Pek adetim olmadığı halde, Müyesser hanıma cevap yazmak istiyorum. Aslında, şahıslardan ziyade fikirleri ve zihniyetleri konu edinmek prensibimdir; lakin konu itibarıyla bu sefer böyle icap etti.
28 Şubat post modern
darbe süreci benim önemli konularımın içerisindedir. Bu nedenle yazma ihtiyacı
hissettim.
Herkes, doğal olarak
hayata ve hadiselere kendi düşünce ve inançlarının penceresinden bakıp; bu
minval üzere yorum ve mana oluşturmaya çalışıyor. E, ben de elbette böyle
bakacağım ve böyle anlamlandıracağım.
Lakin, aynı ülkede
yaşıyoruz, aynı havayı teneffüs ediyoruz ve aynı ülkenin geleceğini
şekillendirmeye gayret ediyoruz. Eğer, birbirimizi dinlemeye ve anlamaya
çalışmaz isek, bu kutuplaşma kör dövüşü şeklinde, çözüme kavuşamadan sürer
gider...
Hani, 6/9 rakamına
farklı taraflardan bakan iki kişiden birinin 6, diğerinin 9 gördüğü gibi. Bu
iki kişiye o rakamın karşı taraftan farklı göründüğüne; konumlarını
değiştirmedikleri sürece inandırmanız mümkün değildir. Peki, ne yapmanız
gerekiyor? Çok basit bir işlem, yukarıdan baktıracaksınız; işte o zaman hem 6
hem de 9 olarak okunduğunu tespit edebilirler.
Kanaatimce, Müyesser
hanım ile ben, hadiseleri aynı veçheden okuyamayacağız, durum bunu gösteriyor.
Ancak, ben biraz geri çekilip, biraz da olaylara yukarıdan bakmayı, empati
yapmayı deneyerek, kendi açımdan anlamlandırmaya çalışacağım.
Benim adımı zikrettiği
son makalesinde, Müyesser hanım yazısına şu cümle ile başlamış:
"Yeni yılda en
önemli görevlerimizden birisi hak, hukuk ve adalet için mücadeleyi sürdürmek
olmalı.". İşte ortak noktamız. Harika bir karar. Kesinlikle katılıyorum ve zaten
ben de bu şekilde bakıyorum.
Bakın, ne kadar güzel
bir şey, bir ortak noktamız varmış. En önemli görevlerimizden birisi, ama bence
birincisi; hak, hukuk ve adalet için mücadele sürdürmek, olmalı. E, zaten biz
de bu maksattan dolayı, kurduğumuz derneğin adını, Adaleti Savunanlar Derneği,
koymuştuk.
Müyesser hanım, Sincan
cezaevinde hayatını kaybeden eski general yeni rütbesi ile er Vural Avar'dan
sonra, onun koğuş arkadaşı, eski emekli Korgeneral yeni rütbesi ile er Hakkı
Kılınç'ın 82 yaşında olduğunu, oksijen tüpü ile yaşadığını, yani çok sıkıntıda
olduğunu yazmış.
Yine vicdanlarımıza
hitap etmiş. Kabul. Yani benim tarafımdan 6 olan rakama diğer taraftan bakarak
ben de 9 diyeyim. Çünkü o taraftan bakınca gerçekten 9 görünüyor, yalan yok.
Hemen, Müyesser hanıma
ilk sorumuzu soralım; T.C. Mahkemelerinde yargılanıp, suçlu görülüp, rütbesi
alınan iki kişiye neden eski rütbeleri ile hitap ediyorsunuz, O kişiler mahkeme
kararı ile şu an er'dirler. Siz, Mahkeme kararını tanımıyor musunuz?
28 Şubat sürecinde
üsteğmen, üstçavuş v.s. rütbelerinde iken YAŞ kararları ile re'sen emekli
edilen, derneğimizin üyeleri 6191 sayılı kanun ile haklarını alarak ve de
araştırmacı kadrosuyla tekrar memurluğa atandıkları halde neden emsallerinin
rütbeleri verilmedi? Bu haksızlığa karşı çıkabilecek misiniz? Hak, hukuk ve
adalet için…
2. Soru: Neden ısrarla
benim adımı kullanırken SADAT vurgusu yapıyorsunuz? Daha mı çok ilgi çekiyor?
Böyle yazmazsanız, okunmaz diye mi endişe ediyorsunuz? Halbuki, ben kaç sefer
açıklama yaptım; SADAT ile, kurulurken verdiğim cüzi bir paradan başka hiçbir
alakam yok, yönetiminde değilim, hiç bulunmadım, diye. (Yanlış anlaşılmasın,
bulunmak isterdim ama bulunmuş değilim.) Siz ne yapıyorsunuz, söyleyivereyim;
hayali bir canavar yaratıyorsunuz, sonra birilerini bu canavar ile
ilişkilendirip itibar suikastı yapıyorsunuz. Bunları da siyasi kavganıza
malzeme olsun diye yapıyorsunuz. Bunlar da hak, hukuk ve adalet için mi?
Hak, hukuk, adalet
diyorsanız, benim adımı SADAT ile birlikte yazmayın! Ayrıca, SADAT da sizin
karalamaya çalıştığınız canavar değil, T.C. ticari kanunlarına uygun bir ticari
şirkettir. Eğer, yakından tanımak istiyorsanız; randevu alıp, ziyaret ederek,
detayları öğrenebilirsiniz. Yerleri ve adresleri belli ve çok açıktır. Yeter ki
iyi niyet ve gerçekten tanımak olsun.
Yalnız, bir hususta
hakkınızı teslim etmem icap eder ki; siz, benim cümlelerimi olduğu gibi alıp,
sonra yorum yapıyorsunuz. Teşekkür ederim. Çünkü, eksik alıp sonra nefret kusan
gazeteciler de var. Siz onlardan değilsiniz. Bu, gerçekten hak, hukuk ve
adalettir.
Son yazınızda
diyorsunuz ki; "Özetle; “Zindanda
ölmüş” diyerek aynı Kuvvette görev yaptıkları halde hiç karşılaşmadığı
Vural Paşa’ya, “Hakkını helal etmediğini” bildirmiş ve şu ifadeleri
kullanmıştı: “Şimdi ise [diğerleri]zindanda son nefeslerini verecekleri
günlerini bekliyorlar. Birileri de vicdanlarımızla oynamaya yelteniyor. Çok
yaşlanmışlar, hastalıkları varmış, dayanacak durumda değillermiş, falan
filan… İşte onu; cevizi kabuğu ile yutarken düşünecektin, demezler mi
adama, her yediğin herzenin çıkışı da olacak, değil mi?.. Bu zavallılar, iman
nimetinden de yoksun oldukları için ne tövbe edebiliyorlar ne de ahirette
kendilerini nelerin beklediğinin farkındalar… İnandığım bir konu var ki;
bu zalimlerin ahiret hayatlarının yanında şu an bulundukları hapishane, cennet
bahçesi gibidir… Hepinizin o zindanda son nefeslerinizi verip, inanmadığınız
ahiret yolculuğuna çıkışınızı ibretle izleyeceğiz ve lakin asıl ahirette,
mahkemeyi kübra’da sizden, nasıl haklarımızı alacağımızı, işte asıl orada
göreceksiniz.” İnançlı olduğunu söyleyen birisi için ne ağır, ne vahim, ne
yakışıksız hükümler, değil mi? Haliyle tepki çekti."
Benim ifadelerimi;
ağır, vahim, yakışıksız bulmuşsunuz. Evet gerçekten de öyle; ağır, vahim ve
yakışıksız. Size katılıyorum. Bakın, anlaştık. Ben sizin taraftan baktım. Haydi,
şimdi siz bu tarafa geçin, rakama bir de bu taraftan bakın, bakalım neler
göreceksiniz?
Mahkeme ile tescilli bu
erlerin, 28 Şubat sürecinde yaşattıkları zulümlerden; TSK'dan atılmış binlerce namuslu,
dürüst, çalışkan, dindar ve disiplinli vatan evlatlarından kaç tanesinin hayat
hikayesini biliyorsunuz? Mesela, sadece üç örnek: Atılmışlığı gururuna
yediremeyerek, çaresizlikten intihar eden yarbayı biliyor musunuz? Kendisi
atıldığı için, GATA'dan kanserli eşinin tedavisi yarım bırakılarak çıkartılan
yüzbaşının hikayesini biliyor musunuz? O hanımefendi vefat etti. Ya, pazarlarda
bazlama satarak yavrularının karnını doyurmaya çalışan astsubayımızın
yaşadıklarını biliyor musunuz?
Bunlar gibi binlerce,
filmlere konu olacak mağduriyet yaşandı. Bu zulümleri gören, yaşayan bir kişi
olarak; o mahkeme kararı ile suçları tescillenmiş erlere sizin tabiriniz ile
ağır, vahim ve yakışıksız ifadeler kullanmışım. Bu haller sizin başınıza gelse,
siz hangi tabirleri kullanırdınız acaba?
Gelelim, TkMM
konusuna; o toplantının tüm katılımcıları Gürcan Onat'ı tanıdı. Konuşmalarım
kayda alındı. TkMM arşivinde duruyorlar ve çoğu da yayınlandı. TkMM hakkında
yazdıklarım samimidir ve gerçekten çok beğendiğim, içinde olmaktan keyif
aldığım platformdu. Şanar Yurdatapan ile sıcak arkadaşlığımız oldu. Halen, bir
ortam olursa, zevk ile iştirak ederim. Sadece İstanbul değil, Ankara'da görevli
olduğum zamanlarda da Ankara'daki TkMM toplantılarına iştirak ediyordum.
Diyorsunuz ki; "Anlaşılan;
Gürcan Onat, vefat eden Vural Paşa ve “zindanda son nefeslerini vermelerini beklediği” diğer
komutanlar için “düşünce ve ifade
özgürlüğünü” kullanıp hiçbir “aşağılama ve hakarette” bulunmamış; ama o yazısına tepki
gösterenler, “yalan, iftira ve
algı operasyonu” yapıp “nefret
suçu” işlemiş!.. Dikkatlerinize sunulur." Müyesser hanım burada nasıl bir algı operasyonu
yaptığınızı yazayım. Ben, bize yapılan zulümlere tepki veriyorum. Benim
yaptığım, tepkidir. Darbecilerden başka, hiç kimse için o ifadeleri
kullanmamışım. Sadece, 28 Şubat post modern darbecileri için kullanmışım. Niye,
çünkü bize zulüm yaptılar; ben de bu zulme tepki veriyorum. Siz tepki olduğunu
görmüyorsunuz; beni, durduk yerde, aşağılama ve hakaret yapmış gibi
gösteriyorsunuz. Sonra, kendinizi tepki veren olarak gösteriyorsunuz. Bilmem
anlatabildim mi? Yani siz hadiseyi ters yüz ettiniz. Oysa, ben zulümlere tepki
olarak o ifadeleri kullanıyorum. Hani, hak hukuk ve adalet diyorsunuz ya; şimdi
burada işletin bakalım hak hukuk adalet nasıl tecelli edecek? Hak, hukuk ve
adalet; yapılan zulümlerin karşılıksız kalması mıdır? Siz istiyorsunuz ki; hangi
zulme uğrarsak uğrayalım, sesimizi keselim, itiraz etmeyelim, hak aramayalım,
hele ki zulümleri dile hiç getirmeyelim, sesimizi asla yükseltmeyelim. Yani siz
insansınız biz başka bir şey, öyle mi?
Şimdi sizin
sorularınıza cevap verelim. Soruyorsunuz:
“Binlerce subay,
astsubayı mesleklerinden eden,
·
Binlerce kız öğrenciyi okullara almayıp ikna odaları
kuran,
·
Üniversitelerin önüne polis panzerlerini gönderen,
·
Kadın mamurların türbanlarını çıkarttıran,
·
Hükümetin düşmesine yol açan DYP milletvekilleri ile
Erbakan’ın, dönemin Cumhurbaşkanı merhum Demirel’e sunduğu istifa mektuplarını
imzalayan
Müebbet hapis cezasına
çarptırılıp adeta ölüme yatırılan bu 14 general miydi?
Devletin o
zamanki “güvenlik konsepti” çerçevesinde,
sadece 28 Şubat döneminde değil, öncesinde ve sonrasında kararları alınıp
uygulanan, TBMM’de yasaları çıkarılan topyekûn bir süreç yaşanmadı mı?
İçişleri, Adalet ve Milli Eğitim Bakanlıkları başta olmak üzere tüm valiler,
emniyet müdürleri, üniversiteler rol oynamadı da sadece bu 14 general mi at
koşturdu?!"
Bakın, işte bir konuda
daha sizinle hemfikir olduk. Ben, her ortamda her zaman dile getiriyorum;
saydıklarınızın hepsi suçludur. Sadece onlar değil, şok şok şok diye haber
yapanlar, kışkırtıcılar, kiralık konsomatrisleri kullananlar, medya v.s. hepsi
milletimizin nezdinde suçlular. Lakin, sadece bu 14 kişi ceza aldı. Benim bedduam
hepsinedir. İnşallah, tüm suçlular cezalarını alırlar. Bu dünyada almasalar da
ahirette alacaklarından şüphemiz yoktur; elbette ellerimiz yakalarındadır.
İlahi adalet zerre miktarı şaşmaz.
Yine sizin sorunuz;
"28 Şubat davasına ilişkin ise tek bir sorum var: Ortaya çıktı ki, bu
davayı da A’dan Z’ye “FETÖ”cüler kurguladı. Durum bu iken, diğer kumpas
davaların aksine, “Kandırıldık”, “Rabbim de milletim de
bizi affetsin” demeyip bu davayı sorgusuz-sualsiz sahiplenmek…
O sahte delilleri hiç sorgulamamak… Ve gerçekten adil bir karar verilmiş gibi,
heyecanla bu generallerin “zindanda
ölmesini” arzulamak… Bunun izahı nedir?!
Siz, 28 Şubat post
modern darbe süreci ile daha sonra FETÖ'cülerin kumpaslarını birbirine
karıştırıyorsunuz. İkisi çok farklı şeyler. 28 Şubat sürecinde, binlerce subay
astsubay, maddi manevi işkence yapılarak, sorgusuz sualsiz mesleklerinden
edildi. Binlercesi de benim gibi atılmamak için erken emekli oldu. 40 yaşımda,
en verimli çağımda en faydalı olacağım zaman, çok sevdiğim mesleğimden ve
üniformamdan ayrılmak zorunda kaldım. Bunları neden görmüyorsunuz? Kumpas
davasında, FETÖ'cülerin yaptıkları kumpasları biz kabul ediyoruz. Lanet
FETÖ'cülerin Allah belasını versin. Siz de şu 28 Şubat mezalimini görün artık.
Sizin sorunuz: "Son
olarak şunu kaydedeyim:
28 Şubat’ı başlatan
TSK değildi. Daha Eylül 1996’da “irtica
raporlarını” hazırlayan, önce dönemin Cumhurbaşkanı Demirel,
ardından Genelkurmay’a bu rapor ve brifingleri veren, nihayetinde 28 Şubat’taki
MGK’da da sunum yapan MİT’ti.
Peki MİT’e herhangi
bir şey soruldu mu? Hayır. Çünkü yargılamalar sırasında MGK, 28 Şubat’ta
sunulan o irtica brifinginin dosyada olmadığını bildirdi!.."
Tekrar etmiş olayım;
28 Şubat post modern darbesi ile kimin ilişkisi varsa hepsinin Allah belasını
versin. Biz, bize yapılan zulümlere isyan ediyoruz, gerisini araştırıp ortaya
çıkarmak Mahkemelerin görevi.
Gelelim irtica ve
irtica mücadelesine
İrtica tabiri sizin
zihniyetinizin ürünüdür. Biz, kendimize Müslüman diyoruz. Yapabildiğimiz
kadarıyla, İslami kurallara göre hayatımızı tanzim etmeye çalışıyoruz. Eğer, bu
şekilde, “irtica” demeye ve “irtica ile mücadeleye devam
ediyoruz” gibi laflarla kendinizi kandırmaya ve bizi anlamamaya devam
edecekseniz buyurun devam edin. O zaman, sittin sene siz 9 biz de 6 görmeye
devam edeceğiz, demektir.
Necip Fazıl Kısakürek
şu cevabı vermişti, kendisine irticacı diyenlere;
“Zamanı kokutanlar
mürteci diyor bana;
Yükseldik sanıyorlar,
alçaldıkça tabana.”
Milli Şairimizin dizeleri
yeterince cevap olur diye düşünüyorum.
“Zulmü alkışlayamam,
zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! ...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?” Mehmet Akif Ersoy.
Hak, hukuk ve adalet
kavramlarını sadece söz olarak kullanmayacaksınız; içinize sindirip mutlak
olarak, herkes için, ayırım yapmadan uygulayacaksınız; “Mazluma kimliği
sorulmaz” diyebileceksiniz, “Kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan
yanayım”, diyebileceksiniz.
Adalet cesaret ister.
Gürcan Onat, 09. 01.
2023, Fatih.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder