Bir kandil gecesiydi, annemden öğrenmiş olduğum gibi 2 rekat namaz kıldım, dua ettim. Seccadeyi toplayıp ayağa kalkarken A. T. beni gördü ve hiç unutamadığım o sözü söyledi; "sen de mi takunyalıydın?".
Yıl 1978.
Hava Harp Okulu 1'nci sınıftayız.
Arkadaşlarımızla
yeni yeni tanışıyoruz. Sınıf arkadaşım A. T. namazıma bu şekilde tepki
gösterirken aslında bilinç altındaki düşüncelerini açığa çıkarmıştı. Çünkü 4-5
aylık bir geçmişimiz vardı ve fakat sürekli geceli gündüzlü, yatılı okulun aynı
ortamında bulunmaktan dolayı epeyce aşinalığımız olmuştu. O namaz görüntüsüne
kadar, kendisi ile samimi muhabbetlerimiz olmuştu. O İzmirli, ben Sakaryalıydım.
O ana kadar kendi yaşantısından farklı bir tavır, hal ve hareket de bende
görmüş değildi. Hiçbir dini ve siyasi sohbete girmiş değildik. O yıllar 12
Eylül öncesinin sıkıntılı yılları olduğu için zaten bir çoğumuz üniversitelerin
buhranlı ve anarşik ortamlarından kaçıp, Harp Okulunun daha güvenli görüntüsüne
sığınmıştık. Özellikle 1'nci sınıf herkesin birbirini tanıma ve tartma
zamanları olduğu için, siyasi ve dini mevzular pek gündemimizde yer almamıştı.
İşin ilginç
yanı, ben o yıllarda yeterli dini bilgilere sahip bir kişi de değildim. Namaz
kılmıyordum. Ehli dünya arkadaşlarımız ne yapıyorlarsa, uydum kalabalığa misali
ben de aynı şeyleri yapıyordum. Yaşımız itibarıyla da genellikle; eğlence,
gezme ve kızlar ile arkadaşlıklar gibi nefsani konular konuşuluyordu.
Geleneksel
olarak bizim evimizde, annem kandil geceleri namazdan sonra yasin i şerif
okurdu, bize de tavsiye ederdi. Ben de o gece yasin okuyamadım, bari dua
edeyim, dedim. Namaz kılan bir arkadaşımız vardı, ondan seccadesini aldım, 2
rekat namaz kıldım, sonra da dua ettim, hepsi bu. Bu hareket benim takunyalı
olmama yetti.
Ya arkadaş,
daha düne kadar, aylardır seninle her türlü rezil ve sefil sohbetleri yapmışız,
zaten senin gibi yaşayan bir insanım, nasıl birden takunyaya bağladın işi,
doğrusu anlamak mümkün değil.
Benim
yaşımda olanlar hatırlar, 12 Eylül öncesinde Erbakan, karikatürlerde hep
takkeli ve takunyalı olarak resmedilirdi. Çok etkili bir beyin yıkama
çalışması. Yani namaz kılanlar takunyalı olurlar. Kafalarında da yeşil takke...
Dindar
insanlar için bu itibar suikastlığı ta 2. Abdülhamit devrine kadar gider. Batı
sürekli bu şekilde karalama ve itibarsızlaştırma eylemleri yapmıştır. Batının
yerli işbirlikçi ve uşakları bu misyonu kesintisiz bir şekilde sürdürmüşlerdir.
Doksanlı
yılların başlarında, Kütahya'da Hava Er Eğitim Tugay Komutanlığında görevli
iken de buna benzer bir hadise yaşadım. O zaman Turgut Özal Cumhurbaşkanıydı.
Ben de Yüzbaşı rütbesindeydim.
Tugay Nöbetçi
Amiri olduğum bir akşam, Destek Grup Nöbetçi
Subayı olan bir Asteğmen, Nöbetçi Amirliği binasından çıkıp, birlikte Tugay içerisine
doğru yürürken; "Komutanım size bir şey söylemek istiyorum" dedi.
Oldukça mütereddit ve duyduklarını nasıl ifade edebileceğini tam bilemez bir
haldeydi.
"Söyle"
dedim.
"Sizin
için takunyalı diyorlar" dedi.
Güldüm.
Benden bu tepkiyi beklememiş olacak ki, şaşırdı.
İmanlı bir
vatan evladı imiş ki, gıyabımızda konuşulanlar kendisini rahatsız etmiş ve bana
duyurma ihtiyacı hissetmiş. Kendisini ne tanırdım, ne ismini bilirdim.
Şaşkınlığını
gidermek için gülmemin sebebini kendisine, orada detaylı bir şekilde izah
ettim.
Yetmişli
yıllardan beri namaz kılanlar hep takunyalıydı.
Bize
takunyalı diye sıfat takanlar, bizim takunya giymediğimizi bilmiyorlar mıydı?
Biliyorlardı.
O halde olay nedir?
Abdest
alıyorsan takunya giymen gerekiyor, demek ki.
Abdest
eşittir takunya yani.
Halbuki abdest
sağlıktır. Günde beş sefer elini yüzünü kollarını ayaklarını yıkamaktır. Bundan
daha güzel temizlik olabilir mi? Namaz kılanları takunyalı diye aşağılamaya
çalışanlar tuvaletten çıktıklarında ellerini dahi yıkamazlar (Çok şahit
olmuşumdur). Leş gibi koktuklarını bilmezler. Küfrün karanlığı kalplerini
tamamen kuşatmış, ne kadar sefil ve rezil olduklarının farkında dahi değiller.
İşte bu
insanlar, ta Osmanlının son dönemlerinden beri hep dine, imana, dindar ve
mütedeyyin insanlara savaş açtılar, sürekli alaya almakla itibarsızlaştırmaya
çalıştılar. Fransa'ya bilim ve teknoloji eğitimi için gönderilen, ancak onların
kültür ve terbiyesini benimseyen Jön Türkler ile başlayan bu akım ne yazık ki
bir türlü sonlandırılamamış, halen de devam etmektedir.
Hatırlamıyor
musunuz, eski Yeşilçam filmlerinde hocalar, imamlar nasıl kaba saba, çirkin,
alavere dalavere peşinde koşan insanlar olarak işlendiler. Bu bir projeydi.
Çünkü Türkiye aydınları (!) yönünü batıya dönmüş, dini terk etmiş, çağdaş ve
laik bir ülke yaratma derdine düşmüştü. Ancak halk bunun farkında değildi. Halk
örfüne, adetlerine, geleneklerine ve dinine sahip çıkmaya çalışıyordu. Bu
nedenle halkı eğitmek (!) gerekiyordu. Halkı yoldan çıkartmak için her
enstrümanı kullandılar, her yolu denediler. Yapmadıkları rezillik,
söylemedikleri yalan, atmadıkları iftira kalmadı. Zulümleri arşı alaya
yükseldi. Binlerce alim asıldı. Kur'an bulundurmak ve okumak yasaklandı. Ezan
Türkçeye çevrildi. Bazı Camiler ahır ve depo yapıldı. Yahudi şapkasını giymek
mecbur edildi. Giymeyenler idam edildi. vs, vs, vs.
Bütün bu
operasyonlardan sonra da elbette yeni yetişen nesil namaz kılan bir insan
görünce, ona takunyalı demekten imtina etmedi. Sadece takunyalı mı? Gerici,
yobaz, örümcek kafalı, çağ dışı, vs. İşte bunlar hep bizim, yani namaz
kılanların sıfatları oldu.
Harp
Okulunun son sınıfında Rabbim bana hidayet nasip edince, hiç tereddütsüz ve
pervasız bir şekilde beş vakit namazımı eda etmeye başladım. Yaşım 21 olmuştu,
zaten buluğ çağına erdiğim günden o tarihe kadar epey vaktimi zayi etmiş
olduğum için, artık sadece önüme bakmaya ve geçmiş namazlarımı nasıl kaza etmem
gerektiğine odaklandım.
Hidayet öyle
bir nur ki, ancak Rabbimin lütuf ettiği kimseler o engin ruh halinden
nasiplenebilir.
Bırakın sizi
aşağılamaya, hor görmeye çalışanların söz ve mimiklerini, dünyanın bütün
insanlarının hakaret ve saldırıları toplanıp, ateşten gülle haline gelse, sizi
yerin bin kat altına gömmeye kalksalar zerre tınmayıp, daha fazla nasıl ibadet
edebilirim, kazalarımı nasıl tamamlarım düşüncesinden başka bir dert ve tasayı
kendinizde bulamazsınız. Hiçbir beşer sizi Allah Teala'yı razı edebilme gayret
ve çabasından alıkoyamaz.
Vakit
girince her imkan ve şartta namazımızı eda etme derdine düşüyorduk. Yatakhane,
dershane, koridorlar, bahçe, çimenler, sıra üstleri, masa tepeleri Harp
Okulunda bize seccade oluyordu.
Hafta
sonları Kadıköy ve Modadaki pastane ve çay bahçelerinde kız arkadaşlarıyla
buluşma planları yapan Gürcan artık her fırsatta, önüne gelen mescit ve
camilerde, özellikle de Karaköy'deki Yeraltı camisinde, üç sahabenin makamının
yanında eksiklerini tamamlamak için saatlerce kaza namazları kılıyordu.
Huzur ve
mutluluk buydu.
Gürcan ONAT,
02.01.2022, 18.30, Fatih.
Allah in rahmeti bereketi daim olsun arkadasim
YanıtlaSilİbretlik bir yazı.Yüreğinize sağlık.
YanıtlaSil"Zamanı kokutanlan mürteci diyorlar bana, yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana" demiş üstad NFK. Meseleyi ne güzel özetlemiş...
YanıtlaSil