamamışız anlamına gelir.

Peki, biz ne yapmalıyız?

Bu soruyu kendine sorabilen kişi mutlaka yapılacak işlere ulaşıyordur ve de yapıyordur.

En basiti, hemen kullandığımız kredi kartlarını TROY karta dönüştürebiliriz. Ben ve eşim yaptık çok şükür. Çok basit ve fakat çok önemli bir işlem.

Artık, herkesin ezberlediği Siyonistlere ait ürünleri kesinlikle kullanmayıp, çevremizde kullanan yakınlarımıza müdahale edebiliriz. Bu ürünleri raflarından kaldırmayan market sahiplerini kibar bir şekilde uyarabiliriz.

İmanımız veya insanlığımız ölçüsünde rahatımızdan ve konforumuzdan fedakârlık yapmaya başlamalıyız…

Çevremizdeki protesto eylemlerine dahil olup, Siyonist katillere karşı atılan sloganlara iştirak edip biz de olanca sesimizle haykırabiliriz.

Yardım kuruluşlarımızın topladığı infaka gücümüz nispetinde destek verebiliriz.

Ülkemizdeki, Musevi ve İsevi vatandaşlarımız ile teşriki mesai yaparak, hep birlikte Siyonistlerin katliamlarına karşı eylemler organize edebiliriz. Hayvan sevenleri de haberdar edebiliriz, zira Gazze’de kediler, köpekler ve kuşlar da öldürülüyor.

Bu eylemlerin hepsi bizim insanlığımızın ve vicdanlarımızın gereğidir. Yoksa biz çok iyi biliyoruz ki, Siyonist katil durmayacak, Gazze’de nefes alan hiçbir canlı varlık kalmayıncaya kadar katliamlarına devam etmek isteyecektir.

Şunu da çok iyi biliyoruz ki; Siyonist’in anladığı tek dil güçtür. Bu nedenle, şahsen Cumhurbaşkanımızın; Mehmetçiği Gazze’ye gönderme fikrini değerlendirmeye almasını kaçınılmaz olarak görmekteyim. Eğer, Mehmetçik gidemez ise, seferberlik ilan edilsin. Yaşım 64 oldu, ama ilk ben koşmaya hazırım, Askerlik Şubesi önüne. Şundan da eminim, binlerce gencin şu an kanı kaynamakta ve “ah bir sefer imkânı olsa Siyonist’in tepesine binsem” diye hayal kurmaktadır.

Açık söylüyorum; bu kadar vahşet karşısında eğer hala “ben ne yapabilirim” sorusunu zihninizde dolaştırmaya başlamamışsanız, insan olma gelişiminizi tamamlamamışsınız, balçık olarak yaşıyorsunuz demektir. Sizin, daha fazla bebek, daha fazla çocuk katliamlarını, o küçücük parçalanmış bedenleri izlemeniz gerekiyor demektir. İzlemeye devam edin, izledikçe belki kurumuş olan insani letaifleriniz canlanmaya başlar, insani duygularınız kıpırdanmaya başlar…

Adalet Cesaret İster

Herkes şunu bilsin ki; O gün gelecek, mutlaka gelecek, kesinlikle gelecek…

Gürcan Onat, 10.11.2023. 17.00, Fatih 

22 Eylül 2023 Cuma

ŞERİATÇI MISIN?

-          Sen şeriatçı mısın?

Diye sorarlar, bazen, birileri…

Sohbet ederken, nasıl olursa birden geliverir, bu soru. Zaten genellikle öyle pattak çıkıverir.  Bir değil, aslında çok tekrarını yaşamıştım ben, namaza başladığım günden itibaren…

Ama artık tecrübeliyim. Tak, diye cevabını yapıştırmıyorum, gayri. Önce karşı soru ile mevzuyu biraz açmaya çalışıyorum.

-          Şeriat nedir, senin düşüncene göre? Kavramın muhtevası konusunda hem fikir olalım ki; iletişimimiz sağlıklı olsun, değil mi?

Söz, bir iletişim aracı. Kavramlar ise, zihnimizdeki anlamları yüklediğimiz sözel disiplinler. Kavramların, mucitleri tarafından içlerine yüklenen hakiki manaları olsa da her zihin, her kavrama kendi müktesebatına münasip hususi bir mana atfetmektedir, uygulamada.

Konuşmalarımızdaki ayrılık ve tartışmalarımız, işte bu farklı muhteviyat nedeni ile olmaktadır.

-          Sen bana böyle, dedin

-          Hayır, ben sana bunu, dedim

-          Böyle dedin, işte

-          Ya ben, onu değil, bunu demek istedim…

Uzar gider… Konu bırakılır, ne demek istediğimizi anlatmaya döner, sohbet.

Modası hiç geçmeyen suçlama, “şeriatçılık” yaftasıdır.

Malum zihniyet, her fırsatta bu yaftayı yapıştırıverir:

-          Yoksa, sen şeriatçı mısın? Şeriat mı istiyorsun?

Bu yaftayı yiyen kişi, artık inanç seviyesine göre kılıktan kılığa girerek, kıvranır durur.

Yafta, kelimesini kasıtlı kullanıyorum. Zira, farklı zihinlerde olanları açmaya çalışıyorum. Aslında, elbette “şeriat” kelimesi özü itibarıyla “yafta” kelimesini hak eden bir kelime değil. Lakin, öyle zihniyetler var ki; şeriat kavramını büyük bir cürüm gibi değerlendirmektedir. Hepimizin çevresinde vardır, bu şahıslar.

Bu kişiler, size “şeriatçı mısın” derken; ya sizi bir tuzağa çekmek istiyor ya korkutup bastırmaya çalışıyor ya da hakaret ediyor vs.

Dolayısıyla, eğer ciddi olarak konuşmayı becerebilecek isek; önce kavramlar konusunda anlaşmamız icap etmektedir.

Ben, artık bu soruya muhatap olduğum vakit, hemen karşı soru ile önce kavramın anlamı konusunda hem fikir olmayı sağlamaya çalışıyorum.

Özellikle bizim ülkemizde şeriat kavramı, dindar ile dindar olmayan veya bürokrat ile vatandaş ya da akademisyen ile halk, hatta kadın ile erkek durumuna göre; inanç, cinsiyet, etnik, kurumsal, sosyal, siyasi kimliğine bağlı olarak çok farklı anlamlar taşımaktadır.

Hatta diyebilirim ki; “şeriat” kavramı kadar, insandan insana anlamı değişen başka bir kelime belki dağarcığımızda yoktur!

En kötüsü ise; kendilerini, Kemalist olarak adlandıran kesimin, kendinden olmayan dindar insanları sindirmek ve sopalamak için kullanılacak bir cop olarak görmeleridir.

Bu yazımda manasını vermeye çalışmayacağım. Zaten, hepimizin kafasında bir anlamı bulunuyor. Kendi zihnindeki anlamın ne derece gerçeğine uygun olduğunu merak edenler, sözlüğe bakıp hakikati görebilirler.

Benim derdim; bugün, günümüzde, bu çağda hala bu kelimenin baskı ve aşağılama aracı olarak kullanılabilmesi…

Ve hala insanların açıkça, göğsünü gere gere; “ben şeriatçıyım”, ya da “şeriat istiyorum” diyememeleridir.

Eğer, şeriat (kanun) kelimesini hukuki bir terim olarak değil, inanca müteallik (İslam Kanunu ya da Allah’ın kanunu) bir kavram olarak kullanarak, bunun üzerinden evet hayır yarışına veya inat veya tarafgirliğine girebiliyorsak; derhal bu inatlaşmadan vaz geçmemiz gerekmektedir. Zira, imanlar gidebilecektir. Kendi ağzımız ile ahirette altından kalkamayacağımız bir vebal altında kalabileceğiz. Diyanet İşleri Başkanlığına bu konuda önemli vazifeler düşmektedir.

Öncelikle, “şeriat” kavramının artık doğru anlaşılması şart olmuştur. Türkiye’de yaşayan, aynı Milli Eğitim Programından geçmiş vatandaşlar olarak, hepimizin zihninde aynı anlam olmalıdır.

İslam şeriatının devlet rejimi olarak ülkemizde uygulanıp uygulanmama meselesi, ikinci bir konudur ki; bu konu siyasileri ilgilendirmektedir. Siyasi Partiler kendi tüzükleri içine bunu alırlar almazlar, bu onların iç meselesidir. Her parti kendi programını yapar, vatandaş da gider tercihini yapar. Ülkede demokrasi var.

Sosyal yaşantımızda bu tartışma artık sona ermelidir.

Hele ki şahıs bazında hiç kimsenin hiç kimseyi bazı kavramlar ile taciz etmeye hak ve salahiyeti yoktur. Bu, bir insan hakları ihlalidir!

Bizim, 70 ve 80’lerde moda tahkir kavramlarımız vardı:

-          Komünist misin lan!

-          Sen yoksa faşist misin?

O iş bitti. Ama, “şeriatçı mısın?” sopasını bir türlü çöplüğe atamadık. Hatta, İngiliz muhipleri cemiyeti tarafından öyle bir mahalle baskısı oluşturulmuş ki; amasız, fakatsız fikrini açıkça ifade edebilen çok az sayıda Müslüman bulabilirsiniz, diyebilirim.

Bazen, benim tepemin tası atma noktasına gelip, şeriatçı mısın? Diyene:

-          Sen kafir misin ulan!

-          Vay gavur vay!

Diyesim geliyor ama demeyeceğim elbette, öyle bir şey. Bugüne kadar hiç denemedim ve bundan sonra da olmayacak. Her şeyden önce ağzıma yakışacağını hiç düşünmüyorum. Ama artık biz de tahammülümüzle sınanmak istemiyoruz, yani… Lütfen!

Sağlıklı toplum, sağlıklı sosyal hayatımız olsun istiyorsak, psikolojik ve sosyal baskı araçlarından vaz geçmemiz, itibar suikastı yapmamamız ve tahkir ifadelerini kullanmamamız gerekmektedir. Hatta, şarttır!

En baştaki sorunun cevabını müteakip yazıya bırakmak istiyorum.

Allaha emanet olunuz

Gürcan Onat. 22.09.2023, 17.15, Fatih.


16 Temmuz 2023 Pazar

DARBELER BİTTİ Mİ?

15 Temmuz hain FETÖ kalkışmasının yaşandığı son darbe teşebbüsünden tam yedi yıl geçti. Bugün çok rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki, darbeler artık ülkemizde bitmiştir. Bundan sonra, hiç kimse Türkiye'de darbe teşebbüsünde bulunamayacaktır.

Eğer bulunmaya kalkan olursa, yine minarelerden salalar gökleri çınlatırken, milletimiz yeni destanını yazmakta hiç tereddüt göstermeyecektir!

Bu milletin ruh halini sağır sultan bile duydu ve idrak etti, gayri.

Fakat, bir yanlış anlaşılmaya da sebebiyet vermeyelim. Darbeler bitti derken, darbe heveslileri bitti demiyoruz, elbette...

İçte ve dışta!

Tabii ki, meşru yoldan iktidara gelemeyen kifayetsiz muhterisler farklı yollar arayacaklar ve hiçbir ittifak bulamazlar ise darbe yollarını da zorlayacaklardır. Lakin, bu arayış, küçücük beyinlerinde, kendi kendilerini bunalıma sokmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Son ve en önemli fırsat FETÖ yapılanmasıydı. Dünyanın hiçbir ülkesinde, bu kadar devlet içine sızabilen; silahlı kuvvetlerin kumanda merkezine yerleşebilen, emniyet teşkilatını neredeyse tamamen kapatan, yargı müessesesini kontrol altına alabilen, iş dünyasını etkileyen, halkın gözünde dindar intiba bırakmak suretiyle kabul edilir olabilen, başka bir terör örgütü olmamıştır.

Siyaset arenasında, bir çok siyasi parti liderlerini tesir alanlarına almışlardı. Rahmetli Necmettin Erbakan'a hiç yaklaşamadılar. Bir de uzun adamı kullanamadılar.

Bu kadar devlet içine sızmış bir örgütün başarılı olamaması için sadece bir tek şey gerekiyordu: Allah'ın yardımı!

Allah Teala, bu necip millete Rahmetiyle tecelli etti, hainlerin tuzaklarını kendi başlarına boca etti.

Bir panik, darbe saatini gece üçten akşam dokuza çekince kendi ayaklarına sıkmış oldular.

Eğer, gece üçte kalkışmış olsalardı. Ya başarılı olmuş olacaklardı. Ya da şehit sayımız 251 değil belki 251.000 olacaktı. Belki, iç savaş çıkmış olacaktı. Ki, bu durum zaten pusuda bekleyen NATO görünümlü ABD ve İngilizlerin bekledikleri fırsat olmuş olacaktı. Ondan sonrasını, düşünmek dahi istemiyorum.

Gittikçe güçlenen Türkiye'yi durdurmak isteyen, hakim güçler; yeni planlar bulmakta ve devreye sokmakta pek fazla ihmalkar davranacak değiller, muhakkak. Son ve en çok güvendikleri FETÖ ellerinde patlayınca, daha tiziz olacakları da muhtemeldir. Zira, altmışlı yıllardan beri denemedikleri aparat kalmadı, aslında. Sağ sol kavgası tuttu ama daha çok gençler arasında  ve bir dönemdi, kapandı gitti. Alevi Sünni kavgasını çok kaşıdılar ama hiç tutturamadılar. Anadolu irfanı bu oyunun üstesinden gelmeyi başardı. Türk Kürt kavgasına tüm güçleri ile yüklendiler, fakat sadece bir terör örgütü çıkartabildiler, onu da çoğunlukla Ermenilerden destek almak suretiyle. Artık, can çekişen terörün de son nefesini vermek üzere olduğunu çok iyi biliyorlar. FETÖ ellerinde patlayınca, tüm muhalefet partilerini birleştirip akılları sıra demokratik atraksiyon denediler ama yanlış ata oynayınca, halkımızın ferasetiyle tüm planları suya düştü.

Neticeyi kelam; darbeler bitmiştir, darbeciler bitmemiştir.

Bürokrasinin içlerinde ve iş dünyasında saklı bir halde hayatlarını idame ettiren Sabatay'cılar ile Masonlar sessiz bekleyişlerini sürdürmektedir. Geçmiş yıllarda, ekonomik darbe ufak çapta denenmiş olsa da can alıcı bir şekilde, henüz tam olarak kullanılmamıştır.

Bu nedenle; ne olursa olsun, gevşeklik ve gaflet göstermemek, har daim istim üstünde olmak, bekamız için, vatanımızda hür ve bağımsız yaşayabilmemiz için önemini halen muhafaza etmektedir.

Allah, yar ve yardımcımız olsun.

Gürcan Onat, 16,07,2023, Fatih.

11 Mayıs 2023 Perşembe

ŞAHSIM ADINA SEÇİM AÇIKLAMASI


14 Mayıs’ta yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinin ülkemiz için hayati öneme haiz olduğu, herkesçe malumdur.

Bu seçim, geçmiş seçimlere nazaran, sonuçları itibarıyla çok kritik bir durum arz etmektedir.

Politik tarafgirlik gözlüğüyle, algı operasyonlarıyla, sosyal medya oyunlarıyla, dış destekli bol makyajlı kampanya tuzaklarıyla halkımızın zihinleri bulandırılıp, aklı selim hareket etmeleri zorlaştırılmaya çalışılmaktadır. Adeta, birileri tarafından şeytana melek, meleğe şeytan sureti giydirilmektedir.

Böyle bir durumda, şahsen benim de bağımsızlığımızı, milli bütünlüğümüzü, ülkemizin istikbal ve selametini düşünerek, tarafımı dostlarımla paylaşma zaruretim hasıl olmuştur.

Kimlerin desteğiyle, ne maksatla kurdurulduğu belli olan altılı masa elemanlarının gizli ortaklarının da aleni olması ile artık devleti yönetmek için değil, yıkım ekibi olarak gelmek istedikleri aşikâr olmuştur. Millet ittifakının emperyalist devletler tarafından açık bir şekilde hatta resmen desteklendiği ve adeta devletimizin talan, yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızın yağmalanma planlarının yapıldığı bu seçimde; bağımsızlığımız, milli bütünlüğümüz ve istikbalimiz için sandığa giderek oyumuzu kullanmamız da azami derecede önemli bir hale gelmiştir.

Özellikle, savunma sanayimizdeki gelişmelerle dışa bağımlılığımızın gittikçe azalması, hatta yakın gelecekte tamamen sıfırlanacak olması, doğal gaz, petrol keşiflerimizle, ülke yöneticilerimizin iradeleri üzerinde, geçmişteki tesir kabiliyetlerinin ve hakimiyetlerinin kalmaması, dış güçleri ciddi manada rahatsız etmiştir.

Bağımsızlık irade ile ölçülür.

İradenizi milletinizin lehinde kullanabilmeniz de ekonominiz ve savunma sanayisindeki gücünüzle doğru orantılıdır. Son yıllarda, Türkiye her alandaki hamleleri ile küreselcilerin tezgahlarını bozarak, devler ligine doğru hızla koşmaya başlamıştır. Türk ve İslam alemine lider Ülke olmamız yakındır, inşallah.

Millet ittifakı ne yazık ki; iktidarı ele geçirme hırsıyla, teröristlere ve küreselcilere yaslanarak, Ülke olarak, yeni destanlar yazmamıza engel olmaya, kutlu yürüyüşümüze son vermeye çabalamaktadır. Erdoğan gitsin de ne olursa olsun mantığı ile adeta ceddimiz Abdülhamid hanın gitmesi ile parçalanan Osmanlı devleti aliyesi gibi, Türkiye Cumhuriyeti de parçalanmak ve uydu devlet yapılmak istenmektedir. Senaryo aynıdır!

Yedili masa ekibi, savunma sanayimizde bugüne kadar temin edilmiş bütün gelişmelerin yok edileceğini, darbecilerin ve teröristlerin af edileceğini açıkça söylemektedirler. Yeni ortakları tarafından federasyon ve bölünme zırvaları artık her yerde dillendirilmektedir. Gizli odalardaki kirli pazarlıklar deşifre olmaya başlanmıştır. Ekonomiye ve devlet yönetimine ait hiçbir planları olmayıp, iradelerini tamamen dış güçlerin kirli emellerine teslim etmişlerdir.

Cumhur ittifakının, ülkemiz için hayırlı ve elzem olduğunu kat’iyyetle değerlendirmekteyim.

Bu nedenle, ABD ve İngiltere özel birimleri ile irtibat halinde, karanlık projelere dahil olarak, ülkemizin istikbalini karartmaya çalışan yıkım masasına, asla geçit vermeyerek; bugüne kadarki icraatları ile kendisini ispat etmiş olan, sayın Cumhurbaşkanımızı ve Cumhur ittifakını desteklediğimi, akraba, dost ve arkadaşlarımla paylaşmayı bir vatandaşlık görevi telakki ettiğimi, saygılarımla, arz ederim.

Gürcan ONAT, 11.05.2023, 12.30, Fatih 

8 Nisan 2023 Cumartesi

Nefsime Ders: Zan

Sekiz sene önce, 2015 yılında yaşamış olduğum bir hadiseyi, bir kenara not etmişim; nefis aynı nefis olduğu için yayınlama ihtiyacı hissettim. Rabbim bizi bir an dahi nefsimize bırakmasın.

Yatsı namazını kılmak için camiye girdim. Ezan yeni bittiğinden, müezzin ezan duasını okuyordu. Dolayısıyla, cemaat dağınık oturmuş; henüz namaz için saf alınmamıştı.

Öne doğru yürüdüm, ön safta bir kişilik boş yer vardı. Doğrudan bu boş yeri doldurmayıp, farza dururken geçerim düşüncesiyle, boşluğun tam arkasına gelecek şekilde, ikinci sırada sünnete durdum. Bir müddet sonra, ben namazdayken, yanı başıma bir kişi gelip namaza durdu. Yan taraflar boş olduğu halde, bana iyice bitişik durması ister istemez dikkatimi çekti.

Sünneti bitirdik, müezzin ihlasları okurken, yanımdaki şahsı biraz daha detaylı gördüm. 55-60 yaş aralığında olduğunu tahmin ettim. Yüzü bir hayli yıpranmıştı. Altında eskimiş bir kot pantolon, üstünde kumaş palto, benimkinden biraz daha uzun sakalı vardı. Dışarıdan bakılınca, çok bakımlı olmayan, biraz da pejmürde bir yapıya sahipti.

Oturduğum yerden hafif kenara çekildim, hemen bitişiğimde, bana çok yakın durduğu için, az arayı açtım. Sağ tarafımda bulunduğundan gayri ihtiyari sola doğru kafamı çevirmiş, düşüncelere dalmıştım: "Ön saftaki yere mi geçmek istiyor" falan, diye aklımdan geçirirken, sağ dizime hafifçe, kibar bir şekilde dokunuldu. Kafamı çevirince, bu hırpani kılıklı şahıs eliyle öndeki boşluğu işaret ederek: "Faddal" dedi. Yüzünde tebessüm vardı. Arap olduğunu anladım. 

Ben de mahcup bir tavırla:  "Siz buyurun" deyip, elimle işaretine karşılık verdim. 

İkimizde oturduğumuz yerden kıpırdamadık. Müezzin kamete başlayınca, kalkmayı özellikle ağırdan aldım. 

Kendi kendime: "Ya Rabbi, bu kalp temizliği ne kadar zor bir şeymiş", dedim. 

Utanmıştım: "Camiye kalıbı getirmek önemli değil, kalbi zanlardan, menfi yorumlamalardan kurtaramadıktan sonra, huzura durmak, hangi yüzle?", diye zihnim dalgalanmaya başlamıştı.

Ben kalkmayınca, yanımdaki şahıs biraz da mecburen ön safa geçti. Sonra, saflar sıkışınca, benim önüm de boşalıp, bana da yer açıldı ve ben de onun yanında yerimi aldım. İkimizde ön safta namazımızı kıldık. Farz namaz bitince hemen camiden çıktım, adeta kaçmak istiyordum. Yanımdaki şahıs da çıktı, son cemaat yerinde sünnete durdu. Giderken iyice inceledim, bu hırpani kişiyi.

Doğrusu, bana iyi ders vermişti. 

Oysa, Allah Teala: " Zannın çoğundan sakının" demiyor muydu?

Resulullah efendimiz de: "Kötü zandan sakının!" diye, uyarmamış mıydı?

Hem yüzümü çevirmiş, hem de zanda bulunmuştum.

Güya sevap kazanmak için camiye gittiğim halde, günahları donanıp mı gelmiştim?

Aman, Ya Rabbi; ancak sana sığınıyor ve ancak senden yardım diliyorum. Beni bir an dahi nefsime bırakma. (Amin)

Pişman oldum. Adam olabilmek için, demek daha çok fırın ekmek yiyerek, çok yürümem gereken yollarım varmış...  (Gürcan Onat, 2015, Fatih)

Bu hadisede kötü zannımı yanımdaki kişinin sayesinde, hemen fark edebilmiştim. Şimdi düşünüyorum da acaba fark edemediğim kaç zannım vardır. Beyin sürekli zan fırtınaları ile meşgul olmaya devam ediyor; kalp de bundan etkileniyor. İyi olanlar neyse de kötü olan zanların hesabını ahirette nasıl vereceğiz acaba?

Hucurat Suresi 12: "Ey iman edenler! Zandan çok kaçının! Şüphesiz ki zannın bir kısmı günahtır..."

Buhari, Vesaya, 8, Müslim Birr, 28: "Kötü zandan sakının! Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. ..."

Ya bir de, kötü zanlar neticesinde, sebebiyet verdiğimiz büyük günahlar ve olumsuz olaylar meydana gelmişse; işte, o zaman halimiz harap.

Allah'a sığınıp, zandan bütün gücümüzle sakınmaktan başka çıkar yol görünmüyor, vesselam.

Gürcan Onat, 2023, 17.30, Fatih. 

2 Nisan 2023 Pazar

NE ACAYİP BİR RUH HALETİ

 "Yahudi Ka'b bin Eşref ile Huyey bin Ahtab, Uhud savaşından sonra otuz Yahudi ile birlikte Mekke'ye gittiler.

Ebu Süfyan bin Harb dedi ki: "En sevdiklerimiz, biz ya da onlar yok oluncaya kadar bu adamla (Muhammed'le) savaşmakta bize yardım edenlerdir."

Ka'b bin Eşref , Ebu Süfyan'a dedi ki: "Sizden otuz kişi, bizden de otuz kişi gelsin. Göğüslerimizi Kabeye dayanarak bu beytin rabbine, olanca gücümüzle Muhammed'e karşı savaşacağımıza yemin edelim."

Ardından Kabeye giderek bu şekilde yemin ettiler.

Ebu Süfyan, Ka'ba sordu: "Sen ehli kitaptan bir kişisin, kitabı okuyorsun. Söyle, biz mi daha çok hidayet üzereyiz, yoksa Muhammed mi?"

Ka'b, soruya soruyla karşılık verdi: "Muhammed sizi neye çağırıyor?"

Ebu Süfyan cevap verdi: "Allah'a ibadet etmeye, ona hiç bir şeyi ortak koşmamaya çağırıyor."

Ka'b dedi: "Peki, sizin durumunuzu bana bildirin"

Halbuki o, onların durumunu biliyordu.

Ebu Süfyan cevap verdi: "Biz hörgüçlü develerimizi keseriz, misafire ikram ederiz, esiri kurtarırız, hacılara su veririz, Rabbimizin beytini imar ederiz, akrabalık bağını gözetiriz, ilahlarımıza ibadet ederiz, üstelik biz harem ehliyiz."

Bunun üzerine Ka'b dedi ki: " Allah'a yemin ederim, sizin yolunuz Muhammed'in yolundan daha hidayetkardır."

Bunun üzerine yüce Allah, "görüyor musun şunları, kitaptan nasip verilenleri.... buyruklarını indirdi." (1)

Mukatil bin Süleyman'ın tefsirinde anlattığı bu hadiseyi, Ömer Nasuhi Bilmen şu şekilde aktarmıştır:

"Rivayete göre Yahudilerden Huyey bini Ahtep ve Keb İbni Eşref ile beraber yetmiş kadar arkadaşları Uhud vakasından sonra Mekke’i mükerreme’deki müşriklerin yanına gitmişler, Müslümanların aleyhine bir sözleşme yapmak istemişler, fakat Mekke müşrikleri bunların hakkında şüpheye düşmüşler siz ehli kitapsınız, Muhammed -aleyhisselâm- da kitaba davet ediyor. O halde siz onun aleyhine olarak bizimle nasıl teşriki mesai edebilirsiniz? Eğer siz bizim putlara secde ederseniz size o zaman inanırız demişler, o Yahudiler de Mekke müşriklerini tatmin için onların putlarına secde etmişler. Sonra, Mekkeliler: "Bizim dinimiz mi doğru, Müslümanların dini mi doğru, diye sormuşlar ve dinleri hakkında şöyle malûmat vermişler: “Biz Kâbe’nin valileriyiz, hacılara su veririz, misafirlere konuklukta bulunuruz, esirleri serbest bırakırız, akrabayı gözetiriz, Rabbimizin evini tamir ederiz. Muhammed -aleyhisselâm- ise yalnız bir Allah’a ibadet edilmesini istiyor, putlara ibadeti yasaklıyor, ata ve ecdadımızın dinini terk etmemizi teklif eyliyor, aramıza ayrılık düşürmüş bulunuyor.”

Bunun üzerine Ka'b da demiş ki: "Vallahi sizin yolunuz Muhammed’in -Aleyhisselâmın- takib ettiği yoldan daha doğrudur."

İşte onlar böyle putperestleri  ehli tevhide tercih etmiş, kendileri de o müşrikler gibi Cibt ve Tâğuta secde eylemişlerdi. Bunun üzerine bu mübarek ayetler nazil olmuş, onların da müşrikler ile aynı düşüncede olduklarını göstermiştir. (2)

Beydavi, aynı hadiseyi sayı vermeden, bir bölük Yahudi'yle Mekke'ye Kureyş ile ittifak amacıyla gittiklerini belirterek, hadiseyi daha özet olarak anlatmaktadır. (3)

Elmalılı da, Yahudilerin reislerinden Huyeyy b. Ahtab ile Ka'b b. Eşrefin yanlarına Yahudilerden yetmiş süvari alarak Mekke'ye, Kureyş ile bir ittifak  ve sözleşme yaparak Resulullah ile olan ahidlerini bozmak istediklerini belirterek, aynı hadiseyi anlatmaktadır. (4)

Bu hadise üzerine, Allah Teala, Resulüne indirdiği ayetlerinde Müslümanları şu şekilde bilgilendirmektedir. Nisa suresi: 51

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلًا

(Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi? Cibte ve tağuta iman ediyorlar, sonra da kâfirler için “Bunlar Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır” diyorlar.)

Kendilerine kitaptan nasip verilenlerin Yahudiler olduğu çok açıktır. Müfessirler bu konuda hemfikirdir. Hadisede görüldüğü üzere, sırf Müslümanlara düşmanlıkları nedeniyle, Mekke müşrikleriyle ittifak yapıp, kendi inançlarını da göz ardı etmişlerdir. Kitabı mukaddesin üzerinde çok durduğu ve hep kötülediği putperestlik ve şirk bulunmasına rağmen onlar, müşriklerin, Müslümanlardan daha doğru bir yola inandıklarını ilan etmişlerdi. Öyle olmadığını bildikleri halde, bu yalanı söylemekten çekinmemişlerdir.

Bu ayeti kerimede cibt ve tağut kelimeleri dikkat çekiyor.

İsfehani'nin Müfredatında cibt: "Kendisinde hayır bulunmayan, bir işe yaramaz, değersiz şey demektir. Allah dışında ibadet edilen her şeye cibt denilmiştir. Sihirbazlar ve kahinlere de cibt denilir." (5)

Tağut kelimesini Mevdudi, "eğer bir kimse Allah'a isyan eder ve O'nun kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tağuttur. Böyle kimse şeytan, rahip, dini veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle, bir kimse tağutu reddetmedikçe, gerçekten Allah'a inanmış sayılmaz" şeklinde açıklamıştır. (6) 

Ö. N. Bilmen tefsirinde şunları kaydetmiş; "Kitaptan nasipleri oldukları halde böyle cahilce müşrikçe bir harekette bulunuyorlar, (ve) bu adiliği yapan o kimseler (kâfirler için bunlar müminlerden) İslâm dinini kabul etmiş zatlardan (daha doğru bir yoldadırlar, deyiveriyorlar) ne acayip bir ruh haleti!.. Bütün ilâhî kitapları, bütün Yüce Peygamberleri tasdik eden, bütün güzel ahlâkı yaymaya çalışan Müslümanlara öyle bir yüce zümreye karşı dinden mahrum, putlara tapmakla meşgul Arap müşriklerini, öyle cahil bir taifeyi tercih etmek alçaklığında bulunuyorlar."

Gerçekten anlaşılır gibi değil.

Ehli kitap olduğunu söyleyeceksin, aynı Allah'a ibadet ettiğini söyleyeceksin, sonra siyasi istikbal için puta tapan cahil müşriklerle anlaşma yapmak uğruna, kendilerine daha doğru yolda oldukları yalanını söyleyeceksin.

Ne acayip bir ruh haleti!...

Peki, bu durum, günümüzde yaşadığımız politik hadiselerle bir benzerlik göstermiyor mu?

Bizler çok iyi biliyoruz ki; Kur'an, tarih kitabı değildir. O, hayat kitabıdır!

Tarihten örnekler vermektedir; bugün, o yaşananlardan ibret alıp kendimize çeki düzen verelim diye...

Aynı yanlışları tekrarlamayalım diye...

O acayip ruh haline bürünmeyelim diye...

Müteakip ayeti kerime ise; ahirette, sonucun çok vahim olduğunu açıkça ifade etmektedir.

Nisa suresi: 52

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذٖينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُؕ وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَصٖيراًؕ 

(Bunlar Allah’ın lânetlediği kimselerdir. Allah’ın rahmetinden uzaklaştırdığı kimseye yardımcı bulamazsın) 

Bu mübarek ayetler, putlara, şeytanlara tapınan, kâfirleri müminlere tercih eden bir takım Müslüman düşmanlarının ilâhî lânete hedef olduklarını bildirmektedir.

O dönemde, Yahudilerin hangi haleti ruhiye içerisinde olduklarını bilmemiz zor; lakin, günümüzde benzer hadiseleri gözlemlerken, kişilerin nasıl bir ruh halinde olduklarını anlayabiliyoruz.

Biz, mümin kardeşlerimize kardeşlik hukukumuz gereği, attıkları adımlara dikkat etmelerini, bu ve benzeri ayeti kerimelerde zikredilen konumlara düşebileceklerini, eğer hatalarında devam ederlerse, ahirette hesaplarının çok zor olacağını hatırlatmakla mükellefiz.

Siyasi partilerde kutuplaşma ne yazık ki çoğu zaman tarafgirlik hastalığıyla insanı aklı selim düşünmekten mahrum bıraktırabiliyor. Lakin, bunun ceremesini hem ülke olarak tüm vatandaşlar çekiyor; hem de fert olarak ahirettte hesabı verilemeyecek durumlara düşürebiliyor.

Allah Teala, tüm kardeşlerimizi, Allah Teala'nın lanetlediği, Rahmetinden uzaklaştırdığı işleri yapmaktan muhafaza eylesin.

Gürcan Onat, 02.04.2023, 16.20, Fatih.


FAYDALANILAN KAYNAKLAR:

(1) Tefsir i Kebir, Mukatil bin Süleyman, cilt: 1, sayfa: 366-367, İşaret Yayınları.

(2) Kur'anı Kerimin Türkçe meali alisi ve tefsiri, Ömer Nasuhi Bilmen, cilt:2, sayfa: 606-607, Bilmen Yayınevi.

(3) Beydavi Tefsiri, Kadı Nasırüddin Beydavi, cilt:1, sayfa: 535, Kahraman Yayınları.

(4) Hak dini Kur'an dili, Muhammed Hamdi Yazır, cilt: 2, sayfa: 1366, Diyanet İşleri Reisliği Neşriyatından. Sadeleştirilmişi cilt: 3, sayfa: 7, Azim dağıtım.

(5) Müfredat, Rağıp el İsfehani, cilt:1, sayfa:229, Çıra yayınları.

(6) Tefhimül Kur'an, Ebu'l a'la Mevdudi, cilt:1, sayfa:174, İnsan Yayınları

10 Şubat 2023 Cuma

DEPREM: İnsanlığı Kuşanma Vaktidir

Yüzyılın afetine maruz kalmışsınız; devlet millet kaynaşmasıyla, bütün imkanlarınız ve gücünüz ile seferber olmuş, canhıraş enkaz altından insan kurtarma derdindesiniz.

Gözünüz o an hiçbir şeyi görmez, sadece yıkıntıların altından gelen ses ve çığlıklara dikkat kesilerek, bir kişiyi daha gün yüzüne çıkarma derdine düşersiniz.

Kar tipi bir yandan, ayaz bir yandan, açlık bir yandan; gece bastırınca çöken karanlığı da bir yandan; ama sizin bunların hiçbirini görecek hissedecek ne durumunuz ne vaktiniz vardır. Tüm duyularınızla bir can daha yaşatma derdindesinizdir.

Çok şükür, deprem bölgesinde bütün insanlarımız olağanüstü çabalar ile mucizeler peşinde koşmaktadırlar.

Sadece, ülke vatandaşlarımız değil, dünyanın her bir tarafından diğer ülkeler de yardım ekipleri ve yardım malzemeleri göndermeye başlamışlar.

Bütün bunlar olurken, adeta aman bir kişi daha kurtulmasın, aman insanlar ölsünler diye, çalışmaları engellercesine rezil muhalefet anlayışına muhatap kalıyorsunuz; aman hemen bir karışıklık çıkartalım, kaos oluşturalım, fırsat bu fırsat hükümeti yıpratalım zihniyetiyle karşılaşıyorsunuz; nasıl bir şey bu, yahu…

Yahu, afatın siyaseti, politikası mı olur?

Hep birlikte, yek vücut şeklinde neden birlik olamıyoruz?

Deprem vurduğunda binalar patır patır çökerken; din, iman etnik kimlik farkı mı gözetiyor; hep birlikte enkaz altında kalmıyor muyuz? Orada, fikir mi, düşünce mi, inanç mı var? Parti pırtı mı var?

Bir dur, bir dur, bir durun!

İnsaniyet namına, bir damlacık da olsa vicdan namına, kalbinizde zerre kadar da kalmış olsa o merhamet adına, hiç olmazsa bu ahval ve şerait altında bir durun yahu!

Anladık, bu kadar kin ve nefret dolusunuz; tahammül dereleriniz tamamen kurumuş. Birkaç gün sabredin, hiç olmazsa.

Çukurun da bir dibi olur. Sizin zihniyetinizin dibi de belli değil, magmaya kadar gidiyor, oradan ötesi zaten cehennem.

Yardıma koşamıyorsanız, koşanlara engel olmayın, bari bugünlerde manipülasyon ve provokasyon yapmayın. Birazcık ara verin. Üç gün sonra başlarsınız yine her türlü yalan dolanlarınıza, çarpıtma ve hilelerinize…

Bu semavi bir afettir. Böyle zamanlarda insanlar bir olmalı, birlik olmalı, metanet ile yaralarını sarmaya çalışmalı. Bir taraftan yaramazlık yapan çocuğun ebeveynine sarıldığı gibi Rabbisine sığınmalı, tövbe etmeli.

Güneş tutulunca küsuf namazının vaktinin girmesi gibi şimdi insanlık his ve duyguları ile donanma, kalbimize şefkat ve merhamet doldurma, milletçe tek vücut olarak yardıma koşma ibadetini yapma vaktidir.

Yaptığımız hataları tekrarlamamak için söz vermeliyiz, yaşananlardan ders çıkartmalıyız. Bir daha aynı acı ile karşılaşmamak için hayatımıza yeni kurallar getirmeliyiz.

Gelin, hep beraber tövbe edelim.

Fay hatlarının olduğu şehirlere beş kattan yüksek apartman dikmeyelim. Üç kuruş fazla kazanacağız diye demirden, çimentodan çalmayalım.

Deprem öldürmüyor, müteahhit öldürüyor. Bu kaçıncı aldanış.

Yarın öbür gün İstanbul'da aynı acıları yaşamayalım.

Artık idrak edelim, ülkemiz fay hatları üzerindedir. Bu, Allah’ın kevni kanunudur! Yine sarsılacağız, yine sarsılacağız, yine sarsılacağız…

Tövbe etmek hatadan dönmek demektir. Biz de artık hatalarımızdan, yanlışlarımızdan dönelim.

Milletimizin başı sağ olsun, Allah yar ve yardımcımız olsun, Rahmetini üzerimizden eksik etmesin.

Gürcan Onat, 10. 02. 2023, 18.00, Fatih.

30 Ocak 2023 Pazartesi

ER İLHAN KILIÇ AFFEDİLDİ

Cumhurbaşkanımızın imzasıyla Resmî Gazete'de yayınlanan karara göre; Er İlhan Kılıç ile Er Kenan Deniz'in cezaları, sağlık sorunları nedeniyle kaldırıldı. Adli Tıp raporuna göre 'kocama' hali görülen 86 yaşındaki Er İlhan Kılıç, 28 Şubat döneminin MGK Genel Sekreteri ve Hava Kuvvetleri Komutanıydı. Er Kenan Deniz ise dönemin Genelkurmay İç Güvenlik Harekât Dairesi Başkanı ve Başbakan Askeri Başdanışmanıydı.

Bu şahıslar, Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek suçundan, Ankara 5. ağır ceza mahkemesinin 13/4/2018 tarihli kararıyla, müebbet hapis cezası ile cezalandırılmışlardı.

Adli tıp kurumu 3. adli tıp ihtisas kurulunun 4/1/2023 tarihli raporu sebebi ile Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 104. maddesinin 16. fıkrası gereğince, Cumhurbaşkanımız tarafından cezaları kaldırılmıştır.

28 Şubat post modern darbe sürecinin, anlı şanlı 2 darbecisi böylece, bundan sonraki yaşamlarını artık ceza evinde değil kendi evlerinin aile ortamında, sıcacık yataklarında, mutlu ve huzurlu bir şekilde sürdürecekler.

Ne diyelim?

- “Hayırlı olsun” mu?

Durun; önce, 01.06.1998 milliyet gazetesinin bir haberine bakalım:

Başlık: Komutan Duyarlılığı

       Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın kuruluşunun 87. yıldönümü nedeniyle Akıncı 4. Ana Jet Üssü'nde düzenlenen "Anıları Tazeleme Günü"ne türbanla katılanlara kızan Orgeneral İlhan Kılıç, bir kadının "sembol" niteliği taşıyan başörtüsünü açtırıp iki ucu çenesinin altından düğümlenecek şekilde bağlattı.

       Elini sıkmak üzere yaklaşan Fatma Çelenkoğlu'nu uyaran Kılıç, genç kadının başörtüsünü açtırıp iki ucunu çenesinin altından düğümlenecek şekilde bağlattı. Karşılama töreninin sonuna doğru önünden geçen başörtülü bir kadından sonra yanındakilere dönerek ellerini iki yana açıp tepki gösteren Kılıç, gazetecilerin "Türban takanların karargahlara alınmaması nedeniyle mi tepki gösterdiniz" sorusunu "Evet" diye yanıtladı. "Modern Türkiye'yi yaşatmaya çalışıyoruz. Başörtüsüyle hiçbir sorunumuz yok" diyen Kılıç şöyle devam etti: "Anadolu'da tarlada çalışan bacımız... Böyle ucuna da altın takar. Karadeniz'de sırtında odun taşıyan bacımıza tepkimiz yok. Onların başı örtülü olsun. Çarşıda, özel işyerlerinde olur ama devlet dairesinde olmaz. Biz de devletiz."

İşte, böyle bir duyarlı (!) komutanmış, o yıllarda, Er İlhan Kılıç.

Aslında, Er İlhan Kılıç, 28 Şubat post modern darbecilerinin içinde en ılımlı olanlarından birisiydi, diyebilirim. Özellikle, kendisinden önce Hv. K. K’nı olan Er Ahmet Çörekçi’nin yanında adeta zemzem ile yıkanmış gibi, bile diyebilirsiniz. Çörekçi, kelimenin tam manası ile din düşmanıydı. Bir başörtüsü gördüğünde panter kesilip, parçalama pozisyonuna geçiveriyordu. Öyle bir din düşmanının altında görev yapması elbette Kılıç’ı da etkilemiştir, ister istemez.

Kılıç, mülayim, orta yolu bulmak isteyen, vaziyeti idare etmeye çalışan yumuşak huylu bir karakterdi.

Kendisi ile yollarımız 15. Füze Üs K.’lığında rastlaştı. Hv. K. K. olarak, üssü ziyarete gelmişti. Brifingde Şube Müdürü olmam hasebiyle ben de bulundum. Başörtüsü konusunda; annelerimiz gibi örneğini ilk ortaya atan kendisidir. Hiç olmazsa, iğne olmasın da annelerimiz gibi alttan bağlasınlar, demişti. Hafızamda yanlış kalmadıysa, Yaşar Nuri Öztürk’ün kitaplarını da birliklere dağıttıran, bu kişiydi.

Yani, bir orta yol bulmaya çalışıyor izlenimi vermişti bana.

Lakin, Milliyet gazetesinin haberinde de görüldüğü üzere zihniyet olarak 28 Şubat darbecilerinin zihniyetini de taşımıyor değildi. Kendi ifadeleri ile, Modern (!) Türkiye’yi yaşatmaya çalışıyorlarmış. Devlet dairesinde olmazmış.

Yani mizaç itibarıyla mülayim, lakin zihniyet olarak 28 Şubat darbeci zihniyeti diyebilirsiniz.

Cumhurbaşkanımız, çok büyük bir alicenaplık göstermiş, kendisini yok etmeye çalışan, belediye başkanlığını, hatta mahalle muhtarlığını dahi çok gören iki kişiyi affetmiştir. Bu yüce gönüllülüktür. Asalettir.

Devletimizin başı Cumhurbaşkanımızdır, iradesine bir itirazımız yoktur. Ölçmüştür, biçmiştir, kararını vermiş ve uygulamıştır. Bize de kabul düşer.

Bununla birlikte, şahsen benim inancım gereği ve de Sayın Cumhurbaşkanımızı destekleyen bir vatandaş olarak, bu hatırlatmayı yapmam da üstüme vazifedir: Mağdurların hakları ne olacak?

Allah Teala, katili affetme yetkisini öldürülen kişinin ailesine vermiştir. Cezası uygulanmayacak ise ancak öldürülen kişinin ailesi tarafından affedildiği taktirde, uygulanmamalıdır.

O halde, bu kişilerin mağdur ettiği on binlerce mağdurun hakkı ne olacak? Bu kırık gönüllerin telafisi nasıl başarılacak?

Sayın Cumhurbaşkanım; 28 Şubat’ın yıldönümü de yaklaşıyor. Hala, haklarını alamamış olan insanlar, umut ile sizin adaletinizin tecellisini bekliyor.

Eğer, bugün 28 Şubat darbecileri affedilecek ise onların meydana getirdikleri hasarların hepsinin tamamen giderilmesi, gerçek hakkaniyet olmaz mı?

28 Şubat mağduru askerler, tazminat alamadılar, emsalinin rütbesinin karşılığı araştırmacı kadrosuna atandılar ama kimlik kartlarındaki rütbeleri düzeltilemedi, bu kadar basit bir işlem dahi yapılamadı. Askeri okullardan atılanlara hakları verilemedi, emekliliğe zorlananlara hakları verilemedi, hele ki üçlü kararname ile atılanlara hiçbir hak verilmedi.

Darbeciler affediliyor, mağduriyetler giderilemiyor ise, burada katmerli zulüm var demektir. Böyle bir zulmü ortadan kaldıracak yegâne kişi de sayın Cumhurbaşkanımızdır.

 Ayrıca, hastalık, yaşlılık gibi sebeplerle fiilen cezaevinde kalması mümkün olmayan tüm hasta mahpuslar için, suç tipine bakılmadan ve adi-siyasi ayrımı yapılmadan aynı uygulamanın devam ettirilmesi de insani ve hukuki bir gerekliliktir.

Bu nedenle, İlhan Kılıç ve Kenan Deniz ile aynı veya benzer durumda olan tüm hasta ve yaşlı mahpuslar derhal serbest bırakılmalıdır. Bu konu siyasi iktidarların tercihlerine, konjonktüre veya bir takım siyasi mülahazalara göre karar verilemeyecek kadar önemli olup, tüm hasta ve yaşlı mahpusları kapsayacak yasal bir zemine kavuşturulmalıdır.

Adli Tıp Kurumu aynı mağduriyeti yaşayan herkese aynı tutumla yaklaşmalıdır.

Gelelim, Er İlhan Kılıç’ın sıcacık evinde, mutlu ve huzurlu yaşamasına…

Yaşasın. Er İlhan Kılıç da kalan ömründe mutlu ve huzurlu yaşasın; parçası olduğu darbe sürecinde, TSK’dan atılan binlerce subay, astsubayların aileleriyle beraber, çoluk çocuk çektikleri çileleri, kızların okullarının kapılarında akıttıkları göz yaşlarını, işlerinden atılan memurların acı ve ıstıraplarını, intihar eden mağdurların yaşama haklarını düşünüp, mutlu ve huzurlu yaşasın…

Bu dünyanın bir de ötesinin olduğunu, gerçek mahkemenin mahkemeyi kübra olduğunu da hiçbir zaman unutmasın. Boynuzsuz koyunun hakkının boynuzlu koyundan alınacağı o günü unutmasın.

Hiç olmazsa, mağdur ettiği o insanlardan özür dilesin, helallik istesin.

Allah, hiç şüphesiz, adili mutlaktır.

Gürcan Onat, 30.01.2023, 14.00, Fatih. 

19 Ocak 2023 Perşembe

THANK YOU MR. BOLTON

Ne demiş Mr. Bolton?

"Erdoğan'a karşı koyulmazsa işler daha da kötüye gidecek."

Harika bir haber; teşekkürler Mr. Bolton. Sizin için kötü olan bizim için iyidir.

Demek, Erdoğan sizin işlerinizi kötüye götürtüyor; bundan güzel haber olabilir mi? Çok sevindik, daha da kötü olun, beter olun inşallah.

Kimdir bu Bolton, kısaca bakalım:

ABD'li eski güvenlik danışmanı, diplomat ve politikacıABD Başkanı Donald Trump döneminde 9 Nisan 2018 ve 10 Eylül 2019 tarihleri arasında Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapmış. 2005'ten 2006'ya kadar ABD’nin Birleşmiş Milletler Büyükelçisi, 1989'dan 1993'e kadar Dışişleri Bakanlığı'nda Uluslararası Örgütlenme İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı,  Silah Kontrolü ve Uluslararası Güvenlik İşlerinden Sorumlu Devlet Müsteşarı. Irak ile savaşa girmeyi destekleyen Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'nin Direktörü olarak ABD'nin İranSuriyeLibyaVenezuela,  Küba , Yemen ve Kuzey Kore'de askeri harekât ve rejim değişikliği yapmasının savunucusu. Cumhuriyetçi Parti üyesi, Amerikan milliyetçisi

Bolton, hayatı boyunca ABD çıkarları için çalışmış, bunlar için ne gerekiyorsa yapılmasını desteklemiş, ABD’nin dünyadaki her türlü rezil ve aşağılık katliamlarına ortak olmuş, tam bir ABD milliyetçisi…

Bu adam, The Wall Street Journal’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alan bir yazı kaleme almış. Yazısında, Batı’nın Türkiye’deki muhalefete yardım etmesi halinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın durdurulabileceğini söylemiş. "Batı'nın, Türkiye’deki muhalefetin yaklaşmakta olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başarı şansı elde etmesini sağlamaya yardım etmek için cesur bir adım atması halinde Erdoğan’ın durdurulma şansı söz konusu." diye yazmış. "Erdoğan'a karşı koyulmazsa işler daha da kötüye gidecek." ifadelerini de kullanmış.

O, madem ABD menfaatleri için böyle bir yazı yazmış; biz de Türkiye’nin menfaatlerini isteyen, yerli ve milli vatandaşlar olarak bu yazısından ne kadar memnun kaldığımızı ifade edelim, dedik.

Öncelikle, uluslararası bir terör destekçisinin, Cumhurbaşkanımızdan bu kadar korkması elbette bizi gururlandırdı. Hele ki; tekrar seçilmesi halinde işlerinin daha da kötüye gideceğini söylemiş olması doğrusu keyfimize keyif kattı. Gel de bu adama teşekkür etme… Gel de Cumhurbaşkanımızın tekrar seçilmesi için bütün gücünle çalışma…

Gerçi biz, zaten bunu biliyorduk. Sayın Cumhurbaşkanımızın, dünyanın başına musallat olmuş 5’li sömürgecileri ne kadar ürküttüğünden haberimiz vardı. Küreselcilerin, emperyalistlerin, masonların ve Siyonistlerin tek korkulu rüyalarının, sayın Cumhurbaşkanımız olduğunu da biliyorduk. Hani derler ya, konumunu anlamak için bazen dışarıdan bakmak gerekir diye, işte dışarıdan bakınca da ülkemiz ve cumhurbaşkanımız böyle görünüyormuş, demek ki. Yanılmamışız!

Boşuna değil, bu aşağılık rezillerin, böyle telaşla saldırmaları.

Boşuna değil, içeride ve dışarıda bütün güçleri ile bu kadar fırıldaklar çevirmeleri.

Fakat, Allah’ın işine bakın ki; bazen de böyle, kendi ayaklarına sıktırtıyor, bu zalimlere.

Yani, hiç politika ile ilgilenmeyen insanlar dahi, bu şeytanın enikleri sayesinde Cumhurbaşkanımıza oy verecekler gibi görünüyor, bu gidişle.

Hatta, sandığa gitmeye istekli olmayanlar dahi Bolton gibilerin bu laflarını işittikçe, durumun vahametini kavrayarak, koşarak gidecekler sandığa, teşekkürler Mr. Bolton.

Bolton’un bu yazısından haberdar olan yerli ve milli, vatanını, milletini, namusunu, haysiyetini seven tüm vatandaşlarımız, hangi partili olursa olsunlar, artık oylarını Boltonların işleri daha kötü gitsin diye, Cumhurbaşkanımıza verirler diye düşünüyorum. Her ne kadar, 6’lı masanın ayaklarında çürükler var ise de masayı içten kemiren kurtçuklar var ise de onların içlerinde, Bolton gibi insanlık katillerinin payandası olmak istemeyecek, bağımsızlığına düşkün vatansever insanlar da var, elbette.

Sırf, Boltonların planlarının bozulması için iktidar devam etmeli diyecek insanımızın az olmadığını düşünüyorum.

Thank you, Mr. Bolton.

Sen konuşmaya devam et, nefretini kusmaya devam et, planlarını faş etmeye devam et, sen konuştukça, farklı düşüncelerle farklı alanlara savrulanlar da bir olacak, birlik olacak, inşaallah.

Davamızın sonu, alemlerin Rabbine hamddır.

Gürcan Onat, 18. 01. 2023, 20.00, Fatih.

ÖNEMLİ DİPNOT:

Şimdi milletimiz, tüm muhalefet partilerinden Bolton'un yazdıkları için bir tepki açıklaması bekliyor.

Öncelikle, kazanmak için Bolton gibilerinin desteğine ihtiyacımız yoktur, açıklaması olmalıdır.

İkinci olarak ki, asıl vahameti giderecek olan bu olacaktır. “Bolton, sen ne demek istiyorsun?”, demeliler.

Ne demişti, Bolton; "Erdoğan'a karşı koyulmazsa işler daha da kötüye gidecek." 

Bu ifadenin, mefhumu muhalifinden; “Erdoğan’a karşı koyulursa işler kötüye gitmeyecek” anlamı çıkmaz mı?

Yani, Erdoğan kaybederse Boltongillerin işleri düzelecek, demek değil mi, bu?

Peki, kim düzeltecek bunu? Erdoğan’ın yerine gelecek olan.

Bu durumda, Erdoğan’ın yerine gelecek olanlar, ABD’nin ve tüm küreselcilerin adamı olacak, demek manası çıkmaz mı? Bundan daha aşağılık ve hain bir konum var mıdır? İşte, bu yaftayı silmek için derhal muhalefet partileri açıklama yapmalı; “Erdoğan gitse dahi yerine kim gelirse gelsin sizin işleriniz yine daha kötüye gidecek” demeliler.

Eğer bunu demezler ise; o lafın altında kalırlar.

Vatanını milletini sevenler o lafın altında kalmazlar. 

9 Ocak 2023 Pazartesi

MÜYESSER YILDIZ'A CEVAP

Pek adetim olmadığı halde, Müyesser hanıma cevap yazmak istiyorum. Aslında, şahıslardan ziyade fikirleri ve zihniyetleri konu edinmek prensibimdir; lakin konu itibarıyla bu sefer böyle icap etti.

28 Şubat post modern darbe süreci benim önemli konularımın içerisindedir. Bu nedenle yazma ihtiyacı hissettim.

Herkes, doğal olarak hayata ve hadiselere kendi düşünce ve inançlarının penceresinden bakıp; bu minval üzere yorum ve mana oluşturmaya çalışıyor. E, ben de elbette böyle bakacağım ve böyle anlamlandıracağım.

Lakin, aynı ülkede yaşıyoruz, aynı havayı teneffüs ediyoruz ve aynı ülkenin geleceğini şekillendirmeye gayret ediyoruz. Eğer, birbirimizi dinlemeye ve anlamaya çalışmaz isek, bu kutuplaşma kör dövüşü şeklinde, çözüme kavuşamadan sürer gider...

Hani, 6/9 rakamına farklı taraflardan bakan iki kişiden birinin 6, diğerinin 9 gördüğü gibi. Bu iki kişiye o rakamın karşı taraftan farklı göründüğüne; konumlarını değiştirmedikleri sürece inandırmanız mümkün değildir. Peki, ne yapmanız gerekiyor? Çok basit bir işlem, yukarıdan baktıracaksınız; işte o zaman hem 6 hem de 9 olarak okunduğunu tespit edebilirler.

Kanaatimce, Müyesser hanım ile ben, hadiseleri aynı veçheden okuyamayacağız, durum bunu gösteriyor. Ancak, ben biraz geri çekilip, biraz da olaylara yukarıdan bakmayı, empati yapmayı deneyerek, kendi açımdan anlamlandırmaya çalışacağım.

Benim adımı zikrettiği son makalesinde, Müyesser hanım yazısına şu cümle ile başlamış:

"Yeni yılda en önemli görevlerimizden birisi hak, hukuk ve adalet için mücadeleyi sürdürmek olmalı.". İşte ortak noktamız. Harika bir karar. Kesinlikle katılıyorum ve zaten ben de bu şekilde bakıyorum.

Bakın, ne kadar güzel bir şey, bir ortak noktamız varmış. En önemli görevlerimizden birisi, ama bence birincisi; hak, hukuk ve adalet için mücadele sürdürmek, olmalı. E, zaten biz de bu maksattan dolayı, kurduğumuz derneğin adını, Adaleti Savunanlar Derneği, koymuştuk.

Müyesser hanım, Sincan cezaevinde hayatını kaybeden eski general yeni rütbesi ile er Vural Avar'dan sonra, onun koğuş arkadaşı, eski emekli Korgeneral yeni rütbesi ile er Hakkı Kılınç'ın 82 yaşında olduğunu, oksijen tüpü ile yaşadığını, yani çok sıkıntıda olduğunu yazmış.

Yine vicdanlarımıza hitap etmiş. Kabul. Yani benim tarafımdan 6 olan rakama diğer taraftan bakarak ben de 9 diyeyim. Çünkü o taraftan bakınca gerçekten 9 görünüyor, yalan yok.

Hemen, Müyesser hanıma ilk sorumuzu soralım; T.C. Mahkemelerinde yargılanıp, suçlu görülüp, rütbesi alınan iki kişiye neden eski rütbeleri ile hitap ediyorsunuz, O kişiler mahkeme kararı ile şu an er'dirler. Siz, Mahkeme kararını tanımıyor musunuz?

28 Şubat sürecinde üsteğmen, üstçavuş v.s. rütbelerinde iken YAŞ kararları ile re'sen emekli edilen, derneğimizin üyeleri 6191 sayılı kanun ile haklarını alarak ve de araştırmacı kadrosuyla tekrar memurluğa atandıkları halde neden emsallerinin rütbeleri verilmedi? Bu haksızlığa karşı çıkabilecek misiniz? Hak, hukuk ve adalet için…

2. Soru: Neden ısrarla benim adımı kullanırken SADAT vurgusu yapıyorsunuz? Daha mı çok ilgi çekiyor? Böyle yazmazsanız, okunmaz diye mi endişe ediyorsunuz? Halbuki, ben kaç sefer açıklama yaptım; SADAT ile, kurulurken verdiğim cüzi bir paradan başka hiçbir alakam yok, yönetiminde değilim, hiç bulunmadım, diye. (Yanlış anlaşılmasın, bulunmak isterdim ama bulunmuş değilim.) Siz ne yapıyorsunuz, söyleyivereyim; hayali bir canavar yaratıyorsunuz, sonra birilerini bu canavar ile ilişkilendirip itibar suikastı yapıyorsunuz. Bunları da siyasi kavganıza malzeme olsun diye yapıyorsunuz. Bunlar da hak, hukuk ve adalet için mi?

Hak, hukuk, adalet diyorsanız, benim adımı SADAT ile birlikte yazmayın! Ayrıca, SADAT da sizin karalamaya çalıştığınız canavar değil, T.C. ticari kanunlarına uygun bir ticari şirkettir. Eğer, yakından tanımak istiyorsanız; randevu alıp, ziyaret ederek, detayları öğrenebilirsiniz. Yerleri ve adresleri belli ve çok açıktır. Yeter ki iyi niyet ve gerçekten tanımak olsun.

Yalnız, bir hususta hakkınızı teslim etmem icap eder ki; siz, benim cümlelerimi olduğu gibi alıp, sonra yorum yapıyorsunuz. Teşekkür ederim. Çünkü, eksik alıp sonra nefret kusan gazeteciler de var. Siz onlardan değilsiniz. Bu, gerçekten hak, hukuk ve adalettir.

Son yazınızda diyorsunuz ki; "Özetle; “Zindanda ölmüş” diyerek aynı Kuvvette görev yaptıkları halde hiç karşılaşmadığı Vural Paşa’ya, “Hakkını helal etmediğini” bildirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştı: Şimdi ise [diğerleri]zindanda son nefeslerini verecekleri günlerini bekliyorlar. Birileri de vicdanlarımızla oynamaya yelteniyor. Çok yaşlanmışlar, hastalıkları varmış, dayanacak durumda değillermiş, falan filan… İşte onu; cevizi kabuğu ile yutarken düşünecektin, demezler mi adama, her yediğin herzenin çıkışı da olacak, değil mi?.. Bu zavallılar, iman nimetinden de yoksun oldukları için ne tövbe edebiliyorlar ne de ahirette kendilerini nelerin beklediğinin farkındalar… İnandığım bir konu var ki; bu zalimlerin ahiret hayatlarının yanında şu an bulundukları hapishane, cennet bahçesi gibidir… Hepinizin o zindanda son nefeslerinizi verip, inanmadığınız ahiret yolculuğuna çıkışınızı ibretle izleyeceğiz ve lakin asıl ahirette, mahkemeyi kübra’da sizden, nasıl haklarımızı alacağımızı, işte asıl orada göreceksiniz.” İnançlı olduğunu söyleyen birisi için ne ağır, ne vahim, ne yakışıksız hükümler, değil mi? Haliyle tepki çekti."

Benim ifadelerimi; ağır, vahim, yakışıksız bulmuşsunuz. Evet gerçekten de öyle; ağır, vahim ve yakışıksız. Size katılıyorum. Bakın, anlaştık. Ben sizin taraftan baktım. Haydi, şimdi siz bu tarafa geçin, rakama bir de bu taraftan bakın, bakalım neler göreceksiniz?

Mahkeme ile tescilli bu erlerin, 28 Şubat sürecinde yaşattıkları zulümlerden; TSK'dan atılmış binlerce namuslu, dürüst, çalışkan, dindar ve disiplinli vatan evlatlarından kaç tanesinin hayat hikayesini biliyorsunuz? Mesela, sadece üç örnek: Atılmışlığı gururuna yediremeyerek, çaresizlikten intihar eden yarbayı biliyor musunuz? Kendisi atıldığı için, GATA'dan kanserli eşinin tedavisi yarım bırakılarak çıkartılan yüzbaşının hikayesini biliyor musunuz? O hanımefendi vefat etti. Ya, pazarlarda bazlama satarak yavrularının karnını doyurmaya çalışan astsubayımızın yaşadıklarını biliyor musunuz?

Bunlar gibi binlerce, filmlere konu olacak mağduriyet yaşandı. Bu zulümleri gören, yaşayan bir kişi olarak; o mahkeme kararı ile suçları tescillenmiş erlere sizin tabiriniz ile ağır, vahim ve yakışıksız ifadeler kullanmışım. Bu haller sizin başınıza gelse, siz hangi tabirleri kullanırdınız acaba?

Gelelim, TkMM konusuna; o toplantının tüm katılımcıları Gürcan Onat'ı tanıdı. Konuşmalarım kayda alındı. TkMM arşivinde duruyorlar ve çoğu da yayınlandı. TkMM hakkında yazdıklarım samimidir ve gerçekten çok beğendiğim, içinde olmaktan keyif aldığım platformdu. Şanar Yurdatapan ile sıcak arkadaşlığımız oldu. Halen, bir ortam olursa, zevk ile iştirak ederim. Sadece İstanbul değil, Ankara'da görevli olduğum zamanlarda da Ankara'daki TkMM toplantılarına iştirak ediyordum.

Diyorsunuz ki; "Anlaşılan; Gürcan Onat, vefat eden Vural Paşa ve “zindanda son nefeslerini vermelerini beklediği” diğer komutanlar için “düşünce ve ifade özgürlüğünü” kullanıp hiçbir “aşağılama ve hakarette” bulunmamış; ama o yazısına tepki gösterenler, “yalan, iftira ve algı operasyonu” yapıp “nefret suçu” işlemiş!.. Dikkatlerinize sunulur."  Müyesser hanım burada nasıl bir algı operasyonu yaptığınızı yazayım. Ben, bize yapılan zulümlere tepki veriyorum. Benim yaptığım, tepkidir. Darbecilerden başka, hiç kimse için o ifadeleri kullanmamışım. Sadece, 28 Şubat post modern darbecileri için kullanmışım. Niye, çünkü bize zulüm yaptılar; ben de bu zulme tepki veriyorum. Siz tepki olduğunu görmüyorsunuz; beni, durduk yerde, aşağılama ve hakaret yapmış gibi gösteriyorsunuz. Sonra, kendinizi tepki veren olarak gösteriyorsunuz. Bilmem anlatabildim mi? Yani siz hadiseyi ters yüz ettiniz. Oysa, ben zulümlere tepki olarak o ifadeleri kullanıyorum. Hani, hak hukuk ve adalet diyorsunuz ya; şimdi burada işletin bakalım hak hukuk adalet nasıl tecelli edecek? Hak, hukuk ve adalet; yapılan zulümlerin karşılıksız kalması mıdır? Siz istiyorsunuz ki; hangi zulme uğrarsak uğrayalım, sesimizi keselim, itiraz etmeyelim, hak aramayalım, hele ki zulümleri dile hiç getirmeyelim, sesimizi asla yükseltmeyelim. Yani siz insansınız biz başka bir şey, öyle mi?

Şimdi sizin sorularınıza cevap verelim. Soruyorsunuz:

“Binlerce subay, astsubayı mesleklerinden eden,

·         Binlerce kız öğrenciyi okullara almayıp ikna odaları kuran,

·         Üniversitelerin önüne polis panzerlerini gönderen,

·         Kadın mamurların türbanlarını çıkarttıran,

·         Hükümetin düşmesine yol açan DYP milletvekilleri ile Erbakan’ın, dönemin Cumhurbaşkanı merhum Demirel’e sunduğu istifa mektuplarını imzalayan

Müebbet hapis cezasına çarptırılıp adeta ölüme yatırılan bu 14 general miydi?

Devletin o zamanki “güvenlik konsepti” çerçevesinde, sadece 28 Şubat döneminde değil, öncesinde ve sonrasında kararları alınıp uygulanan, TBMM’de yasaları çıkarılan topyekûn bir süreç yaşanmadı mı? İçişleri, Adalet ve Milli Eğitim Bakanlıkları başta olmak üzere tüm valiler, emniyet müdürleri, üniversiteler rol oynamadı da sadece bu 14 general mi at koşturdu?!"

Bakın, işte bir konuda daha sizinle hemfikir olduk. Ben, her ortamda her zaman dile getiriyorum; saydıklarınızın hepsi suçludur. Sadece onlar değil, şok şok şok diye haber yapanlar, kışkırtıcılar, kiralık konsomatrisleri kullananlar, medya v.s. hepsi milletimizin nezdinde suçlular. Lakin, sadece bu 14 kişi ceza aldı. Benim bedduam hepsinedir. İnşallah, tüm suçlular cezalarını alırlar. Bu dünyada almasalar da ahirette alacaklarından şüphemiz yoktur; elbette ellerimiz yakalarındadır. İlahi adalet zerre miktarı şaşmaz.

Yine sizin sorunuz; "28 Şubat davasına ilişkin ise tek bir sorum var: Ortaya çıktı ki, bu davayı da A’dan Z’ye “FETÖ”cüler kurguladı. Durum bu iken, diğer kumpas davaların aksine, “Kandırıldık”“Rabbim de milletim de bizi affetsin” demeyip bu davayı sorgusuz-sualsiz sahiplenmek… O sahte delilleri hiç sorgulamamak… Ve gerçekten adil bir karar verilmiş gibi, heyecanla bu generallerin “zindanda ölmesini” arzulamak… Bunun izahı nedir?!

Siz, 28 Şubat post modern darbe süreci ile daha sonra FETÖ'cülerin kumpaslarını birbirine karıştırıyorsunuz. İkisi çok farklı şeyler. 28 Şubat sürecinde, binlerce subay astsubay, maddi manevi işkence yapılarak, sorgusuz sualsiz mesleklerinden edildi. Binlercesi de benim gibi atılmamak için erken emekli oldu. 40 yaşımda, en verimli çağımda en faydalı olacağım zaman, çok sevdiğim mesleğimden ve üniformamdan ayrılmak zorunda kaldım. Bunları neden görmüyorsunuz? Kumpas davasında, FETÖ'cülerin yaptıkları kumpasları biz kabul ediyoruz. Lanet FETÖ'cülerin Allah belasını versin. Siz de şu 28 Şubat mezalimini görün artık.

Sizin sorunuz: "Son olarak şunu kaydedeyim:

28 Şubat’ı başlatan TSK değildi. Daha Eylül 1996’da “irtica raporlarını” hazırlayan, önce dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, ardından Genelkurmay’a bu rapor ve brifingleri veren, nihayetinde 28 Şubat’taki MGK’da da sunum yapan MİT’ti.

Peki MİT’e herhangi bir şey soruldu mu? Hayır. Çünkü yargılamalar sırasında MGK, 28 Şubat’ta sunulan o irtica brifinginin dosyada olmadığını bildirdi!.."

Tekrar etmiş olayım; 28 Şubat post modern darbesi ile kimin ilişkisi varsa hepsinin Allah belasını versin. Biz, bize yapılan zulümlere isyan ediyoruz, gerisini araştırıp ortaya çıkarmak Mahkemelerin görevi.

Gelelim irtica ve irtica mücadelesine

İrtica tabiri sizin zihniyetinizin ürünüdür. Biz, kendimize Müslüman diyoruz. Yapabildiğimiz kadarıyla, İslami kurallara göre hayatımızı tanzim etmeye çalışıyoruz. Eğer, bu şekilde, “irtica” demeye ve “irtica ile mücadeleye devam ediyoruz” gibi laflarla kendinizi kandırmaya ve bizi anlamamaya devam edecekseniz buyurun devam edin. O zaman, sittin sene siz 9 biz de 6 görmeye devam edeceğiz, demektir.

Necip Fazıl Kısakürek şu cevabı vermişti, kendisine irticacı diyenlere;

“Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.”

Milli Şairimizin dizeleri yeterince cevap olur diye düşünüyorum.

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! ...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?”       M
ehmet Akif Ersoy.

Hak, hukuk ve adalet kavramlarını sadece söz olarak kullanmayacaksınız; içinize sindirip mutlak olarak, herkes için, ayırım yapmadan uygulayacaksınız; “Mazluma kimliği sorulmaz” diyebileceksiniz, “Kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yanayım”, diyebileceksiniz.

Adalet cesaret ister.

Gürcan Onat, 09. 01. 2023, Fatih.

ÇEVİK BİR-28 ŞUBAT-İSRAİL ÖRGÜSÜ

 “Middle East Forum” isimli bir web sitesi var. Bu sitede 2002 yılında “İstikrar İçin Formül: Türkiye Artı İsrail” başlıklı bir makale yayın...