Evet, Adnan paşam da vuslata erdi.
Çok sevdiği Mevla’sına kavuştu.
Devre arkadaşı kendisinden sitayişle bahsediyor, diyor ki; “Israrla
söyleyebilirim ki asker Tanrıverdi örnek bir asker, iyi bir arkadaş ve
güvenilir bir dost olarak devremizde temayüz etmiştir. Bu üstün vasıfları
dolayısıyla mümtazen terfi ederek bizlerin bir yıl önüne geçmiştir. Asker
TANRIVERDİ devre arkadaşları ve diğer askerler arasında saygı görmüş, sevilmiş,
sayılmış ve haklı olarak itibar görmüştür…”
Emekli olduktan sonrası için ise çok farklı şeyler yazmış: “1996
yılında emekli olmasını müteakip günümüze kadar kamuoyunda adından çok
bahsedilen kişi bizim silah arkadaşı olarak güvenip sırtımızı dayadığımız
arkadaşımız değildir. Bu yeni Adnan Tanrıverdi geçen 28 yıl içinde üniforma
taşırken sahiplendiği ve sırtını dayadığı asker arkadaşları tarafından
sevilmeyen, sayılmayan ve binlerce yıllık Türk Ordusunun geleneksel güçlü
yapısını yıkan kişi olarak görülmüş ve toplumumuzdan dışlanmıştır.”
Devre arkadaşı Adnan paşamızı çok güzel tasvir etmiş, öncesi
ve sonrası ile...
Emekli olduktan sonrası bizim çok iyi bildiğimiz Adnan
paşamız.
Muvazzaf halini ise, biz pek bilmiyoruz; ben şahsen hiç
bilmiyorum, zira havacıydım. Ancak kendisinden ve yakın silah arkadaşlarından
dinlediğimiz şu ki; çok başarılı, üstleri tarafından sevilen ve sayılan, plan
tatbikatlarının gözde kurmayı, istikbali çok parlak geleceğin Kuvvet Komutanı
ve hatta belki de Genelkurmay Başkanı olarak düşünülen General.
Tayin edilmiş olduğu görev yerleri bir subayın geleceğini az
çok belli eder. Adnan Tanrıverdi'nin 1980 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisini
bitirdikten sonra görev yerlerine bakarsak, istikbalinin parlaklığı ortaya
çıkar...
·
1978 – 1980 yıllarında 2’nci Piyade
Tümen Komutanlığında İstihbarat Şube Müdürlüğü ve Kurmay Başkan Vekilliği;
·
1980 – 1984 yıllarında Kara Harp Akademisi Öğretim
Üyeliği;
·
1984 – 1986 Genelkurmay
Özel Harp Daire Başkanlığı Lojistik ve Harekât Şube Müdürlükleri, Kurmay Başkan
Vekilliği;
·
30 Ağustos 1980 tarihinde mümtazen terfi
ettirilerek Binbaşılığa, 30 Ağustos 1984 tarihinde Yarbaylığa, 30 Ağustos 1987 tarihinde Albaylığa yükseltildi.
·
Akademi öncesi Özel Tekâmül
Kursları, Fransızca Temel Kursu ve Gayri Nizami
Harp Kursu;
·
1986 – 1988 yıllarında Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı;
·
1988 – 1990 yıllarında Hâkim
olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1’inci ve 2’nci
Dairelerinde Subay Üyelik ve 1’inci Daire Başkan Vekilliği;
·
1990 yılında 8’inci Kolordu
Topçu Alay Komutanlığı;
Atanmalarından
belli ki, seçilmiş bir kurmay subaydı...
Peki, ne oldu da bu kadar başarılı bir general birden, devre
arkadaşları ve TSK nezdinde sevilmeyen, sayılmayan oluverdi?
28 Şubat!
Evet, 28 Şubat süreci hak ile batılın, elmas ile kömürün
ayrıştığı ağır bir imtihan süreciydi...
2’nci Zırhlı Tugay Komutanı iken yukarıdan bir telefon
alıyor; kendisine, Tugayında irticacı oldukları tespit edilen subay
astsubayların isimleri veriliyor, bunların dosyalarını tanzim edip, YAŞ için göndermesi
isteniyor.
Bu telefon en önemli kırılma oluyor Adnan paşamız için.
Kendisinden dinledim; hayatının en zor kararlarından birini
vermiş. Bütün gece düşünmüş, ölçmüş biçmiş, mahiyetindeki bu subay ve
astsubaylar çalışkan, disiplinli, görevlerini en güzel şekilde yapan sevdiği
askerlermiş. Tek kusurları(!) namaz kılmaları ve eşlerinin başlarının örtülü
olmasıymış.
Ama 28 Şubat zaten bu değil miydi? Orduyu bu yerli ve milli vatan
evlatlarından temizleyip, ABD emrine tertemiz(!) teslim etmek…
Adnan paşamız o gece azimet ile hareket etmeyi tercih
ediyor. Dosyaları göndermiyor, arayanlara da: “Bunlar benim en başarılı
personelim, hiçbir disiplinsizlikleri yok, disiplinsiz diye rapor düzenleyip
gönderemem!” cevabını veriyor.
Hâlbuki gönderse de olabilirdi, zira o personel bir sene
sonra Adnan paşamızın yerine gönderilen yeni Tugay Komutanı eliyle yine kapı
önüne konacaklardı, nasılsa. Nitekim öyle de oldu. Sadece bir sene daha görevde
kalmış oldular. Oysa kendisi görevde kalır, terfi eder, daha önemli mevkilere
gelebilirdi. Daha önemli vazifeler icra edebilirdi. Ruhsat vardı; Ammar bin
Yasir gibi davranabilirdi. Lakin, Adnan paşamız ilk şehitlerimiz; Sümeyye ve
Yasir gibi davrandı, azimet ile hareket etti. Onlar İslam'ın ilk şehitleri
oldular, Adnan paşamız da üniformasını feda etmiş oldu.
Evet, devre arkadaşlarının ve TSK’lerinin kıymetlisi artık
kulvar değiştiriyordu. Bundan sonra askerlik hayatında hızla iniş başladı.
Önce, Tugay Komutanlığından, Sağlık Daire Başkanlığına alındı. Tuğgenerallik
süresinin bitmesine bir yıl kalmıştı. Nitekim o bir yılın sonunda da terfi
ettirilmeyerek, kadrosuzluktan emekliye sevk edildi. Yıl: 1996
Artık, Adnan paşamız zihninde hiçbir "acabası"
olmadan, kalbi mutmain, huzurlu bir şekilde evinde oturuyor; eşi muhterem Füsun
hanımla yeni hayatlarında, geleceklerini şekillendirmeye çalışıyorlardı.
Henüz farkında değillerdi, lakin kader onlara çok önemli bir
görev biçmişti; isteseler de istemeseler de yeni gömleklerini giyeceklerdi.
28 Şubat mağdurları kendisini evinde ziyaret ediyor: “Komutanım
ne yapacağız?” diye, soruyorlardı.
Bir, üç, beş ziyaretler, baskılar… Bu işin kaçacak tarafı
yoktu. Anlaşılan o ki; yepyeni çalışmalar, faaliyetler, mücadeleler ufukta
parıldamaya başlamıştı…
Adnan paşamız ve Füsun hanım, evlerinde istirahat edemeden, yeni yollarında yürümeye başladılar…
O sıralar, 28 Şubat hız kesmeden devam ediyor; her YAŞ
toplantılarından sonra gazeteler boy boy irticadan(!) atılan subay
astsubayların sayılarını veriyordu.
Karacılar, Denizciler, Havacılar, Askeri hâkimler, Askeri
tabipler yoğun baskı altında, ikilem arasındaydılar; ya eşleri başlarını
açacak, ya atılacaklardı.
“Kaderin üstünde bir kader vardı; göklerden gelen bir karar
varmış”
Sanki ilahi bir sevkiyat ile binlerce vatan evladı çok
sevdikleri üniformalarından kopartıldı; kapı önlerine konuldu… Tüm Kuvvetlerden
re'sen emekli edilen, imanlarından taviz vermeyen dindar askerler sudan çıkmış
balık gibi şaşkın bir halde ortalıkta dolaşır oldular. Ne yapacaklarını
bilmiyorlardı…
Belki hiçbirisi farkında değildi ama sanki bir yerlere
gayriiradi sürüklenmeye başlamışlardı.
Vesilelerle birbirlerini bulmaya, kaynaşmaya başladılar; işte
bu kaynaşmalar neticesinde Adnan paşamızın riyasetinde yeni bir oluşuma doğru
kanat açtılar…
ASDER doğdu.
ASDER, kısa zaman içerisinde tüm mazlumların ufkunda yeni
doğan güneş gibi yükselmeye başladı.
ASDER’e Genel Başkan seçilen Adnan paşamız, insan hakları,
hukuk ve adalet aktivistliği misyonunu üstlendi. Tüm mazlumlar adına, kutsal
bir dava bekliyordu artık onu…
28 Şubatın o meş’um günlerinde tüm mazlumlar için bayrağı
eline alarak, en üst seviyeden mücadelesine başladı.
28 Şubat post modern darbesinin başı olan Genelkurmay
Başkanına, 03 Ocak 1997 tarihinde,
"BU KIYIMI DURDURUN" başlığı ile el yazısıyla detaylı bir
mektup yazdı, altına imzasını atıp gönderdi.
Bilgi
için de zamanın Başbakanı, MSB'nı ve Yüksek Askerî Şuranın 6 Karacı Orgeneral
üyesine posta ile ayrıca gönderdi. Daha sonra da bir vesile ile zamanın
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e ulaştırıldı. ASDER tarafından hazırlanıp
bastırılan "Ben Disiplinsiz Değilim" Kitabında da aynen yer almıştır.
İş adamı Emin Üstün ile tanışmaları, birlikte yürümeleriyle;
28 Şubatın zalimlerine karşı halkı bilinçlendirme ve 28 Şubatın gerçek yüzünü
anlatma çalışmaları başladı.
1997 – 1998 yılları arasında fahri olarak üstlendiği Üsküdar
FM Radyosunun Genel Koordinatörlük göreviyle, darbecilere karşı yayınlara
başladı. Bu dönemde, Emin Üstün ile STK’ları, kanaat önderlerini ziyaret
ederek, cesaret aşılamaya çalıştılar.
ASDER bir dağ gibi darbecilere karşı dimdik ayakta idi.
Adnan paşam, alanda mücadele yürüten birçok dernekle birlikte, demokrasi
düşmanlarına karşı, TEHÖP-Temel Hak ve Özgürlükler Platformunun
oluşturulmasında önemli rol üstlendi; darbecilere açıkça meydan okunmaya başlanmıştı. Birçok panel ile birlikte, “Milli İradeye
Saygı Paneli” de o yıllarda yapıldı. Başörtüsü mağduru kızlara eylem yaptıkları
okullarının önlerinde ziyaretler yapılarak, gül dağıtıldı, moral ve cesaret
aşılandı.
Darbecilere karşı bu mücadeleler yürütülürken, yurt dışından
gelen röportaj tekliflerine hiç sıcak bakmadı; kaç tane televizyon kanalı geldi
ise hepsini geri çevirdi. Vatan sevgisi çok yüksekti; "kol kırılır yen
içinde kalır" hassasiyetiyle, ülkesini hiçbir zaman Avrupa ajanslarına şikâyet
etmedi.
ASDER o yıllarda “Ben Disiplinsiz Değilim” kitabını
yayınlamıştı. Genelkurmay Başkanlığı bir asteğmen göndererek bu kitabı satın
aldırdı.
ASDER artık güçlüydü, atılan subay astsubaylar, ASDER
bünyesinde bir araya geliyor, hukuk mücadelesi yapıyordu. Post modern
darbeciler fiili darbe söylentilerini fısıltı halinde yayınca ASDER,
darbecilere karşı milli iradenin hâkimiyetini sağlayacak sivil toplum
çalışmalarının çerçevesini şekillendirme çalışmaları yürüttü. Adeta, “sıkıysa kışlanızdan çıkın biz de
sokaklara çıkacağız” mesajını iletmişti. 28 Şubatın kâğıttan kaplanları
kışlalarından çıkamadılar. Onlar sadece korku salmayı becerebiliyorlardı.
Aslında ne kadar yüreksiz ve korkak olduklarını biz çok iyi biliyorduk. İyi
tanıdıkları Adnan Tanrıverdi ASDER’in başında aslan yüreği ile adeta onları
bekliyordu.
27 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay sitesinde yayınlanan
muhtıra niteliğindeki bildiriye, Adnan paşamız en güzel şekilde cevap
vermiştir. Gece yarısı Genelkurmay Web sitesinde konmasından 5 saat sonra karşı
bildiri ASDER tarafından e-posta ile Başbakan, Bakanlar Kurulu ve
milletvekilleri ile basına gönderilmiştir. 29 Nisan’da gazetelerde
yayınlanmıştır.
Adnan paşa ve ASDER oldukça artık fiili darbe imkânsız hale
gelmişti. Darbeciler, sadece, kalleşçe YAŞ kararları ile TSK’da temizlik (!)
yapabiliyorlardı.
AKPARTİ iktidarından sonra artık o iş de yürümez oldu.
Adnan paşa sürekli sivil toplum örgütlerinde konferanslar
veriyordu; konuşmaları ve yazıları ile üzerine düşeni yapmaya çalışıyordu.
Kendi adına kurmuş olduğu WEB sitesinde amacını şu şekilde
açıklamıştı: "Makam, mevki ve servet beklentilerini geride bırakmış bir
kişi olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli kademelerindeki hizmetlerin
kazandırdığı birikim ile güncel olaylara bakış açımı Milletimizle
paylaşmayı görev kabul ediyorum."
Nitekim referandumdan sonra Adnan paşamızın en önemli görevi
başlayacaktı; darbelerin ve darbecilerin tarihin çöplüğüne bir daha
çıkmamacasına gömülmeleri.
Her zaman dile getirdiği iç hizmet kanunun 35. maddesinin
değiştirilmesi; devre arkadaşının " Binlerce yıllık Türk Ordusunun geleneksel
güçlü yapısını yıkan kişi olarak görülmüş ve toplumumuzdan dışlanmıştır”,
dediği inkılaptı. Böylece, darbecilerin elinden yasal dayanak alınmıştı.
TSK'nin Türkiye Cumhuriyetini kollama ve koruma görevini tanımlayan 35.
maddedeki muğlak ifadeler açılarak, görev net ve anlaşılır şekilde tarif
edildi. Böylece ordunun düşmanı içeride değil dışarıda araması sağlandı.
Madde 35 – (Değişik: 13/7/2013-6496/18 md.) Silahlı
Kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk
vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî gücün muhafazasını ve
güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurt dışında
verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı
olmaktır.
Eski kanun metni şöyleydi:" Madde 35 – Silahlı
Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye
Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır."
Bu değişiklik darbecilerin hiç hoşuna gitmedi; ellerindeki
en güçlü sopa alınmıştı, artık darbe yapmaları yasal olarak imkânsızdı;
kalkıştıkları an, gayrimeşru hale düşeceklerdi. Tıpkı FETÖ kalkışmasında olduğu
gibi.
İşte bunun için dışlanmıştı, Adnan paşamız. Gerçi sadece bu
değil, yeni inkılaplar gelecekti...
Adnan paşamız her zaman mazlumun, hakkın ve hukukun yanında
yer aldı. Hiçbir zaman zalimlere meyletmedi. Zerre kadar adaletten şaşmadı. Mazlumlar
arasında ayırım da asla yapmadı. Tüm darbe mağdurları için mücadele yürüttü; 12
Mart, 12 Eylül, 28 Şubat hepsi onun gündemindeydi. Hakkın hatırının üstünlüğünü
hiçbir hatıra değişmedi.
15 Temmuz kalkışmasından sonra 15 Ağustos 2016
tarihinde Cumhurbaşkanımız tarafından Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı ve 08 Ekim 2018 tarihinde de Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika
Kurul Üyeliğine getirilmiştir. Bu görevlerinden 09 Ocak 2020 tarihinde istifa ederek ayrılmasına kadar
yine devrim niteliğinde kararların alınmasında etkili olmuştur.
MGK ve YAŞ kurullarının yeniden yapılanması, Genelkurmay
Başkanlığının MSB’lığına bağlanması, Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde iç
tehdit tanımının değiştirilmesi, terörle mücadele usulünde konsept değişikliği,
çağı yakalamamıza neden olmuştur. Terörü bitiren en önemli değişiklik de bu
olmuştu; artık sınırlarımızın içinde değil, sınırlarımızın dışında mücadele
ediyorduk. Teröristleri inlerinde vurmaya başlamıştık. Elbette darbeciler,
FETÖ, ABD ve İsrail Adnan paşadan nefret edeceklerdi. Vatan hainlerinin, Millet
düşmanlarının Adnan paşamızı sevmesi mümkün değildir.
ASSAM, bir stratejik araştırma merkezi olarak Adnan
paşamızın önderliğinde kuruldu.
ASSAM'ın amacı sitesinde şu şekilde açıklandı: "Müslüman
Milletlerin refahı, kurdukları devletlerin bekası, Dünyada barışın tesisi ve
adaletin hâkimiyetinin, İslam Ülkelerinin bir süper güç olarak Dünya siyaset
sahnesine çıkması ile mümkün olabileceği düşüncesinden hareketle; Müslüman
Devletlerin; her biri için milli güç unsurları ile ilgili veri tabanının
oluşturulmasını, Münferit ve müşterek iç ve dış tehdit değerlendirmelerinin
yapılmasını, İç ve dış güvenlik plan esaslarının tespit edilmesini ve ortak bir
irade altında toplanması için ihtiyaç duyulan müesseseler ve bu müesseselerin
teşkilatlanma esas ve prensiplerinin oluşup gelişmesini sağlayacak fikri
çalışmaları yapmaktır."
ASRİKA onun hayaliydi. Yine kendisinin üstün gayretleri ile
7 yılda tamamlanan İslam Birliği Kongreleri yapıldı. Gayesi, İslam Birliğinin
alt yapısını, mevzuatını oluşturmaktı. Hayata gözlerini kapatmadan mevzuat
çalışmasının tamamlandığını gördü, çok şükür.
AB'nin alternatifi olmak üzere ASRİKA İslam Birliği model anayasasının
hazırlanmasına öncülük etti. Bu model anayasa, AB benzeri bir yapının model
anayasası idi. Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasasının alternatifi değildi.
Bu çalışma, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve vatanının bölünmez bütünlüğünü
garanti altına almayı hedefleyen ve bir adım daha ileri, küresel bir birliğe
liderlik etmesini sağlayacak bir model öneriyordu.
SADAT ile Türkiye Savunma Sanayi literatürüne, savunma ve
havacılık sanayi hizmet sektörü kavramını Adnan paşamı soktu. Silahlı Kuvvetlerin
iki temel unsurundan sadece harp araç gereçlerine odaklanan Türk Savunma
Sanayine önemli bir ufuk açtı; silahlı kuvvetlerin diğer önemli unsuru olan
orduyu reorganize, modernize edecek çalışmalar yürüten SADAT Uluslararası
Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin kurulmasına
öncülük etti.
İlginçtir, ilk tepki pentagondan geldi. Bundan sonra, FETÖ, ABD, İsrail ve darbeciler yerli
uşakları vasıtasıyla bütün güçleriyle Adnan paşamıza savaş açtılar.
ASSAM'ın İslam Birliği Kongrelerine saldırdılar. SADAT'a
saldırdılar. Söylediği her sözü çarpıtarak, yalanlar ile saldırdılar. En güzel
örneği de; Mehdi konusudur. "İslam Birliği için ortamı hazırlayalım"
sözü, Mehdinin gelişi için ortamı hazırlayalım şeklinde çarpıtıldı. Adnan
paşamı, Mehdi bekleyen paşa diyerek alay konusu ettiler. Her zamanki
alçaklıkları ile itibarını zedelemeye çalıştılar.
Bu konularda kendisi ile çok dertleştik; ben tahammül
edemezken kendisi o kadar sakin ve huzur içerisindeydi ki, anlatamam. "Gürcan
Bey onlar vazifelerini yapıyorlar, biz işimize bakalım" derdi.
Ümmetin derdiyle dertlenirdi; Filistin'in ordusu olmalı
diyen, ilk o oldu. Kendi Web sitesinde, "Filistin'in
de Ordusu Olmalı" başlıklı makalesini 24 Ocak 2009 tarihinde yayınladı.
Katıldığı birçok STK toplantılarında, TGTV ve İDSB bünyesinde bu fikrini
açıkladı.
Ufku çok geniş ve ileriydi, onun görebildiklerini, anlatmaya
çalıştıklarını ne yazık ki çok az kimse anlayabildi.
İçeride, ülke sorunları ile ve dışarıda ümmetin sıkıntıları
ile sürekli ilgilendi; çözüm yolları bulmaya çalıştı. Yeni anayasa çalışması
için olması gerekenler hakkında makale yazarak sitesinde yayınladı. "Anayasa, devlet hizmetlerinin merkezine,
insana hizmeti koymalıdır. İnsanı
yaşatıp koruyup geliştirmeyi esas almalı, tecavüzlerin cezalandırılması için
yasal düzenlemeler yapılmalıdır." diyerek anayasanın ruhunun ve temel
esasın ne olması gerektiğini yazdı.
"Kürt Meselesi ve Bölücü Teröre Karşı Çözüm Önerileri"
başlıklı makalesini 24 Aralık 2008 tarihinde Web sitesinde yayınladı. Çözüm
sürecinde, kendisinin riyasetinde ASDER – ASSAM dörder kişiden oluşan üç ayrı
ekip kurarak, güney doğuya giderek yerinde gözlemler ile detaylı rapor
hazırlayıp, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, tüm Bakanlıklar ve tüm Milletvekillerine
göndermiştir. Alanında tek inceleme ve raporlama çalışmasıdır.
Suriye savaşından sonra, Suriye'nin durumunu inceleyen kapsamlı raporlar
tanzim edilmiştir.
Tüm makaleleri, 2017 yılında TİMAŞ tarafından
kitaplaştırılarak “28 Şubattan 15 Temmuza” kapak ismiyle yayınlanmıştır.
Adnan paşamızın vefatı ile ü
lkemiz çok büyük bir değerini
yitirmiştir.
Böylesi bir daha gelir mi bilemem? Gönlü millet ve memleket
aşkı ile doluydu.
Kâmil iman sahibi, muttaki, her yaptığını sadece Allah rızası
için yapan, hak ve hukuktan asla sapmayan, adaletten taviz vermeyen, insan
hakları konularında duyarlı, mazlum ve mağdurlarda ayırım yapmayan, yardımsever,
salih, cömert bir insandı.
Umudunu asla yitirmedi, bıkkınlık, yılgınlık tanımıyordu.
Çalışmaktan hiç yorulmadı.
Fikir ve inançlarını her ortamda dosdoğru açıklayabilen
yüksek medeni cesaret sahibi, kibar, naif, ince düşünceli, müşfik, sevecen bir kişiliğe
sahipti. Beşeri münasebetlerinde hassastı.
Tehdit, baskı ve zulüm karşısında hiçbir zaman boyun eğmedi.
Asla, özgür ruhuna pranga vurulamadı.
İlim ve irfan sahibiydi; muhakeme kabiliyeti ve sorunlara çözüm
bulma becerisi çok yüksekti. İleri görüşlüydü. Ufku çok genişti.
Onu size nasıl anlatsam?
Eğer sahabeler zamanında yaşasaydı O, Halit bin Velid'di;
Eğer Emeviler zamanında yaşasaydı O, Ömer bin Abdülaziz'di;
Eğer Selçuklu zamanında yaşasaydı O, Alparslan'dı;
Eğer Osmanlı zamanında yaşasaydı O, Yavuz Sultan Selim'di,
Ancak çağımızda yaşadı ve biz onu Adnan paşamız olarak
tanıdık ve sevdik. Öyle sevdik ki; o nurlu, mütebessim siması hafızamızda
sürekli duracak, muhabbeti kalbimizde hep yaşayacak ve davası davamız olarak,
biz nefes aldıkça devam edecektir.
Cennette makamı yüce olsun.
Rabbim bizi orada da bir araya getirsin. (âmin)
Gürcan Onat, 12. 08. 2024, Fatih.
NOT: Adnan paşamızın yazılarına kendi Web sitesinden
ulaşabilirsiniz. https://www.adnantanriverdi.com/