Bir gün ev telefonum çaldı, açtım, Personel Şube Müdürlüğünden bir Astsubay, beni Üsse davet etti. Üs Komutanı bizimle görüşmek istemiş.
1999 yılının ocak ayı idi, emeklilik dilekçemi
vermiş, yıllık iznimi almış, evimde emeklilik onayının gelmesini bekliyordum.
Ancak, Üs Komutanının daveti üzerine yıllık iznime ara verip, 15’nci Füze Üs
Komutanlığına tekrar döndüm. Benim gibi emeklilik dilekçesi veren, diğer bütün
subay ve astsubayları da davet etmişlerdi.
Alemdağ'da Üs Komutanının odasında, o gün iki
Binbaşı ve sayısını şu an hatırlayamadığım kadar Astsubay, ilk defa koltuklara
oturmuş ve merakla ne söylenileceğini bekliyorduk.
Tuğgeneral Hikmet Yavaş kısa bir girişi müteakiben, lafı
çok uzatmadan, bizim emeklilik dilekçelerimizi geri almamızı istedi.
Dilekçelerimiz Hava Kuvvetlerine çoktan varmıştı ve işlem yapılmaya başlanmıştı.
Lakin Komutanımız Üssün bize ihtiyacı olduğunu dile getirerek, emekli olmaktan
vazgeçmemizi istiyor ve bu konuda ısrar ediyordu. Üstelik, hemen bu kararı vermemizi
bekleyip, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığına telefon açarak,
dilekçelerimizi iptal ettirmeyi teklif ediyordu.
Diğer Binbaşı Adnan M. benden bir devre öndeydi.
Füzeci olduğu için Teğmenliğinden beri İstanbul'da Üssün değişik birimlerinde
çalışmış, Üs Komutanının da çok yakından tanıdığı bir subaydı. O emeklilik
kararından vazgeçmedi.
Ben ise, Üsse daha üç sene önce tayin olmuş, karargâha
yeni katılmış ve Personel sınıfında olduğum için de Füzeciler tarafından
tanınmayan bir subaydım. Üssün Personel Şube Müdürü olarak görev yaptığım bu
süre zarfında, çalışmalarımdan memnun kalmış olacaklar ki, gitmemi
istemiyorlardı.
Ben de Adnan M. gibi teklifi kabul etmedim ve
emeklilik isteğimden vazgeçmedim.
O gün Üsse çağrılanlardan hiç kimse teklifi kabul
etmedi. Komutanımıza teşekkür ettik ve sivil hayata doğru yolumuza devam ettik.
Orada Üs Komutanımız Tuğgeneral Hikmet Yavaş'a
söyleyemediğim ve içimde ukde olarak kalan sözlerim vardı. Şimdi zamanının geldiğini
düşünerek, söyleyemediklerimi yazmak istiyorum.
"Komutanım, siz bilmiyorsunuz ama ben gizli
gizli namaz kılıyorum. Hava Harp Okulu son sınıfında iken, 1980 yılında başlamış
olduğum bu namazımı hiç aksatmadım ve saklamadım. Çünkü namaz saklanılacak, utanılacak
bir ibadet değildir. Ancak bu üsse katıldığım günden beri namazımı gizli gizli,
Kozmik Büroda kılıyorum. Ayrıca benim eşim tesettürlü idi, lakin ben geçen sene
damgalanmamak için eşimden resmen boşandım ve lojmandan çıkıp, dışarıda
kiraladığım bir eve yerleştim. Beni çağırıyorsunuz, fakat bu halimle kabul
edebilecek misiniz? 28 Şubat post modern darbesi bütün şiddeti ile devam
ediyor, binlerce subay, astsubay irticacı yaftası yapıştırılarak, YAŞ Kararları
ile sorgusuz, sualsiz atıldılar. Siz de Üs çapında ekipler kurdunuz, namaz
kılanları ve hanımları örtülü olanları takibe aldınız. Beni henüz tespit
edemediniz, peki ben emekliliğimden vazgeçersem, siz de beni tespit ederseniz,
o zaman da kal, gitme diyebilecek misiniz? Yoksa alelacele dosyamı tanzim edip,
YAŞ kararları ile atılmak üzere işlem mi başlatacaksınız?"
Evet, o gün Üs Komutanımızın gözlerinin içine bakıp,
bu sözleri söylemek isterdim. Lakin ailevi ve askeri terbiyem, örf ve
geleneklerimiz benden 15, 20 yaş büyük bir insana ve Komutanıma bunları
söylemekten beni menetti.
O yıllarda biz, bu şekilde, TSK'ne lazımken ve en
verimli olabileceğimiz yaş ve rütbedeyken emekli olmak zorunda kaldık. Üstelik
ne biz ayrılmak istiyorduk ne de komutanlarımız ve çalışma arkadaşlarımız
bizden ayrılmak istiyordu. Zorunlu emeklilik diyebilirsiniz.
Rabbime binlerce şükür olsun ki, biz damgalanmadan
emekli olabildik. Oysa, binlerce arkadaşım ise olamadı. Onlar yalan yanlış,
düzmece rapor ve iftiralar ile güya disiplinsizlik adı altında, YAŞ kararları
ile re'sen emekli edildiler. Çok büyük acılar çektiler, aile faciaları
yaşadılar, toplumdan tecrit edildiler. Alınlarında kocaman YAŞ damgası
taşıdılar. Hiçbir kamu kurumlarına alınmadıkları gibi, birçok şirket patronları
da vebalı gibi bu insanları yanlarına yaklaştırmadı. Çoluk çocuklarının iaşesi
için pazarda limon da satamadılar ama gizli gizli çöp bidonlarını karıştıranlar
oldu.
Şerefli TSK mensuplarının, en şerefli evlatlarına bu
zulmü layık görenler, TSK içerisinde yuvalanmış, şerefsiz BÇG çetecileriydi. Allah'a
binlerce şükür ki bu rezil mahluklar yıllar sonra yargılanıp, hak ettikleri
cezaları aldılar. Rütbeleri söküldü, ceza evlerine tıkıldılar. Benim onurlu ve şerefli
kardeşlerimin bir kısmı da iadeyi itibar ve emsal rütbelerine kavuştular, elhamdülillah.
Yazımın başlarında “damgalanmak” kelimesini
özellikle kullandım. Bazı dostlarımız bu bir şereftir, manevi mühürdür diye
düşünebilir. Evet, gerçekten ahiret noktayı nazarından bakıldığında, öyle
olduğunda hiç şüphe yoktur. Lakin biz adalet mücadelesi yürüten insanlar
olarak, dünyada yaşarken de haksızlıkların giderilmesi ve hataların
düzeltilmesi gerektiğine inanmaktayız. Eğer, o haince sürülen damganın tam
olarak kaldırılması gerektiğine inanıyorsanız, o zaman Ergenekon
yargılamalarında olduğu gibi, bu insanları TSK kadrolarına tekrar almanız
gerekiyordu. İşte gerçek adalet buydu. Üstelik re’sen emekli edilenler sadece
YAŞ kararları ile olmadı. 28 Şubat’ın BÇG çetecilerinin uyguladıkları Üçlü
Kararname diye bir yol daha vardı. Emekliliğe zorlanmak suretiyle, çaresiz bir
şekilde emeklilik dilekçesi verenler de vardı. Bunlar için hiçbir şey
yapılamadı. Bu arkadaşlarım hala mağduriyetlerinin giderilmesini ümitle
beklemektedirler.
Şahsen ben yıllar sonra, 15 Temmuz hain FETÖ kalkışmasını
takip eden süreçte, tekrar MSB’lığına davet edilip, mülakatlarda vazife yapma,
çok sevdiğim kışlalarda, yine vatanıma, milletime hizmet etme fırsatı
bulabildim. Üs Komutanımızın davetine icabet edemediğim o günden yıllar sonra
Bakanlığın davetine icabet edebildim. Neredeyse 20 yıl sonra, Peygamber ocağı kışlalarımızın
ciğerlerimde eksik kalan havasını tekrar teneffüs ederek tamamlayabildim. Elhamdülillah.
Ne acıdır ki, bu mülakatlarda dahi, en çok lazım
olan böyle zamanda bile, yıllar önce haksızlığa uğratılmış ve güya damgaları
silinmiş olan arkadaşlarım, ne yazık ki göreve çağrılmadılar.
O yıllarda binlerce arkadaşım niye TSK’nde
istenmedi?
TSK içerisinde yuvalanmış olan BÇG çetecilerinin
ve FETÖ hainlerinin amaçları neydi?
Biz ASDER olarak, bütün bunları detaylı şekilde
anlatan bir kitap çıkartmak için çalışma başlattık. 1980'lerden 2000'li yıllara
kadar TSK içerisinde yaşanmış olan, sizleri hayretten hayrete sürükleyecek
hayat hikayelerini bizzat yaşayanların ağızlarından, ya da kalemlerinden derleyip,
nereden nereye, nasıl geldiğimizi sergilemek istiyoruz.
Artık her şey açıkça konuşulmalı ve yazılmalı,
tarihimizin hiçbir devresi karanlık kalmamalı. Geleceğimiz ancak doğru tarihi
bilgi üzerine, doğru olarak bina edilebilir.
Unutulmamalı ki, adalet cesaret ister.
Allah Teala milletimize bir daha o günleri
yaşatmasın diyorsak, hakikati bütün gücümüzle haykıracağız. Başka çaresi yoktur.
Allah Teala yar ve yardımcımız olsun. (Âmin),
10.01.2022, 16.50, Fatih
Gürcan ONAT, Emekli Hava Personel Binbaşı (1981-159)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder