7 Ağustos 2020 Cuma

ACİLEN EMRİ BİLMARUF NEHYİ ANİL MÜNKER

 

Önce “emri bil maruf nehyi anil münker”i yok ettiler.

- “Bize karışmayın, herkes özgürdür, bireydir, isteyen istediği gibi yaşar, demokrasi var” dediler.

Ama kendileri sürekli aşağıladılar, her fırsatta saldırdılar.

Onların suflörü iblistir. Şeytanla kendi başımıza başa çıkmamız mümkün değil. Allah'tan yardım istemeliyiz. Bu da ancak Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat ile olur. Rabbimiz Kur’an’ı kerimde Şeytan ile mükâlemeyi bizlere bildirmiş. Şeytanın ne yapmak istediğini, nasıl yaptığını, her şeyi açık açık anlatmış. Bizim için hayati öneme haiz olan husus, bu konuları çok iyi tetkik edip, şuuruna varmamızdır.

Acilen “emri bil maruf nehyi anil münkeri” hayatımıza tekrar sokmalıyız.

Yeterince batağa saplandık. Daha fazla batmamamız için eski kodlarımıza dönüş yapmalıyız. Her toplumun kendine mahsus, kültür haline getirdiği sosyal dokusu vardır. Bizim geleneksel sosyal yapımızda büyükler sayılır, küçükler sevgi görür idi. Büyükler küçüklerde gördükleri eksikleri, hataları lisanı münasip ile ikaz eder, düzeltmeye çalışırlardı. Bu, toplumun kendini koruma refleksiydi. Buna aile baskısı, mahalle baskısı dediler, ortadan kaldırdılar. Şimdi anneanneler, babaanneler bile torunlarına karışamıyor.

Çok iyi hatırlıyorum, bizim çocukluğumuzda anneanneler, babaanneler kız torunlarının etek boylarını asla diz üstüne çıkarttırmazlardı. Evde sürekli müdahale olurdu; öyle oturma, böyle yapma, şöyle konuşma falan filan. Ama bunları tatlı tatlı, sevecen halleriyle yaparlardı. Biz hiç rahatsız olmazdık, bilakis büyüklerimizi kırmamaya çalışırdık. Onların nasihatlerini can kulağı ile dinlerdik. Arada yaramazlıklarımız olmaz mıydı, olurdu elbette. Ancak komşularımızdan, sokağımızdaki büyüklerden de çekinirdik. Ahlaka mugayir hiçbir hareket içerisine giremezdik. Şu streç pantolon denilen şey ile değil sokağa çıkmak, evde bile giymeye haya edilirdi, o yıllarda…

Önce bizim toplumsal ahlakımızı çökerttiler. Bireyi yalnızlaştırmak, tamamen heva ve heveslerinin peşinden koşturtmak. Muhabbet bağlarımız, aile bağlarımız, akraba bağlarımız ve toplumsal bağlarımız yer ile yeksan.

Dedik ya onların suflörü şeytan diye; öyle ustaca, öyle sinsi ve süslü yaklaşıyor ki neticesini baştan fark edebilmemiz çok zor. Ancak iş olup bittikten sonra anlayabiliyoruz, lakin olan olmuş, yıkım tamamlanmış oluyor.

Özümüze dönüş yapalım sokakta, metroda ses çıkartamıyorsak da gelin tavır koyalım. Geleneksel ahlakımıza aykırı kılık kıyafeti ile orasını burasını sergileyenlerin yanından hemen uzaklaşalım, ya da sırtımızı çevirelim. Hiç olmaz ise kalbimizle buğz etmiş oluruz. Ailelerimizle, akrabalarımızla arkadaşlarımızla bağlarımızı tekrar güçlendirmeye çabalayalım. Peygamber efendimizin o güzel ahlakını çevremizde uygulamaya gayret edelim.

Kur’an-ı Kerîm’de ma‘rûf ve münker kelimeleri dokuz ayette “ma‘rûfu emretme, münkeri nehyetme” anlamına gelen ifade kalıplarıyla geçmektedir.

Al i İmran suresi 104. Ayeti kerime:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”

Son derecede açık ve net değil mi? O halde neden terk ediyoruz?

Konuyla ilgili çok sayıdaki ayet ve hadis yanında bilhassa, “Kim bir kötülük görürse eliyle, buna gücü yetmezse diliyle onu önlesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle kötülüğe öfke duysun; bu ise imanın en zayıf derecesidir” (Müslim, “Îmân”, 78; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 232) mealindeki hadisi şerif meşhurdur.

İslâm dini; ortaya koyduğu dünya görüşü ve değer yargılarına aykırı tutum ve davranışlara karşı fiilî tedbirler almayı, sözlü uyarı ve psikolojik direniş şeklinde tepkiler göstermeyi tüm inananlara gerekli kılmıştır. İslâm alimleri davet ve cihat şeklindeki dışa dönük faaliyetler yanında içe dönük ıslah çalışmalarının gerekliliğini de ısrarla belirtmişlerdir.

Fertlerin dinî ve ahlâkî hayatın gelişmesine, kamu düzeninin sağlanmasına katkıda bulunmayı bir Müslümanlık ve vatandaşlık borcu şeklinde telakki etmeleri İslâm toplumunun bir karakteristiğidir. Ne yazık ki bu telakkinin, özellikle 19. yüzyıldan itibaren Batı’ya has anlamıyla gelişen ferdiyetçi ve liberalist düşünce ve anlayışların tesiri altında zayıflamaya başlayarak, günümüzde neredeyse hiç denecek hale düştüğüne şahit olmaktayız.

 Tevbe suresi 67. Ayeti kerime:

اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ 

“Erkeğiyle kadınıyla münafıklar birbirine benzer; kötülüğü özendirip iyiliği engellerler, hayır için harcamaya elleri varmaz. Onlar Allah’ı umursamadılar, O da onları kendi hallerine bıraktı. Gerçek şu ki münafıklar günaha batmış kimselerdir.”

Tevbe suresi 71. Ayeti kerime ise;

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَزِيزٌ حَك۪يمٌ

“Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velileridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve resulüne itaat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir.”

Böylece Allah Teâlâ, mü’minler ile münafıkların farkının ma’rufu emir ve münkerden nehiy konusunda ortaya çıktığını bize apaçık bildirmektedir.

Hac Suresi 41. Ayeti kerime:

اَلَّذ۪ينَ اِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ اَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ وَاَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَلِلّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ

“Onlar öyle kimselerdir ki, kendilerine bir yerde egemenlik versek, namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten alıkoymaya çalışırlar. İşlerin sonu Allah’a varır.”

Müslüman bir yönetimin görevlerinin başında iyiliği emir, kötülükten nehy gelir. Bunun anlamı, yeryüzünde iyilikleri yaymak, kötülüklere ise engel olmaktır. Bunun için gerekli bütün müesseseleri kurmak yönetimin başta gelen görevidir.

Her Müslüman ferdin, gücü yettiği oranda iyiliği emir ve kötülükten nehiy görevi yapması ve İslâmî tebliğe katkıda bulunması ise farz-ı ayındır. 

Maide suresi 78-79. Ayeti kerimeler:

لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ

“İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar, Dâvûd ve Meryem oğlu Îsâ diliyle lânetlenmişlerdir. Çünkü onlar isyan etmişlerdi ve sınırı aşıyorlardı.”

كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ

 “İşledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmıyorlardı. Yaptıkları ne fena idi!”

İsrâiloğulları’nın lânetlenme sebebi, Allah’a isyan etmeleri ve aşırı gidip haddi aşmaları, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmemeleri idi.

İsrâiloğulları, içlerinde kötülükleri işleyenlere engel olmuyorlar, gücü yetenler iyiliği emir, kötülükten nehiy görevini yapmıyorlardı. Oysa kötülüklere mâni olmak, onlar için de farz kılınmıştı. Bu vazifeyi yerine getirmemek, büyük günahlardan biridir. Hz. Peygamber, İsrâiloğulları günahlara dalınca, âlimlerinin onları bundan nehyettiklerini, onların ise vazgeçmediklerini, buna rağmen âlimlerin onlarla aynı mecliste ve aynı sokakta oturmaya devam ettiklerini, iyiliği emir ve kötülüğü nehiy konusunda işi birbirlerine havale ettiklerini, beraberce yiyip içtiklerini, Allah’ın da kalplerini birbirlerine benzettiğini ve onları Davud ve İsa peygamberlerin diliyle lânetlediğini belirtmiştir (Ahmed İbni Hanbel, Müsned I, 391.)

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “Yemin ederim! Ya siz iyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız veya Allah Teâlâ, sizin kötülerinizi size musallat eder. Böyle olduktan sonra sizin hayırlılarınız dua ederler, fakat duaları kabul edilmez.” (Bezzar, Taberânî)

Cabir b. Abdullah Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“Allah Teâlâ meleklerden birine 'Filan şehri halkının üzerine yık!' diye emir verince melek 'Ya Rabbî! Onların içeri-sinde göz kırpacak bir zaman kadar bile sana isyan etmeyen filan kulun vardır' der. Allah Teâlâ 'Hem onun hem de diğerlerinin üzerine yık. Çünkü onun yüzü hiçbir zaman benim için ekşimedi” der. (Taberânî, Beyhakî)

Resulullah efendimize bir lütuf olarak, ahir zaman ümmeti için önceki bazı ümmetlerde uygulandı gibi tamamen yok edilme cezasının kaldırıldığını biliyoruz. Lakin bu demek değildir ki; bu ümmet tamamen korunmuştur. Eğer biz vazifelerimizi doğru düzgün yapmaz isek birçok toplu musibetlere uğramamamız için hiçbir sebep yoktur. Nitekim Covid-19 bunlardan biridir.

Emri bil maruf nehyi anil münkerin kimler tarafından, nasıl yapılması gerektiği konusunun işlenmesi alimlerin alanına girmektedir. Bu münasebetle ben haddimi aşmadan, bir sosyal yaramızı dile getirmiş olmakla iktifa edip, yazımı burada sonlandırıyorum.

Rabbim yar ve yardımcımız olsun.

                                                             Gürcan ONAT, 07.08.2020, 14.30, Üsküdar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CIA ve TEKLİFLERİ

Oyuncu Demet Tuncer CIA’den teklif aldığını açıkladı. Detaylar, aşağıda linkini verdiğim haberde mevcuttur. Bu haberi okuyunca kafamda bir...