Mevlit kandili kutlanmalı mıdır?
Bu sorunun cevabını verebilmek için gelin tarihe bir
göz atalım.
"Resûl-i
Ekrem, İslâm tarihçilerinin çoğuna göre Yemen valisi Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak
üzere Mekke’ye saldırdığı ve Fil Vak‘ası denilen olayın meydana geldiği
yıl doğmuştur, bu tarih milâdî 569, 570 veya 571’dir. Yine genellikle kabul
edildiğine göre Rebîülevvel ayının
12’sinde ve gündüz dünyaya gelmiştir. Doğumun pazartesi günü olduğu ise daha
sahih rivayetlere dayanmaktadır. Hz. Peygamber’in sağlığında onun doğum yıl
dönümü kutlanmadığı gibi Hulefâ-yi
Râşidîn dönemiyle Emevî ve Abbâsî devirlerinde de mevlidle
ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır.
Mısır’da
Şiî Fâtımî Devleti kurulunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz.
Peygamber’in doğum yıl dönümü Muiz-Lidînillâh döneminden
(972-975) itibaren resmî törenlerle kutlanmaya başlanmıştır. Hz. Peygamber’in
yanında Hz. Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin ve o günkü halifenin mevlidlerinin de
kutlandığı, aynı zamanda receb, şâban ve ramazan aylarındaki kandiller ile ramazan ve kurban bayramları gibi vesilelerle düzenlenen diğer
bazı resmî kutlamaların da ilk örneklerinin yaşandığı bu dönem İslâm tarihinde
zengin bir şölen geleneği oluşturmuştur.
Fâtımîler zamanındaki
törenlerde rebîülevvel ayının 12. gününde sabahtan başlamak üzere öğleye kadar
300 tepsi helva kādılkudât ve dâidduât başta olmak
üzere kurrâ, hatipler ve diğer görevlilere dağıtılırdı. Halifenin öğle namazını
kılmasının ardından kādılkudât ve diğer görevliler topluca Ezher Camii’ne
gider, burada hatim okunduktan sonra “manzara” adı verilen tören yerine
geçerlerdi. Kahire valisi düzeni sağlamak üzere önceden yerini alırdı. Halife
de maiyetiyle birlikte gelir, önce kādılkudâtı, ardından sâhibülbâbı ve daha sonra diğerlerini
selâmlardı. Tören Kur’an tilâvetiyle başlardı; ardından sırasıyla Enver
(Hâkim), Ezher ve Akmer camileri hatipleri birer hutbe okuyup, halife için dua
ederlerdi. Bu sırada kurrâ tilâvetini sürdürürdü. Hutbelerden sonra halife
törendekileri tekrar selâmlayınca resmî kutlama tamamlanmış olurdu. Bu
kutlamaların üst düzey görevlilerin katıldığı bir devlet töreni çerçevesinde
yapıldığı ve halkın geniş bir katılımının olmadığı anlaşılmaktadır. Özellikle
Sünnî çoğunluğun kutlamalara iştirak etmediği bilinmektedir. Fâtımîler
zamanında Hz. Peygamber’in ve Ehl-i beyt’in doğum yıl
dönümlerinin kutlanması dinî hassasiyet yanında siyasî meşruiyet açısından da
önem taşıyordu.
Eyyûbîler zamanında
birçok bayram ve tören kaldırıldığından mevlide de özen gösterilmediği ve
halkın bunu evlerinde kutladığı anlaşılmaktadır. Ancak Selâhaddîn-i
Eyyûbî’nin kayınbiraderi Erbil Atabegi Begteginli Muzafferüddin
Kökböri (1190-1233)
mevlidi büyük törenlerle yeniden kutlamaya başlamıştır. Sıbt
İbnü’l-Cevzî’nin bir kutlama sırasında 5000 koyun, 10.000 tavuk ve
100 at kesildiğini, 100.000 tabak yemek ve 30.000 tepsi helva dağıtıldığını kaydetmesi
törene katılanların sayısı hakkında bir fikir vermektedir. Ulemâ ve tasavvuf
ehlinin ileri gelenleri bu törenlerde hazır bulunur, Kökböri kendilerine hil‘atler giydirir ve
hediyeler verirdi. Sûfîler de öğle vaktinden fecre kadar zikir ve semâ meclisleri
düzenlerdi. Hankahta
800-1000 kadar sûfî toplanır, Kökböri de aralarında yer alırdı. Her yıl mevlid
törenleri için harcanan paranın 300.000 dinarı bulduğu kaydedilmektedir.
Törenlerin yapılacağı yerde sultan, ümerâ ve devletin diğer ileri gelenleri
için her biri dört veya beş bölümden meydana gelen yirmi kadar ahşap barınak (kubbe)
yapılarak, süslenir, hepsine ayrı ayrı çalgıcı ve şarkıcılarla, gölge oyunu
oynatan gruplar yerleştirilirdi. Kökböri her gün ikindi namazından sonra
barınakları dolaşıp, halkın da katıldığı eğlenceleri seyrederdi. Hz.
Peygamber’in doğum günüyle ilgili kutlanan mevlidden iki gün önce çok sayıda
kurbanlık hayvan meydana getirilerek kesilir ve kazanlar kaynatılırdı. Mevlid
gecesi Erbil Kalesi’nde akşam namazının ardından zikir ve semâ meclisi
düzenlenir, sultan da mum alayı ile hankaha gelirdi. Hil‘atler mevlid sabahı
sûfîlerin elleri üzerinde kaleden hankaha getirilir, âyan ve halkın hazır
bulunduğu geniş bir meydanda ordu geçit resmi yapar, vaaz verilir, bu sırada
hil‘atler dağıtılır, yemekler yenirdi. Akşam yine hankahta zikir ve semâ
meclisi düzenlenirdi. Sona eren kutlamaların ardından misafirler memleketlerine
dönmeye başlardı.
Endülüslü
seyyah İbn Cübeyr,
579’da (1183) Mekke’de gördüklerini anlatırken Resûl-i Ekrem’in doğum yıl
dönümünde doğduğu evin ziyarete açıldığını belirtir. Bu ev daha önce Hârûnürreşîd’in annesi Hayzürân tarafından
tamir ettirilip mescide çevrilmişti
Osmanlı
Hükümdarı III. Murad,
996 (1588) yılında merasimle mevlid kutlamalarını başlatmakla birlikte resmî
olmasa da Osmanlı Devleti’nde kutlamaların bundan önceki dönemlerde de
yapıldığı bilinmektedir. Sultan Ahmed Camii’ndeki
kutlamalarda padişah, sadrazam, şeyhülislâm, vezirler, Anadolu ve Rumeli
kazaskerleri, diğer mülkî ve askerî erkânla ulemâ resmî kıyafetleriyle hazır
bulunurdu. Balkanlar’ın fethiyle birlikte bu coğrafyada da mevlid törenleri
yapılmaya başlanmıştır.
Eyüp Sabri Paşa’nın
kaydettiğine göre Rebîülevvelin 12’si Medine’de resmî tatil olup kaleden toplar
atılır ve o gün dükkânlar açılmazdı. İnsanlar güzel elbiseler giyerek dolaşır
ve birbirini tebrik eder, bu gece Mescid-i
Nebevî’de ihya edilirdi. Sabaha karşı Bâb-ı Nisâ önünde toplanılır,
burada kurulan kürsü üzerinde güneşin doğmasıyla birlikte beş hatipten ilki bir
hadis okuyup padişah için dua eder, diğerleri sırasıyla mevlidin vilâdet, radâ
ve hicret bahirlerini okurlar, sonuncusu dua ederdi. Daha sonra halk ikram
edilen şerbeti içip dağılırdı. Mevlid kutlaması 1910 yılından itibaren Osmanlı
Devleti’nde resmî bayramlara dahil edildiyse de Cumhuriyet’in ilânından sonra
kaldırılmıştır. Osmanlı'lardan günümüze uzanan mevlid geleneğinde törenler
büyük bir ciddiyetle yerine getirilirken Mısır ve Kuzey Afrika gibi bölgelerde
görülen ve dinî ölçüleri zedeleyen uygulamalardan titizlikle kaçınılmıştır.
Günümüzde
mevlid, Suudi Arabistan hariç Kuzey Afrika’dan Endonezya’ya kadar İslâm
ülkelerinde -bazılarında resmî, bazılarında gayri resmî olarak- yaygın biçimde
kutlanmaktadır. Türkiye’de yalnız ramazan ve kurban bayramları resmî bayram
kabul edilmekle birlikte, Hz. Peygamber’in doğum günü uzun yıllardır Diyanet
İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği çok yönlü
etkinliklerle kutlanmaktadır. 1989 yılında “Kutlu Doğum Haftası” adıyla
başlatılan ve bazen hicrî takvim bazen da milâdî takvim esas alınarak
düzenlenen bu etkinlikler 2010 yılında yayımlanan bir yönetmelikle resmî bir
kutlama haftası niteliği kazanmış, 2017 yılında çıkarılan yeni bir yönetmelikle
haftanın adı “Mevlid-i Nebî Haftası” olarak, kutlama tarihleri de hicrî takvime
göre rebîülevvel ayının on ikinci günü başlayacak şekilde değiştirilmiştir.
Mevlid kutlamaları
sırasında Resûl-i Ekrem’in doğumunu anlatan, bu vesileyle methini de içeren ve
genel olarak “mevlid”, Kuzey Afrika’da ise “mevlidiyye” olarak anılan şiirlerin
okunması gelenek halini almıştır. Bunların en meşhurları arasında Arap
dünyasında Kâ‘b b.
Züheyr’in Ḳaṣîdetü’l-bürde’si, Bûsîrî’nin
aynı adla da anılan el-Kevâkibü’d-dürriyye
fî medḥi ḫayri’l-beriyye ve el-Ḳaṣîdetü’l-hemziyye’si ile Şemseddin İbnü’l-Cezerî’nin Mevlidü’n-nebî, Ca‘fer b. Hasan
el-Berzencî’nin el-ʿİḳdü’l-cevher’i (Mevlidü’n-nebî); Türk dünyasında Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-necât’ı anılabilir.
Fıkhî
Hükmü. Hz.
Peygamber zamanında ve ondan sonraki birkaç asır boyunca kutlanmayan mevlidin
dinî açıdan meşruiyeti ulemâ arasında tartışılmıştır. Mâlikî fakihi İbnü’l-Hâc
el-Abderî (ö. 737/1336) bid‘at konularına geniş yer
verdiği el-Medḫal adlı eserinde mevlidin
Resûlullah devrinde ve ona son derece bağlı olan ashap ve tâbiîn (Selef)
zamanında kutlanmadığını, dolayısıyla bid‘at olduğunu söyleyerek mevcut
uygulamalara şiddetle karşı çıkar. Ayrıca kutlamalar sırasında kıraat, zikir ve
ibadet yanında çalgı çalınıp şarkı söylenmesinin, kadın ve erkeklerin bir arada
bulunmasının da dinin yasakladığı hususlar olduğunu anlatır ve mevlidin harama
vesile kılındığını belirtir. İbadet yapılması, ziyafet verilmesi, hadis vb. okunması
halinde bile bunların mevlid niyetiyle icrasının bid‘at olduğunu kaydeden
İbnü’l-Hâc buna karşılık kutlama niyeti taşımaksızın oruç tutulmasını ve Hz.
Peygamber’in doğduğu bu ayın saygınlığına uygun davranılmasını tavsiye eder
İbnü’l-Hâcc’ın
çağdaşı olan bir diğer bir Mâlikî âlimi Fâkihânî de mevlidi
bid‘at-ı seyyie kabul ederek ona karşı çıkmış ve el-Mevrid fi’l-kelâm ʿalâ ʿameli’l-mevlid adıyla
bir risâle kaleme almıştır.
İbn Merzûk el-Hatîb,
mevlid konusunda Mağrib ulemâsının olumlu ve olumsuz yönde iki yaklaşımda
bulunduğunu, bu gecede iyi amellerde bulunup kötü davranışlardan sakınmanın en
uygun tavır olduğunu belirtir. Bid‘atları hasene ve seyyie diye ikiye
ayırmayan İbn Teymiyye,
onu takip eden Vehhâbî ulemâsı ve Muhammed Abduh gibi çağdaş ıslahatçı âlimler de
mevlid kutlamalarına karşı çıkmışlardır. Reşîd Rızâ, Mısır’da
mevlidlerde görülen çirkin uygulamaları eleştirir ve ulemâyı bu konuda
sessiz kalmaları yüzünden kınar. Mevlid kutlamasının bizzat kendisine değil de bu
vesileyle işlenen kötülüklere karşı olduğunu belirtir.
Kuzey
Afrika’da Cezayir gibi bazı ülkelerde ıslahatçı âlimler mevlidin geleneksel
şeklini eleştirmişlerse de yeni nesillerde inanç ve millî şuurun güçlenmesi
için mevlidi yeni birtakım etkinliklerle kutlama yolunu benimsemişlerdir.
Ebû Şâme el-Makdisî, İbn Abbâd
er-Rundî, İbnü’l-Cezerî, İbn
Nâsırüddin ed-Dımaşkī, İbn Hacer
el-Askalânî, İbn Hacer
el-Heytemî, Şemseddin
es-Sehâvî, Celâleddin
es-Süyûtî, Şehâbeddin
Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî ve Muhammed b. Yûsuf eş-Şâmî
ise Peygamberimizin dünyaya gelmesi sebebiyle sevinmenin, onun doğum günü
münasebetiyle muhtaçlara yardımda bulunmanın, Resûl-i Ekrem’e dair şiirler
okumanın, güzel elbiseler giyerek sevinç gösterisinde bulunmanın birer güzel
amel olduğunu, dolayısıyla mevlid kutlamalarının bid‘at-ı hasene sayılması,
halk arasında görülen ve dinen hoş karşılanmayan davranışların ayrı düşünülerek
önlenmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Bu âlimlere göre Hz. Peygamber kendisine
pazartesi günü oruç tutmanın fazileti sorulduğunda, “Bu benim doğduğum ve bana
vahiy indirilen gündür” diyerek (Müsned,
V, 297, 299; Müslim, “Ṣıyâm”, 197) bir bakıma bugüne önem
atfetmiştir.
Mevlid
kutlamalarına olumlu bakan âlimler, kendisine Hz. Peygamber’in doğum haberini
getiren Süveybe adlı kölesini âzat eden Ebû Leheb’in, ölümünden
sonra ailesinden biri tarafından rüyada görülerek bu davranışı sebebiyle her
pazartesi gecesi azabının hafifletildiğini ona söylediğine dair bir haberi
(Buhârî, “Nikâḥ”, 20; Şâmî, I, 444), ayrıca içinde
Resûlullah’a vahiy indirildiğinden Kur’an’da Kadir gecesine atfedilen önemin bütün insanlığa
rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’in dünyaya geldiği gün için öncelikle
geçerli olacağı hususunu da görüşlerine dayanak olarak gösterirler (Muhammed
Hadj-Sadok, II, 278). Ancak iman etmeden ölenlerin bütün amellerinin âhirette
boşa gideceğine dair âyetlerin (Mâide 5/5) delil gösterilmesi yanında rüya
üzerine hüküm dayandırılamayacağı ve Kadir gecesinin önemi hakkındaki ilâhî
teyidin mevlid hakkında söz konusu olmadığı ileri sürülerek bu gerekçelere
karşı çıkılmıştır.
Mevlide
karşı olan âlimlerin bu yaklaşımlarında kendi zamanlarındaki kutlamalarda
görülen olumsuz davranışların büyük rolü vardır. İbnü’l-Hâcc’ın Mısır’daki
uygulamalara yaptığı atıflar yanında tarihçi Cebertî’nin
(ö. 1240/1825) kendi zamanındaki mevlid kutlamalarının evliyanın kabirlerini
ziyaret yanında ticaret, gezi ve eğlence gibi amaçlar taşıdığını her meşrepten
bid‘at ve tarikat ehlinin katıldığı törenlerde şiir, zikir ve çalgı seslerinin
birbirine karıştığını, camilerin âdeta alışveriş, sohbet, oyun ve eğlence
mekânı haline getirildiğini, bu mekânların yenilip içilen şeylerle
kirletildiğini, erkeklerle kadınlar arasında hoş olmayan davranışlar
görüldüğünü belirtmesi de ulemânın Mısır’da mevlid kutlamaları konusundaki
eleştirilerini haklı çıkaracak mahiyettedir. Hatta Cebertî, Mısırlı Şâzelî
şeyhi Afîfî’nin
mevlidinden söz ederken çevredeki şehirlerden gelen bazı kimselerin her türlü
fuhşu irtikâp ettiklerini, ulemânın ve önde gelen şahsiyetlerin bunlara karşı
çıkmadan kutlamalara katılmasının onay anlamı taşıyacağını belirterek onları
ağır şekilde eleştirir."
Diyanetin İslam Ansiklopedisinden özetlediğimiz bu
bilgiler doğrultusunda şunları söyleyebiliriz, sanırım.
İbadet olarak adlandırmamak ve ibadet niyetiyle
yapmamak üzere sadece Peygamber efendimizi hatırlayıp, anmak ve ona sevgimizi
izhar etmek üzere, geleneksel olarak icra edilen kutlamalarda bir mahzur olmadığı
anlaşılmaktadır.
Ama asıl olanın peygamber efendimizi doğum gününe
hasrederek değil de, yılın 365 günü ve 24 saat hiç aklımızdan çıkartmamak
olduğunu hiç unutmamalıyız. Allah Teala'nın inzal buyurduğu kitabını onun
vasıtasıyla ve uygulamasıyla bize bildirdiğini ve Allah Teala'nın rızasını
kazanmanın yolunun Resulullah efendimize benzemekten ve ona muhabbetten
geçtiğini hiç aklımızdan çıkartmadan, dünyanın en güzel ve mükemmel ahlakına
sahip olan ve alemlere Rahmet olarak gönderilen ve ümmeti için yanıp tutuşan,
adeta kendini harap edercesine üzüntülere gark olduğunda Rabbül aleminden; sen
ancak tebliğ edicisin, hidayeti ben veririm, teselli ikazına muhatap kalan
şefkat peygamberine benzemeye çalışmak ve onu örnek almak elbette tek amacımız
olmalıdır.
Şöyle düşünemez miyiz; üç çocuğunuz olsa bunlardan
birisi hiç sözünüzü dinlemeyen, her türlü yasağınızı ihlal eden ama her doğum
gününüzde sizi hatırlayıp, doğum gününüzü kutlayan, ikincisi hiç sözünüzden
çıkmayan ahlakı ve güzel yaşantısı ile örnek gösterilen, fakat doğum gününüzde
sizi hatırlayıp, doğum gününüzü kutlamayan, üçüncü çocuğunuz ise hem her yönü
ile mükemmel ve bir de doğum gününüzde sizi hatırlayıp doğum gününüzü kutlayan
olsa hangisini daha çok severdiniz?
Aslında örnek bire bir tam örtüşmüyor ama biraz fikir
verebiliyor. Mesele doğduğu geceyi kutlamak değil, onun tebliğ ettiği hayat
nizamını yaşayıp, yaşatabilmek olsa gerektir. Ahlakımızı onun ahlakı gibi
yapabilmek, davasını davamız yapabilmek, dünyanın neresinde kime karşı nasıl
zulüm işleniyorsa engel olmaya çalışabilmek, i'la-yı kelimetullah uğruna can
verebilmeyi göze alabilmek...
Sevgi ve muhabbetinizden dolayı alemlere Rahmet olarak yaratılmış
olan eşrefi mahlukat, şefaatine muhtaç olduğumuz nebiler nebisinin doğum gününü
değerlendirmek istiyorsanız da değerlendirirsiniz, kime ne!
Hiç şüphesiz ki doğrusunu Allah bilir.
Gürcan Onat, 08.11.2019,01.15, Fatih.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder