Önce “emri
bil maruf nehyi anil münker”i yok ettiler.
- “Bize
karışmayın, herkes özgürdür, bireydir, isteyen istediği gibi yaşar, demokrasi
var” dediler.
Ama
kendileri sürekli aşağıladılar, her fırsatta saldırdılar.
Onların
suflörü iblistir. Şeytanla kendi başımıza başa çıkmamız mümkün değil. Allah'tan
yardım istemeliyiz. Bu da ancak Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat ile olur. Rabbimiz
Kur’an’ı kerimde Şeytan ile mükâlemeyi bizlere bildirmiş. Şeytanın ne yapmak
istediğini, nasıl yaptığını, her şeyi açık açık anlatmış. Bizim için hayati
öneme haiz olan husus, bu konuları çok iyi tetkik edip, şuuruna varmamızdır.
Acilen “emri
bil maruf nehyi anil münkeri” hayatımıza tekrar sokmalıyız.
Yeterince
batağa saplandık. Daha fazla batmamamız için eski kodlarımıza dönüş yapmalıyız.
Her toplumun kendine mahsus, kültür haline getirdiği sosyal dokusu vardır.
Bizim geleneksel sosyal yapımızda büyükler sayılır, küçükler sevgi görür idi.
Büyükler küçüklerde gördükleri eksikleri, hataları lisanı münasip ile ikaz
eder, düzeltmeye çalışırlardı. Bu, toplumun kendini koruma refleksiydi. Buna
aile baskısı, mahalle baskısı dediler, ortadan kaldırdılar. Şimdi anneanneler,
babaanneler bile torunlarına karışamıyor.
Çok iyi
hatırlıyorum, bizim çocukluğumuzda anneanneler, babaanneler kız torunlarının
etek boylarını asla diz üstüne çıkarttırmazlardı. Evde sürekli müdahale olurdu;
öyle oturma, böyle yapma, şöyle konuşma falan filan. Ama bunları tatlı tatlı,
sevecen halleriyle yaparlardı. Biz hiç rahatsız olmazdık, bilakis büyüklerimizi
kırmamaya çalışırdık. Onların nasihatlerini can kulağı ile dinlerdik. Arada
yaramazlıklarımız olmaz mıydı, olurdu elbette. Ancak komşularımızdan,
sokağımızdaki büyüklerden de çekinirdik. Ahlaka mugayir hiçbir hareket
içerisine giremezdik. Şu streç pantolon denilen şey ile değil sokağa çıkmak,
evde bile giymeye haya edilirdi, o yıllarda…
Önce bizim
toplumsal ahlakımızı çökerttiler. Bireyi yalnızlaştırmak, tamamen heva ve
heveslerinin peşinden koşturtmak. Muhabbet bağlarımız, aile bağlarımız, akraba
bağlarımız ve toplumsal bağlarımız yer ile yeksan.
Dedik ya
onların suflörü şeytan diye; öyle ustaca, öyle sinsi ve süslü yaklaşıyor ki
neticesini baştan fark edebilmemiz çok zor. Ancak iş olup bittikten sonra
anlayabiliyoruz, lakin olan olmuş, yıkım tamamlanmış oluyor.
Özümüze
dönüş yapalım sokakta, metroda ses çıkartamıyorsak da gelin tavır koyalım. Geleneksel
ahlakımıza aykırı kılık kıyafeti ile orasını burasını sergileyenlerin yanından
hemen uzaklaşalım, ya da sırtımızı çevirelim. Hiç olmaz ise kalbimizle buğz etmiş
oluruz. Ailelerimizle, akrabalarımızla arkadaşlarımızla bağlarımızı tekrar
güçlendirmeye çabalayalım. Peygamber efendimizin o güzel ahlakını çevremizde
uygulamaya gayret edelim.
Kur’an-ı
Kerîm’de ma‘rûf ve münker kelimeleri dokuz ayette “ma‘rûfu emretme, münkeri
nehyetme” anlamına gelen ifade kalıplarıyla geçmektedir.
Al i İmran
suresi 104. Ayeti kerime:
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ
اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ
الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“İçinizden
hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte
onlar kurtuluşa erenlerdir.”
Son derecede
açık ve net değil mi? O halde neden terk ediyoruz?
Konuyla
ilgili çok sayıdaki ayet ve hadis yanında bilhassa, “Kim bir kötülük
görürse eliyle, buna gücü yetmezse diliyle onu önlesin; buna da gücü yetmezse
kalbiyle kötülüğe öfke duysun; bu ise imanın en zayıf derecesidir”
(Müslim, “Îmân”, 78; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 232) mealindeki hadisi şerif
meşhurdur.
İslâm dini;
ortaya koyduğu dünya görüşü ve değer yargılarına aykırı tutum ve davranışlara
karşı fiilî tedbirler almayı, sözlü uyarı ve psikolojik direniş şeklinde
tepkiler göstermeyi tüm inananlara gerekli kılmıştır. İslâm alimleri davet ve cihat
şeklindeki dışa dönük faaliyetler yanında içe dönük ıslah çalışmalarının
gerekliliğini de ısrarla belirtmişlerdir.
Fertlerin
dinî ve ahlâkî hayatın gelişmesine, kamu düzeninin sağlanmasına katkıda
bulunmayı bir Müslümanlık ve vatandaşlık borcu şeklinde telakki etmeleri İslâm
toplumunun bir karakteristiğidir. Ne yazık ki bu telakkinin, özellikle 19.
yüzyıldan itibaren Batı’ya has anlamıyla gelişen ferdiyetçi ve liberalist
düşünce ve anlayışların tesiri altında zayıflamaya başlayarak, günümüzde
neredeyse hiç denecek hale düştüğüne şahit olmaktayız.
Tevbe suresi 67. Ayeti kerime:
اَلْمُنَافِقُونَ
وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ
عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ اِنَّ
الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Erkeğiyle
kadınıyla münafıklar birbirine benzer; kötülüğü özendirip iyiliği engellerler,
hayır için harcamaya elleri varmaz. Onlar Allah’ı umursamadılar, O da onları
kendi hallerine bıraktı. Gerçek şu ki münafıklar günaha batmış kimselerdir.”
Tevbe suresi
71. Ayeti kerime ise;
وَالْمُؤْمِنُونَ
وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ
عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ
وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَزِيزٌ حَك۪يمٌ
“Müminlerin
erkekleri de kadınları da birbirlerinin velileridir; iyiliği teşvik eder,
kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve resulüne
itaat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Kuşkusuz Allah
mutlak güç ve hikmet sahibidir.”
Böylece
Allah Teâlâ, mü’minler ile münafıkların farkının ma’rufu emir ve münkerden
nehiy konusunda ortaya çıktığını bize apaçık bildirmektedir.
Hac Suresi
41. Ayeti kerime:
اَلَّذ۪ينَ اِنْ
مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ اَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ وَاَمَرُوا
بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَلِلّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ
“Onlar
öyle kimselerdir ki, kendilerine bir yerde egemenlik versek, namazı kılarlar,
zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten alıkoymaya çalışırlar.
İşlerin sonu Allah’a varır.”
Müslüman bir
yönetimin görevlerinin başında iyiliği emir, kötülükten nehy gelir. Bunun
anlamı, yeryüzünde iyilikleri yaymak, kötülüklere ise engel olmaktır. Bunun
için gerekli bütün müesseseleri kurmak yönetimin başta gelen görevidir.
Her Müslüman
ferdin, gücü yettiği oranda iyiliği emir ve kötülükten nehiy görevi yapması ve
İslâmî tebliğe katkıda bulunması ise farz-ı ayındır.
Maide suresi
78-79. Ayeti kerimeler:
لُعِنَ الَّذ۪ينَ
كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ
ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ
“İsrâiloğulları’ndan
kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem oğlu Îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Çünkü onlar
isyan etmişlerdi ve sınırı aşıyorlardı.”
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ
عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
“İşledikleri
kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmıyorlardı. Yaptıkları ne fena idi!”
İsrâiloğulları’nın
lânetlenme sebebi, Allah’a isyan etmeleri ve aşırı gidip haddi aşmaları,
Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmemeleri idi.
İsrâiloğulları,
içlerinde kötülükleri işleyenlere engel olmuyorlar, gücü yetenler iyiliği emir,
kötülükten nehiy görevini yapmıyorlardı. Oysa kötülüklere mâni olmak, onlar
için de farz kılınmıştı. Bu vazifeyi yerine getirmemek, büyük günahlardan
biridir. Hz. Peygamber, İsrâiloğulları günahlara dalınca, âlimlerinin onları
bundan nehyettiklerini, onların ise vazgeçmediklerini, buna rağmen âlimlerin
onlarla aynı mecliste ve aynı sokakta oturmaya devam ettiklerini, iyiliği emir
ve kötülüğü nehiy konusunda işi birbirlerine havale ettiklerini, beraberce
yiyip içtiklerini, Allah’ın da kalplerini birbirlerine benzettiğini ve onları Davud
ve İsa peygamberlerin diliyle lânetlediğini belirtmiştir (Ahmed İbni
Hanbel, Müsned I, 391.)
Hz.
Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “Yemin ederim! Ya siz iyiliği emreder
kötülükten sakındırırsınız veya Allah Teâlâ, sizin kötülerinizi size musallat
eder. Böyle olduktan sonra sizin hayırlılarınız dua ederler, fakat duaları
kabul edilmez.” (Bezzar, Taberânî)
Cabir b.
Abdullah Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“Allah Teâlâ meleklerden birine 'Filan şehri halkının üzerine yık!' diye
emir verince melek 'Ya Rabbî! Onların içeri-sinde göz kırpacak bir zaman kadar
bile sana isyan etmeyen filan kulun vardır' der. Allah Teâlâ 'Hem onun hem de
diğerlerinin üzerine yık. Çünkü onun yüzü hiçbir zaman benim için ekşimedi”
der. (Taberânî, Beyhakî)
Resulullah
efendimize bir lütuf olarak, ahir zaman ümmeti için önceki bazı ümmetlerde
uygulandı gibi tamamen yok edilme cezasının kaldırıldığını biliyoruz. Lakin bu
demek değildir ki; bu ümmet tamamen korunmuştur. Eğer biz vazifelerimizi doğru
düzgün yapmaz isek birçok toplu musibetlere uğramamamız için hiçbir sebep
yoktur. Nitekim Covid-19 bunlardan biridir.
Emri bil
maruf nehyi anil münkerin kimler tarafından, nasıl yapılması gerektiği
konusunun işlenmesi alimlerin alanına girmektedir. Bu münasebetle ben haddimi
aşmadan, bir sosyal yaramızı dile getirmiş olmakla iktifa edip, yazımı burada
sonlandırıyorum.
Rabbim yar
ve yardımcımız olsun.
Gürcan ONAT,
07.08.2020, 14.30, Üsküdar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder