9 Ocak 2023 Pazartesi

MÜYESSER YILDIZ'A CEVAP

Pek adetim olmadığı halde, Müyesser hanıma cevap yazmak istiyorum. Aslında, şahıslardan ziyade fikirleri ve zihniyetleri konu edinmek prensibimdir; lakin konu itibarıyla bu sefer böyle icap etti.

28 Şubat post modern darbe süreci benim önemli konularımın içerisindedir. Bu nedenle yazma ihtiyacı hissettim.

Herkes, doğal olarak hayata ve hadiselere kendi düşünce ve inançlarının penceresinden bakıp; bu minval üzere yorum ve mana oluşturmaya çalışıyor. E, ben de elbette böyle bakacağım ve böyle anlamlandıracağım.

Lakin, aynı ülkede yaşıyoruz, aynı havayı teneffüs ediyoruz ve aynı ülkenin geleceğini şekillendirmeye gayret ediyoruz. Eğer, birbirimizi dinlemeye ve anlamaya çalışmaz isek, bu kutuplaşma kör dövüşü şeklinde, çözüme kavuşamadan sürer gider...

Hani, 6/9 rakamına farklı taraflardan bakan iki kişiden birinin 6, diğerinin 9 gördüğü gibi. Bu iki kişiye o rakamın karşı taraftan farklı göründüğüne; konumlarını değiştirmedikleri sürece inandırmanız mümkün değildir. Peki, ne yapmanız gerekiyor? Çok basit bir işlem, yukarıdan baktıracaksınız; işte o zaman hem 6 hem de 9 olarak okunduğunu tespit edebilirler.

Kanaatimce, Müyesser hanım ile ben, hadiseleri aynı veçheden okuyamayacağız, durum bunu gösteriyor. Ancak, ben biraz geri çekilip, biraz da olaylara yukarıdan bakmayı, empati yapmayı deneyerek, kendi açımdan anlamlandırmaya çalışacağım.

Benim adımı zikrettiği son makalesinde, Müyesser hanım yazısına şu cümle ile başlamış:

"Yeni yılda en önemli görevlerimizden birisi hak, hukuk ve adalet için mücadeleyi sürdürmek olmalı.". İşte ortak noktamız. Harika bir karar. Kesinlikle katılıyorum ve zaten ben de bu şekilde bakıyorum.

Bakın, ne kadar güzel bir şey, bir ortak noktamız varmış. En önemli görevlerimizden birisi, ama bence birincisi; hak, hukuk ve adalet için mücadele sürdürmek, olmalı. E, zaten biz de bu maksattan dolayı, kurduğumuz derneğin adını, Adaleti Savunanlar Derneği, koymuştuk.

Müyesser hanım, Sincan cezaevinde hayatını kaybeden eski general yeni rütbesi ile er Vural Avar'dan sonra, onun koğuş arkadaşı, eski emekli Korgeneral yeni rütbesi ile er Hakkı Kılınç'ın 82 yaşında olduğunu, oksijen tüpü ile yaşadığını, yani çok sıkıntıda olduğunu yazmış.

Yine vicdanlarımıza hitap etmiş. Kabul. Yani benim tarafımdan 6 olan rakama diğer taraftan bakarak ben de 9 diyeyim. Çünkü o taraftan bakınca gerçekten 9 görünüyor, yalan yok.

Hemen, Müyesser hanıma ilk sorumuzu soralım; T.C. Mahkemelerinde yargılanıp, suçlu görülüp, rütbesi alınan iki kişiye neden eski rütbeleri ile hitap ediyorsunuz, O kişiler mahkeme kararı ile şu an er'dirler. Siz, Mahkeme kararını tanımıyor musunuz?

28 Şubat sürecinde üsteğmen, üstçavuş v.s. rütbelerinde iken YAŞ kararları ile re'sen emekli edilen, derneğimizin üyeleri 6191 sayılı kanun ile haklarını alarak ve de araştırmacı kadrosuyla tekrar memurluğa atandıkları halde neden emsallerinin rütbeleri verilmedi? Bu haksızlığa karşı çıkabilecek misiniz? Hak, hukuk ve adalet için…

2. Soru: Neden ısrarla benim adımı kullanırken SADAT vurgusu yapıyorsunuz? Daha mı çok ilgi çekiyor? Böyle yazmazsanız, okunmaz diye mi endişe ediyorsunuz? Halbuki, ben kaç sefer açıklama yaptım; SADAT ile, kurulurken verdiğim cüzi bir paradan başka hiçbir alakam yok, yönetiminde değilim, hiç bulunmadım, diye. (Yanlış anlaşılmasın, bulunmak isterdim ama bulunmuş değilim.) Siz ne yapıyorsunuz, söyleyivereyim; hayali bir canavar yaratıyorsunuz, sonra birilerini bu canavar ile ilişkilendirip itibar suikastı yapıyorsunuz. Bunları da siyasi kavganıza malzeme olsun diye yapıyorsunuz. Bunlar da hak, hukuk ve adalet için mi?

Hak, hukuk, adalet diyorsanız, benim adımı SADAT ile birlikte yazmayın! Ayrıca, SADAT da sizin karalamaya çalıştığınız canavar değil, T.C. ticari kanunlarına uygun bir ticari şirkettir. Eğer, yakından tanımak istiyorsanız; randevu alıp, ziyaret ederek, detayları öğrenebilirsiniz. Yerleri ve adresleri belli ve çok açıktır. Yeter ki iyi niyet ve gerçekten tanımak olsun.

Yalnız, bir hususta hakkınızı teslim etmem icap eder ki; siz, benim cümlelerimi olduğu gibi alıp, sonra yorum yapıyorsunuz. Teşekkür ederim. Çünkü, eksik alıp sonra nefret kusan gazeteciler de var. Siz onlardan değilsiniz. Bu, gerçekten hak, hukuk ve adalettir.

Son yazınızda diyorsunuz ki; "Özetle; “Zindanda ölmüş” diyerek aynı Kuvvette görev yaptıkları halde hiç karşılaşmadığı Vural Paşa’ya, “Hakkını helal etmediğini” bildirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştı: Şimdi ise [diğerleri]zindanda son nefeslerini verecekleri günlerini bekliyorlar. Birileri de vicdanlarımızla oynamaya yelteniyor. Çok yaşlanmışlar, hastalıkları varmış, dayanacak durumda değillermiş, falan filan… İşte onu; cevizi kabuğu ile yutarken düşünecektin, demezler mi adama, her yediğin herzenin çıkışı da olacak, değil mi?.. Bu zavallılar, iman nimetinden de yoksun oldukları için ne tövbe edebiliyorlar ne de ahirette kendilerini nelerin beklediğinin farkındalar… İnandığım bir konu var ki; bu zalimlerin ahiret hayatlarının yanında şu an bulundukları hapishane, cennet bahçesi gibidir… Hepinizin o zindanda son nefeslerinizi verip, inanmadığınız ahiret yolculuğuna çıkışınızı ibretle izleyeceğiz ve lakin asıl ahirette, mahkemeyi kübra’da sizden, nasıl haklarımızı alacağımızı, işte asıl orada göreceksiniz.” İnançlı olduğunu söyleyen birisi için ne ağır, ne vahim, ne yakışıksız hükümler, değil mi? Haliyle tepki çekti."

Benim ifadelerimi; ağır, vahim, yakışıksız bulmuşsunuz. Evet gerçekten de öyle; ağır, vahim ve yakışıksız. Size katılıyorum. Bakın, anlaştık. Ben sizin taraftan baktım. Haydi, şimdi siz bu tarafa geçin, rakama bir de bu taraftan bakın, bakalım neler göreceksiniz?

Mahkeme ile tescilli bu erlerin, 28 Şubat sürecinde yaşattıkları zulümlerden; TSK'dan atılmış binlerce namuslu, dürüst, çalışkan, dindar ve disiplinli vatan evlatlarından kaç tanesinin hayat hikayesini biliyorsunuz? Mesela, sadece üç örnek: Atılmışlığı gururuna yediremeyerek, çaresizlikten intihar eden yarbayı biliyor musunuz? Kendisi atıldığı için, GATA'dan kanserli eşinin tedavisi yarım bırakılarak çıkartılan yüzbaşının hikayesini biliyor musunuz? O hanımefendi vefat etti. Ya, pazarlarda bazlama satarak yavrularının karnını doyurmaya çalışan astsubayımızın yaşadıklarını biliyor musunuz?

Bunlar gibi binlerce, filmlere konu olacak mağduriyet yaşandı. Bu zulümleri gören, yaşayan bir kişi olarak; o mahkeme kararı ile suçları tescillenmiş erlere sizin tabiriniz ile ağır, vahim ve yakışıksız ifadeler kullanmışım. Bu haller sizin başınıza gelse, siz hangi tabirleri kullanırdınız acaba?

Gelelim, TkMM konusuna; o toplantının tüm katılımcıları Gürcan Onat'ı tanıdı. Konuşmalarım kayda alındı. TkMM arşivinde duruyorlar ve çoğu da yayınlandı. TkMM hakkında yazdıklarım samimidir ve gerçekten çok beğendiğim, içinde olmaktan keyif aldığım platformdu. Şanar Yurdatapan ile sıcak arkadaşlığımız oldu. Halen, bir ortam olursa, zevk ile iştirak ederim. Sadece İstanbul değil, Ankara'da görevli olduğum zamanlarda da Ankara'daki TkMM toplantılarına iştirak ediyordum.

Diyorsunuz ki; "Anlaşılan; Gürcan Onat, vefat eden Vural Paşa ve “zindanda son nefeslerini vermelerini beklediği” diğer komutanlar için “düşünce ve ifade özgürlüğünü” kullanıp hiçbir “aşağılama ve hakarette” bulunmamış; ama o yazısına tepki gösterenler, “yalan, iftira ve algı operasyonu” yapıp “nefret suçu” işlemiş!.. Dikkatlerinize sunulur."  Müyesser hanım burada nasıl bir algı operasyonu yaptığınızı yazayım. Ben, bize yapılan zulümlere tepki veriyorum. Benim yaptığım, tepkidir. Darbecilerden başka, hiç kimse için o ifadeleri kullanmamışım. Sadece, 28 Şubat post modern darbecileri için kullanmışım. Niye, çünkü bize zulüm yaptılar; ben de bu zulme tepki veriyorum. Siz tepki olduğunu görmüyorsunuz; beni, durduk yerde, aşağılama ve hakaret yapmış gibi gösteriyorsunuz. Sonra, kendinizi tepki veren olarak gösteriyorsunuz. Bilmem anlatabildim mi? Yani siz hadiseyi ters yüz ettiniz. Oysa, ben zulümlere tepki olarak o ifadeleri kullanıyorum. Hani, hak hukuk ve adalet diyorsunuz ya; şimdi burada işletin bakalım hak hukuk adalet nasıl tecelli edecek? Hak, hukuk ve adalet; yapılan zulümlerin karşılıksız kalması mıdır? Siz istiyorsunuz ki; hangi zulme uğrarsak uğrayalım, sesimizi keselim, itiraz etmeyelim, hak aramayalım, hele ki zulümleri dile hiç getirmeyelim, sesimizi asla yükseltmeyelim. Yani siz insansınız biz başka bir şey, öyle mi?

Şimdi sizin sorularınıza cevap verelim. Soruyorsunuz:

“Binlerce subay, astsubayı mesleklerinden eden,

·         Binlerce kız öğrenciyi okullara almayıp ikna odaları kuran,

·         Üniversitelerin önüne polis panzerlerini gönderen,

·         Kadın mamurların türbanlarını çıkarttıran,

·         Hükümetin düşmesine yol açan DYP milletvekilleri ile Erbakan’ın, dönemin Cumhurbaşkanı merhum Demirel’e sunduğu istifa mektuplarını imzalayan

Müebbet hapis cezasına çarptırılıp adeta ölüme yatırılan bu 14 general miydi?

Devletin o zamanki “güvenlik konsepti” çerçevesinde, sadece 28 Şubat döneminde değil, öncesinde ve sonrasında kararları alınıp uygulanan, TBMM’de yasaları çıkarılan topyekûn bir süreç yaşanmadı mı? İçişleri, Adalet ve Milli Eğitim Bakanlıkları başta olmak üzere tüm valiler, emniyet müdürleri, üniversiteler rol oynamadı da sadece bu 14 general mi at koşturdu?!"

Bakın, işte bir konuda daha sizinle hemfikir olduk. Ben, her ortamda her zaman dile getiriyorum; saydıklarınızın hepsi suçludur. Sadece onlar değil, şok şok şok diye haber yapanlar, kışkırtıcılar, kiralık konsomatrisleri kullananlar, medya v.s. hepsi milletimizin nezdinde suçlular. Lakin, sadece bu 14 kişi ceza aldı. Benim bedduam hepsinedir. İnşallah, tüm suçlular cezalarını alırlar. Bu dünyada almasalar da ahirette alacaklarından şüphemiz yoktur; elbette ellerimiz yakalarındadır. İlahi adalet zerre miktarı şaşmaz.

Yine sizin sorunuz; "28 Şubat davasına ilişkin ise tek bir sorum var: Ortaya çıktı ki, bu davayı da A’dan Z’ye “FETÖ”cüler kurguladı. Durum bu iken, diğer kumpas davaların aksine, “Kandırıldık”“Rabbim de milletim de bizi affetsin” demeyip bu davayı sorgusuz-sualsiz sahiplenmek… O sahte delilleri hiç sorgulamamak… Ve gerçekten adil bir karar verilmiş gibi, heyecanla bu generallerin “zindanda ölmesini” arzulamak… Bunun izahı nedir?!

Siz, 28 Şubat post modern darbe süreci ile daha sonra FETÖ'cülerin kumpaslarını birbirine karıştırıyorsunuz. İkisi çok farklı şeyler. 28 Şubat sürecinde, binlerce subay astsubay, maddi manevi işkence yapılarak, sorgusuz sualsiz mesleklerinden edildi. Binlercesi de benim gibi atılmamak için erken emekli oldu. 40 yaşımda, en verimli çağımda en faydalı olacağım zaman, çok sevdiğim mesleğimden ve üniformamdan ayrılmak zorunda kaldım. Bunları neden görmüyorsunuz? Kumpas davasında, FETÖ'cülerin yaptıkları kumpasları biz kabul ediyoruz. Lanet FETÖ'cülerin Allah belasını versin. Siz de şu 28 Şubat mezalimini görün artık.

Sizin sorunuz: "Son olarak şunu kaydedeyim:

28 Şubat’ı başlatan TSK değildi. Daha Eylül 1996’da “irtica raporlarını” hazırlayan, önce dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, ardından Genelkurmay’a bu rapor ve brifingleri veren, nihayetinde 28 Şubat’taki MGK’da da sunum yapan MİT’ti.

Peki MİT’e herhangi bir şey soruldu mu? Hayır. Çünkü yargılamalar sırasında MGK, 28 Şubat’ta sunulan o irtica brifinginin dosyada olmadığını bildirdi!.."

Tekrar etmiş olayım; 28 Şubat post modern darbesi ile kimin ilişkisi varsa hepsinin Allah belasını versin. Biz, bize yapılan zulümlere isyan ediyoruz, gerisini araştırıp ortaya çıkarmak Mahkemelerin görevi.

Gelelim irtica ve irtica mücadelesine

İrtica tabiri sizin zihniyetinizin ürünüdür. Biz, kendimize Müslüman diyoruz. Yapabildiğimiz kadarıyla, İslami kurallara göre hayatımızı tanzim etmeye çalışıyoruz. Eğer, bu şekilde, “irtica” demeye ve “irtica ile mücadeleye devam ediyoruz” gibi laflarla kendinizi kandırmaya ve bizi anlamamaya devam edecekseniz buyurun devam edin. O zaman, sittin sene siz 9 biz de 6 görmeye devam edeceğiz, demektir.

Necip Fazıl Kısakürek şu cevabı vermişti, kendisine irticacı diyenlere;

“Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.”

Milli Şairimizin dizeleri yeterince cevap olur diye düşünüyorum.

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! ...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?”       M
ehmet Akif Ersoy.

Hak, hukuk ve adalet kavramlarını sadece söz olarak kullanmayacaksınız; içinize sindirip mutlak olarak, herkes için, ayırım yapmadan uygulayacaksınız; “Mazluma kimliği sorulmaz” diyebileceksiniz, “Kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yanayım”, diyebileceksiniz.

Adalet cesaret ister.

Gürcan Onat, 09. 01. 2023, Fatih.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÇEVİK BİR-28 ŞUBAT-İSRAİL ÖRGÜSÜ

 “Middle East Forum” isimli bir web sitesi var. Bu sitede 2002 yılında “İstikrar İçin Formül: Türkiye Artı İsrail” başlıklı bir makale yayın...